ANKA Ajansı tarafından hazırlanan ve dünkü birkaç gazetede genişçe yer verilen Bediüzzaman'la ilgili haberin yankıları, önümüzdeki günlerde de devam edeceği anlaşılıyor.
Zaten, gündemden hiç düşmeyen Bediüzzaman Said Nursî, daha iyi ve daha doğru şekilde anlaşılması hikmetiyle olacak ki, bazı zamanlarda yüksek sadâ verecek şekilde gündeme geliyor.
şimdi, yine öyle oldu.
Hürriyet, Cumhuriyet, Vatan ve Akşam gazeleri, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, milletvekili olmadan önce 1995 yılında Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunda takdim ettiği tebliğini haber yaptılar ve orada beyan edilen tesbit ve düşünceleri kamuoyunun dikkatine sunmuş oldular.
Tabiî, bunu yaparken, âdeta yama gibi duran ve aslı astarı olmayan bazı fosil bilgileri eklemeyi de ihmal etmediler.
şimdiki Bakan Çelik'in, 8 yıl evvel dile getirdiği görüşler doğrudur. Gazetemizin bugünkü manşet haberinde de, bu konu işleniyor. Keza, haberi sunanlar da bu görüşlerden hiçbirini çürütemiyor zaten. Sadece, biraz "Mal bulmuş Mağribî"lik ve biraz da "Merd-i Kıptî"lik yaparak, hem gözdağı vermek, hem safi zihinleri bulandırmak gibi, son derece sırıtkan bir işlevde bulunuyorlar.
şimdi, Bakan Çelik'in söylediklerinden çok, haberde gerçeklerle örtüşmeyen bazı ekleme bilgiler üzerinde durmaya çalışalım.
Yalana, iftiraya cevap
Hürriyet ile Cumhuriyet gazetesinin Bediüzzaman'la ilgili haberde yer alan ve aklı başında hiçkimsenin inanamayacağı, üstelik demode olmuş birtakım yalan, iftira ve düzmece türünden bilgilerin kasıtlı şekilde servis edildiği kanaati doğuyor.
Bazı saf zihinleri bulandırma ihtimaline karşı, bu yalan ve tezvirat dolu bilgi kırıntılarına mukabil, şimdilik kısa kısa açıklamalar getirmekle yetinelim.
Diyorlar ki: "Said Nursi'nin gerçek amacı, Türklüğü tahrif ederek ayrı bir Kürt devleti kurmak olarak biliniyor."
Cevap: Tamamen iftiradır ve yüzde yüz yalan-yanlış bilgilere dayanıyor. Zira Bediüzzaman, çok yerde olduğu gibi, Mektûbat isimli eserinde de (s. 397-403), bin yıldır ıslâmın bayraktarlığını yapan Türk milletini, her milletten çok sevdiğini ve hakikî Türkler'e pek ciddî dostâne ve uhuvvetkârâne münasebettar olduğunu söylüyor.
Hatta, Birinci şuâ'nın (şuâlar) sonunda, eserlerini Türkçe olarak telif etmesinin dahi Kur'ân'ın takdirinde ve tahsininde olduğunu beyan ediyor.
Kaldı ki, 1920'de Mevlânzâde Rifat gibi diğer bazı Kürt Teali Cemiyeti mensuplarından gelen "Kürt devletini kurma" teklifini anında reddetmiş ve "Kürdistan'ı kurmak değil, Osmanlı'yı ihya etmek" gerektiği dersini vermiştir. (Bilinmeyen Taraflarıyla B. Said Nursî, s. 217.)
Diyorlar ki: "31 Mart ayaklanmasına katılmış; irticaî hareketi desteklemiştir."
Cevap: Bu yalanı temcit pilavı gibi ortaya atanlar, o ayaklanma sebebiyle kurulan ve sayısız zanlıyı darağacına gönderen dönemin Sıkıyönetim Mahkemesinin, Bediüzzaman hakkında beraat kararı verdiğini niçin görmezden geliyorlar? Kaldı ki, 31 Mart'ın ihtilâlciler tarafından tertiplenmiş bir provokasyon olduğu, tarafsız tarihçilerce teslim edilmektedir.
Diyorlar ki: "Millî Mücadele döneminde Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında yer aldı."
Cevap: El-insaf yahu. Kürt Teali Cemiyeti kurucularının tamamı, daha Cumhuriyet kurulmadan "aranan sakıncalılar" listesine dahil edildiklerinden, birçoğu yurt dışına kaçtı. Geri kalanlar da, şeyh Said hadisesi sebebiyle yakalanıp idam edildiler. Said Nursî hakkında ise, o dehşet günlerinde bile böylesi bir iddia ortaya atılmadı.
Kaldı ki, Bediüzzaman'ın "Hareket-i Millîye" lehinde çalıştığı, ıstanbul'da ıngiliz işgaline karşı kahramanlıklar sergilediği, bu sebeple Ankara hükümetinin takdirini kazanarak Meclis'e davet edildiği ve Meclis'te kendisine resmî "Hoşâmedi" yapıldığı gerçeği, bugün hemen herkesçe biliniyor.
Deniliyor ki: "Said Nursî, Atatürk'ün başlattığı toprak reformunu yarıda bıraktırarak, bölgesinin şeyhlerin elinde kalmasında büyük pay sahibi olmuş."
Cevap: Böylesi gülünç, böylesi tuhaf bir iddiaya bakıp hayret etmemek elde değil. Said Nursî, hiç mahkemeye sevk edilmeden, yani tamamen ihtiyatî tedbir olarak, 1925 yılında Van'dan alınarak Batı Anadolu'ya sürgün gönderildi. Bu tarihten vefât ettiği 1960 yılına kadar da, sürekli şekilde sürgün, hapis ve mecburî ikamet hayatı yaşadı. Üstelik, ömrünün son 35 yılında gidip memleketini görmüş bile değil. Bu şartlar altında, onun toprak reformuna müdahalesi söz konusu dahi olabilir mi?
Diğer iddia ve iftiraları da bunlara kıyasen, cevabını mütalaa edebilirsiniz.
* * *
Evet, Bediüzzaman, hayatının hiçbir devresinde Kürtçülük yapmamış, irticaî ayaklanma diye adlandırılan hareketlere katılmamış, silâhlı eylemleri hiçbir surette kabul veya tasvip etmemiştir.
ıstiklâl Mahkemeleriyle diğer ağır ceza mahkemelerinin, Bediüzzaman hakkında bu konularda hiçbir suç unsuru bulamaması, güneş gibi âşikar olan bu gerçeğin birer delili, ispatı değil midir?
Kaynak