Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

11.06.2005, 23:51

Risale-i Nur Dili

Açıklama
Bu yazı, ıslam Yaşar'ın "Said Nursî Türkçesi" ve Ahmet Turan Alkan'ın ilgili
yazıya getirdiği yazı üzerine kaleme alındı. Burada "Risale-i Nur Dili"
başlığı altında şimdilik sadece ana hatlarıyla sunmaya çalıştığım konular
üzerindeki mütalaaların bu iki yazıya cevap niteliği taşımadığını, bununla
birlikte bu yazıların yazılmasını hazırlayan heyecanı paylaşmak ve çoğaltmak
niyeti taşıdığını belirtmek isterim. Yaşça benden büyük ve edebiyat ve dile
katkılarını takdir edegeldiğim iki edebiyatçının Risale-i
Nur'un dili üzerinde durması, doğrusu, beni memnun ve müteheyyic
etmiştir.
Dilerim bu yazı, Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur muhataplarını
anla(t)mada hayli mürekkep harcamış ıslam Yaşar'ın aşinalığı ile kelimelerle
muaşakasını hayranlıkla izlediğimiz, sözü tevzin ve tezyin etmekte bihemta
"Altıncı şehir"li Ahmet Turan Alkan'ın nazar-ı dekaikini buluşturur.
Bendeniz ise sadece perdeyi kaldırmaya ve pek tabii ki, Risale-i Nur
müellifinin dil ustalığının hakkını vermekten hayli uzakta bir üslub-u
perişan ve serazad bir takdim ile iki ustanın tezgâhına ola ki yumuşatırlar
ve biçimlendirirler diye ham demir bulmaya çalışıyor.


Öncelikle belirtmek gerek ki, Risale-i Nur'da, okuyan herkesin gerek
szorlandığı için gerekse hoşlandığı için sezdiği bir özel dil vardır. Bu
zorlanma durumu değişik sonuçlar doğuruyor. Kimileri zorlandığı için okumayı
terk ediyor ve zihinlerinde "Risale-i Nur'un dili ağırdır" gibi bir yargıyı
ömür boyu taşımaya devam ediyorlar. ılginçtir ki, Risale-i Nur'un dili
üzerindeki bu yargı, bu dili okumaya değil de, okumaktan vazgeçmek üzerine
bina edilmiştir.Baştakı zorlanmasını bilahare aşıp hoşlanmaya kalbetmiş
biri olarak, kendi okuma maceramı bir laboratuvar verisi olarak kullanma
hakkım var şu halde. Bu veriler ise, okumaktan vazgeçenler ya da okumamayı
tercih edenlerle aynı kanaati paylaşmamı gerektiriyor:


"Risale-i Nur'un dili ağırdır."
ışte bu "ağır" kelimesi, bir farklılığın ifadesidir.. Risale-i Nur'un
"ağır"lığı, özel bir "Risale-i Nur Dili"nin habercisidir. Bu "ağır"lık
konusunda hemfikir olduğumuza göre, sorulması gereken diğer soruları
birlikte soralım: Bu ağırlık çekilebilir mi? Çekilebilirse, çekmeye değer
mi? Bu ağırlığın çekilebilir olduğunu sayısız Nur talebesi kendi
hayatlarıyla gösteriyorlar. Peki, Nur talebesi olmak gibi bir ağırlığı
üstlenmeyenlerin sorusunu nasıl cevaplamalı: Bu ağırlığı çekmeye değer mi?
Aşağıda anahatlarıyla ve kaba bir tasnifle sunmaya çalışacağım "Risale-I Nur
Dili"nin misyonu, bu sorunun cevabını hazırlamaya yöneliktir.


I. Risale-i Nur Dilinin Konuşlandırması


a. Risale-i Nur'un dili tarihsel değildir. Risale-i Nur, ağırlıklı kısmı
20.yüzyılın ilk yıllarında Osmanlıca'nın hâkim dil olduğu bir dönemde kaleme
alınmıştır. ılk bakışta, Risale-i Nur'a hakim olan dilin de eserin telif
dönemindeki hakim dilin bir yansıması olduğu düşünülebilir. Ancak, bu hükmün
doğru olmadığı, aynı zamanda yazılmış başka eserlerin, üstelik gayridinî
oldukları halde, Risale-i Nur'a kıyasla çok daha ağdalı bir dile sahip
olması, Risale-i Nur'da kullanılan dilin tarihsel bir etkileşimden değil,
kasdî bir niyetten kaynaklandığnı gösterir. Risale-i Nur'da Osmanlıca bir
tabir ya da terkibin hemen ardından, o zamana göre fazlasıyla
sadeleştirilmiş bir "tercümesi"nin kullanılması, müellifinin Osmanlıca'ya
denk gelen dili, seçeneksizlikten değil, özel bir seçimle kullandığını
gösteriyor. Said Nursi isteseydi, meselâ, "levh-i mahv isbat" yerine
"yazar-bozar tahta", "irae eder" yerine "gösterir", "beyder" yerine "harman"
kelimelerini kullanabilirdi. Aynıcümlenin içinde bu kelimeleri ardarda
sıralayabilen biri olarak, "eski" dil ile "yeni" dili birarada kullanmak
istemiştir, yeni dilden bihaber olduğu için "lisan-ı kadîm"e mecbur kalmış
değildir.


b. Risale-i Nur'un dili coğrafî ya da millî bir izdüşüm değildir. Said
Nursî'nin "Said Nursi Türkçesi" adının çağrıştırması muhtemel bir Türkçe
kaygısı yoktur. Said Nursî'ye Osmanlıca'nın ihyası ya da Türkçe'nin
uluslararası düşünce dili olması gibi bir kaygı güttüğünü söylemek yerine,
Kur'ân kelimelerinin konuşma diline aktarılması, nebevî kavramların Türkçe
konuşanlar başta olmak üzere her insanın zihnine oturması gibi bir misyonu
yerine getirdiğini söylemek daha doğru olur. Gerçekten de, Risale-i Nur'un
özel bir Arapça eğitimi almadıkları halde, okuyanlarının diline çoğu vahyî
kavramı, Kur'ân kelimelerini yerleştirmiş olması, onun Türkçe'yi değil de,
en azından Türkçe konuşanların hayatını iman diline yaklaştırarak ihya etme;
Türkçe'yi yeniden düşünce dili yapmak değil de, Türkçe konuşanlar örneğinde
her coğrafyanın dilinin Kur'an kelimeleri ve nebevî kavramlarla tezyin ve
takviye edilebilirliğini gösterme misyonu yüklendiğini gösterir. şu halde,
Risale-i Nur diğer dilleri konuşan milletler için, Kur'an kelimelerinin ve
nebevî terminolojinin konuşma diline aktarılması konusunda, bir prototip,
bir çalışma örneği olarak değerlendirilmeli.

II. Kur'ân'ı Okuyan Risale-i Nur Dili


Risale-i Nur'da ilk bakışta göze çarpan dil ağırlığı, Osmanlıca'nın ya da
müellifinin yaşadığı dönemin hatırından değil, Kur'ân kelimelerini hatırlama
zaruretinden kaynaklanır. Risale-i Nur'un örnek metni olarak Birinci Söz
üzerinde şöylesine bir göz gezdirme, "ağır" kelimelerin hemen hepsinin
"Kadir-i Rahim", "Hâkim-i Ezelî", "Mâlik-i Ebedî" gibi, esmânın talimi,
"acz", "fakr", "vird-i zebân", "mütevazı'", "mağrur", "Asâ-yı Mûsa", "Azâ-yı
ıbrahim" gibi vahyin talim ettiği temel düşünce kodlarının muhafazası ve
zihinde yerleştirilmesine yönelik olarak zikredildiğini gösterecektir.
Risale-i Nur'da, bu misyon peyder pey, hissettirilmeden, metnin ikinci ve
gizli bir dili olarak gerçekleştirilir. Bu konuda, Altıncı Söz'e serlevha
olarak seçilen Tevbe Sûresi 111. ayetinin, hemen altında, "Nefis ve malını
Cenab-ı Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak."diye başlayan cümle
ile dile aktarılması örnek olarak okunabilir. Birinci Söz'de "Her bir inek,
deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar 'Bismillah' der." cümlesinde
zikredilen hayvanların, Zümer Sûresi 6.ayette "nimetin tecessüm etmiş"
nümuneleri anlamında "en'am" olarak "tenzil" edildiği haber verilen sekiz
çift ehlî hayvana tekabül etmesi özel eğitimin gereğidir. Yine Birinci
Söz'ün özel kurgusuyla, Asâ-yı Musa'nın (as) ve Azâ-yı ıbrahim'in (as), taş
ve ateş karşısındaki duruşunun, yumuşak kök ve damarların sert taş ve toprak
karşısındaki duruşuna, nazenin yaprakların ateş saçan yaz hararetine karşı
duruşuna taşınarak, peygamber mucizelerin adiyatı mucizat olarak görme
talimine eklemlenmesi de özel bir Kur'ân okuması örneğidir. Yirmidördüncü
Söz'ün vahye dayalı ontolojik çalışmasının en kritik yerinde varoluşun en
büyük sorunu olan sevmeyi Al-i ımran 31. ayetiyle çözümleyen Said Nursi,
ilgili ayeti takdim ederken, aslında ayetin anlam açılımını oluşturan
kavramları yine ayetin kelimelerini konuşma diline aktararak özel bir ayet
talimi yapar:
"Öyleyse, o Mahbûb-u Ezelînin kendi habibine söylettirdiği şu ferman-ı
ezelîyi dinle, ittibâ et." şu halde "Asâ-yı Musa", "Azâ yı ıbrahim",
"Habib", "Mahbub-u Ezelî" gibi tabirlerin ağırlığından ürkenlerin, aslında
imanları gereği nüfuz etmeleri gereken Kur'ân kültürünün kendilerine ne
kadar hafif ve kısa yoldan sunulduğunu tecrübe edebilirler.

Tam burada Muhakemat'tan bir alıntı yaparak, Risale-i Nur müellifinin ayet
kelimeleri ile konuşma konusundaki kasdını ve ustalığını görmek gerek. Said
Nursi, Nur Suresi 43. ve Yasin Suresi 16. ayetlerdeki belagati açıklarken,
yine ayetlerdeki kelimelerle konuşur, ayetteki ana kavramlar üzerinden
okuyucuya yeni düşünce alanları açar. Bu "tercüme" usulü meal kadar aşina
edici olduğu kadar, mealin sınırlayıcılık ve kısıtlayıcılık kusurlarından da
azadedir. (Meal çalışması yapanlar, ilgili ayetlerin mealleri üzerinde
çalışma yaparak, aşağıdaki metnin Kur'ân'dan nasıl ustalıkla iktibas
edildiğini görebilir ve özel bir meal formatı için ipuçları çıkarabilirler.)

"..birinci ayette [Nur, 43] olan istiare-i bedia o derece hararetlidir ki,
buz gibi olan cümudu eritir. Ve bulut gibi zahir perdesini berk gibi yırtar.
ıkinci ayette [Yasin, 16] belâgat o kadar müstakar ve muhkem ve parlaktır
ki, seyri için güneşi durdurur."

III. Esma-i Hüsnâ'yı Okuyan Risale-i Nur Dili.

Risale-i Nur'un dilindeki ağırlığın temel sebeplerinden biri, tüm cümle
kuruluşlarında esma-ı hüsnânın hatırını gözetmesidir.Birinci Söz'ün çok
bilinen bir cümlesi üzerinden gidelim: "ışte, ey mağrur nefsim, sen o
seyyahsın. şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın,
hâcâtın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i
Ezelîsinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisâtın
karşısında titremeden kurtulasın." Bu cümlede, insanın 'acz'inden Hâkim
ismine, insanın 'fakr'ından hareketle Mâlik ismine doğru kavramsal bir inşa
gözlenir. Zira, insanın elinden bir şey gelmiyor oluşu?yani aczi?, herşeye,
her zaman hükmeden birini?yani, bir Hâkim-i Ezelî'yi; insanın elinde hiçbir
şeyin bulunmaması?yani fakrı?, herşeyi her zaman elinden bulunduran
birini?yani, bir Mâlik-i Ezelî'yi? aratır. ınsan bu isimlere sahip Bir'ini
bulamazsa kesret içinde kalacak, fakrından dolayı, kâinatın "dilenci"liğine
düşecek, aczinden dolayı da hadisâtın korkulu bir "titreme" içinde
olacaktır. Bu tabir aynı zamanda, "onlar için ne korku vardır, ne de mahzun
olurlar.." mealinde tekrarlanan ayetlerin anlamına da bir göndermedir.
Risale-i Nur'da sıkça zikredilen bize ilk okumada ağır gelen bu tür Esma-i
Hüsna örneklerine bakılırsa, Risale-i Nur dilinin Esmâyı hayatımıza
taşımakta hayli hafif bir yol önerdiği görülecektir.
Yirminci Mektub'un ıkinci Makamı da, "şehadet" kavramının cümle içindeki
kullanımlarıyla, hem kâinat, insan ve Allah eksenlerinde şehadet eyleminin
nasıl gerçekleştiği, hem de "şahid-i Ezelî" isminin kavramsal olarak nasıl
inşa edildiğini görmek üzere okunabilir.

IV. Kurguyla Konuşan Risale-i Nur Dili

Risale-i Nur'da özel bazı kavramlar ve bu kavramlar ekseninde gelişecek
muhakemelerin ana hatları, yer yer, bölüm başlıkları, bölüm altbaşlıkları,
bölüm sıralamaları olarak da kodlanmıştır. Bu konuda en görünür örneği,
Otuzuncu Söz oluşturur. Otuzuncu Söz, 'ıki Maksad' üzerine kuruludur, ve
'Birinci Maksad', 'ene'ye, 'ıkinci Maksad' 'zerre'ye ayrılmıştır. ılgili
bahisleri mütalaa ettiğimizde, "içimizdeki en büyük görünmez" olan 'ene'nin
yerli yerine oturtulmasından sonra ancak "dışımızdaki en küçük görünmez"
olan 'zerre'nin yerine oturabileceğini anlamış oluruz. Otuzuncu Söz'de
açıkça vurgulandığı gibi, afakî tefekkür, ancak enfüsî tefekkürün
öncelenmesi ile istikamet bulur. Bu haliyle, Otuzuncu Söz, ene üzerindeki
enfüsî tefekkürü Birinci Maksad olarak, zerre üzerindeki afakî tefekkürü de
ıkinci Maksad olarak ima eder. 'Risalet-i Ahmediye'ye dair Ondokuzuncu
Söz'ün alt bölüm başlıklarının "Reşha" olması da, Yirmidördüncü Söz'de
nübüvvet mesleğinin, "zühre, katre, reşha" sıralamasında, "reşha"ya, yani,
hakikate aracısız muhatap olma haline denk gelen konumunu haber verir.
Mektubat'ta ve Sözler'de 'şakk-ı kamer' ve 'mirac' mucizelerinin birbiri
ardınca zikredilmesi de, bu yazının
çerçevesi dışında kalan, ancak her iki mucizenin makam ve maksadının
anlaşılması konusunda önemli ipuçları barındırır. Bu sıralama kurgusu, her
iki mucizenin birbirine bakarak hakkıyla okunabileceğini, Resûl-u Ekrem'in
(asm) velayet ve nübüvvet kanatlarının buluşması bağlamında anlaşılması
gerektiğini haber vermek üzere, "şakk-ı Kamer mucizesine dair" zeylin
'Beşinci Nokta'sındaki özel kelime kodlamalarıyla teyid edilir. "Semâ-yı
risâletin kamer-i münîri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet, nasıl ki, mahbubiyet
derecesine çıkan ubudiyetindeki velâyetin keramet-i uzmâsı ve mucize-i
kübrâsı olan Miracla, yani bir cism-i arzı semâvatta gezdirmekle semâvâtın
sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüchaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve
velayetini isbat etti. Öyle de, arza bağlı, semâya asılı olan
kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek, arzın sekenesine, o
arzlının risaletine öyle bir mucize gösterildi ki, zât-ı Ahmediye (asm)
kamerin açılmış iki nurânî kanadıyla, iki ziyadar cenahla evc-i kemâlâta
uçmuş, tâ Kab-ı Kavseyne çıkmış; hem ehl-i semâvât, hem ehl-i arza medar-ı
fahr olmuştur." Bu ifadelerdeki çok katmanlı şifrelemeyi başka bir makaleye
havale ederek, Hz. Peygamberin (asm), miracın mazhar olduğu makamda aya
benzetilerek "semâ-yı risaletin kamer-i münîri" ünvanıyla zikredilmesine,
ayın yarılması mucizesine mazhar olduğu makamda "iki nurânî kanat ve ziyadar
cenah" ile "evc-i kemâlât"a uçmak, "Kab-ı Kavseyn'e çıkmak" gibi mirac
detaylarıyla zikredilmesine dikkat çekmek istiyorum. Bu küçük paragraf,
Risale-i Nur'un, hem"nübüvvet -velayet", "semâvat arz", "keramet-mucize",
"risâlet-velayet" dengelerini gözeterek ve göstererek hem de "şakkı-ı kamer"
ve "mirac" mucizelerinin detaylarını akıcı bir metin içinde veciz olarak
buluşturarak nasıl çok katmanlı ama kolay bir dil kullandığını ve ileri
çalışmalar için nasıl bir kavram kılavuzu oluşturduğunu göstermek açısından
hayli ilginçtir.
Bu cümleden olarak, Otuzüçüncü Söz'ün "pencere" adıyla verilen alt
başlıklarını izleyerek gayb "perde"sinden "pencere"ler açarak "gayb-aşina
nazar"ı edinmenin değişik makamlardaki metodları çıkarsanabilir.

V.Meselle Konuşan Risale-i Nur Dili

Özellikle Küçük Sözler'e hakim olan "iki
adam"lı temsilî hikayecikler, Risale-i Nur'un hem insana psikolojik içgörü
kazandırmada kullandığı özel yöntemi açığa vurur, hem de vahyî mesajın ana
eksenlerini oluşturan, "hayır-şer" "vücud-adem" "hudabin-hodbin" gibi
kavramları yerli yerine oturtma ve yeniden inşa etme konusundaki özel çabayı
haber verir. ışte tam bu noktada, Risale-i Nur, düşünce kavramlarını inşa ve
ihya etme çabasına, öteden beri hükmeden "ağır" izleniminin aksine, canlı,
cana yakın, kolay, hafif ve doğrudan bir katkı sağlar. Bu konudaki detaylı
incelemeler ve tartışmaları başka bir makaleye saklıyorum.

VI. Kâinatı Konuşturan Risale-i Nur Dili

Birinci Söz'de takdim edilen "lisan-ı hâl" terimi, aslında, Risale-i Nur'un
bütününe hâkim olan "kâinatı okuma" yönteminin habercisidir. Nitekim, aynı
bahiste, "zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler"in, bir bahçenin ['bostan'
olarak zikredilmiştir], "inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar"ın
hal dillerinden "Bismillah"ın nasıl okunacağı gösterilmiştir. Lisan-ı hâlin
çözümlemesine değişik açılardan uygulamalar sunan Birinci Söz metni, ağaç ve
otların "ipek gibi yumuşak kök ve damarları"nın, "Asâ-yı Musa (as) gibi"
"Vur asânı taşa!" [Bakara, 60] emrine uyduğu, "ince ve nazenin yapraklar"ın
da bir yaz boyu "ateş saçan hararete karşı" "azâ-yı ıbrahim [as] gibi" "Ey
ateş, serin ve selametli ol!" [Enbiya, 69] ayetini okuduğu gözlemleriyle,
Kur'an ve kâinat okumaları egzersizleri yaptırır. Diğer taraftan,
Otuzikinci Söz'de zerreden yıldızlara kadar bütün kâinatı "konuşturan" bir
kurgusu içinde, Esma-ı Hüsnânın eşya üzerinde nasıl okunabileceğine dair
detaylı yöntemler verilir.
Risale-i Nur'un görünüşte sırf insana ve insanın lisanına atfedilen "dua"
kavramına, kâinatın tekellüme geldiğinin anlatıldığı Yirminci Mektub'un
Birinci Zeyli'nde getiridiği, çok heyecan verici bir "kâinat okuması"nın
alfabesini sunar:
".esbabın içtimaı, müsebbebin icadına bir duadır. Yani, esbab bir vaziyet
alır ki, o vaziyet bir lisan-ı hal hükmüne geçer; ve müsebbebi, Kadîr-i
Zülcelâlden dua eder, isterler. Meselâ, su, hararet, toprak, ziya, bir
çekirdek etrafında vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı duadır ki, "Bu
çekirdeği ağaç yap, yâ Hâlıkımız" derler. Çünkü, o mucize-i harika-i kudret
olan ağaç, o şuursuz, câmid, basit maddelere havale edilmez, havalesi
muhaldir. Demek, içtima-ı esbab bir nevi duadır."
Otuzuncu Söz'ün tahavvülat-ı zerrattan bahseden 'ıkinci Maksad'ının
Mukaddimesi'nde her bir zerreyi kâinat kitabının zikreden bir kelimesi
haline dönüştüren, her bir zerreye açıkça konuşan bir dil kazandıran bakış
şöyle takdim edilir. Bu bakış, "Bismillah" ve "Elhamdülillah" gibi Kur'ân
kelimelerinin kâinatın dilinde de hecelendiğine, tesbihatın kevnî bir
telaffuza ve tekellüme tercüme edilebileceğine tanıklık eder.
".. her bir zerre, mebde-i hareketinde 'Bismillah' der; çünkü, nihayetsiz,
kuvvetinden fazla yükleri kaldırır ve buğday tanesi kadar bir çekirdeğin
koca bir çam ağacı gibi bir yükü omuzuna alması gibi. Hem vazifesinin
hitamında "Elhamdülillah" der; çünkü bütün ukulü hayrette bırakan hikmetli
bir cemal-i san'at, faydalı bir hüsn-ü nakış göstererek, Sâni-i Zülcelâlin
medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir."

Senai Demirci

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir