Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.
Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleinurenstitusu.com/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=91"
LEMALAR / ON ÜÇÜNCÜ LEMA / ON ÜÇÜNCÜ ışARET / ıKıNCı NOKTA[/url]"]ıKıNCı NOKTA: şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir-tâ ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin.
Evet, şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.
sırrıyla, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez, şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i âlîşan
dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir?
Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. ıstiğfar eden, istiâze eder. ıstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. ıtiraf etse, affa müstehak olur.
Alıntı sahibi ""[url=http://www.nur.web.tr/icsayfa.php?action=book&tree=1&book_name=Sualar&area_name=BıRıNCı%20şUA&id=2364&book=4&lang=1&PHPSESSID=28a9ede7101e218fe8473b8b1e3359f4"
BıRıNCı şUA / Sabri'nin sadakatının bir kerametidir. / Ondokuzuncu Âyet: [/url]"]
وَالّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ اَيْدِيهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْلَنَاşu âyetin umum manasındaki tabakalarından bir tabaka-i işariyesi bu asra dahi bakıyor. Çünki يَقُولُونَ رَبَّنَا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا hem manaca kuvvetli münasebeti var, hem cifirce bin üçyüz yirmialtı (1326) ederek o tarihteki hürriyet inkılabından neş'et eden fırtınaların hengâmında herşeyi sarsan o fırtınaların ve harblerin zulümatından kurtulmak için nur arayan mü'minler içinde, Resâil-in Nur şakirdleri az bir zaman sonra tezahür ettiklerinden bu âyetin efrad-ı kesîresinden bu asırda bir mâsadakı onlar olduğuna bir emaredir. وَاغْفِرْلَنَا (vağgirlena) cümlesi bin üçyüz altmışa (1360) bakıyor. Demek bundan beş-altı sene sonra istiğfar devresidir. Resâil-in Nur şakirdleri o zamanda istiğfar dersini vereceğini remzen bir îmadır
Alıntı sahibi ""[url=http://www.nur.web.tr/icsayfa.php?action=book&tree=1&book_name=Sualar&area_name=ONDÖRDÜNCÜ%20şUA&id=3697&book=4&lang=1&PHPSESSID=9c6dbfd59cfc152eb97bdbb8b8ebf26c"
Müjdeli ve tabiri çıkmış lâtif bir rüya[/url]"]Bana hizmet eden Ali geldi, dedi: "Ben rüyada gördüm ki, sen Hüsrev'le beraber Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın elini öptün." Birden, bir mektup aldım ki, Hüsrev'in hattıyla yazılan Asâ-yı Mûsâ mecmuasını kabr-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm üzerinde hacılar görmüşler. Demek benim bedelime Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın mânevî elini, Hüsrev kaleminin vasıtasıyla öpmüş ve rıza-yı Nebeviyeye mazhar olmuş.
--------------------------------------------------------------------------- -----
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hapis arkadaşlarım,
Evvelâ: Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler mânen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz benim âdi şahsım yerine, Kur'ân'ın bir hâdimi haysiyetiyle, beni o risale içerisinde görüp sohbet edersiniz. Zaten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda ve alâkanızda hayalimde görüşüyorum ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir.
Saniyen: Bu yeni medrese-i Yusufiyedeki Risale-i Nur'un yeni talebelerine deriz: Kuvvetli hüccetlerle, hattâ ehl-i vukufu da teslime mecbur eden işârât-ı Kur'âniye ile "Nurun sadık şakirtleri imanla kabre girecekler. Hem şirket-i mâneviye-i Nuriyenin feyziyle, herbir şakirt derecesine göre umum kardeşlerinin mânevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya âdetâ binler dille istiğfar eder, ibadet eder." Bu iki fayda ve netice, bu acîp zamanda bütün zahmetleri, sıkıntıları hiçe indirir, pekçok ucuz olarak o iki kıymettar kârları sadık müşterilerine verir.
Said Nursî
Alıntı sahibi ""[url=http://www.nur.web.tr/icsayfa.php?action=book&tree=1&book_name=Lemalar&area_name=ıKıNCı%20LEM'A&id=1031&book=5&lang=1"
ıKıNCı LEMA / BıRıNCı NÜKTE[/url]"]Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm'ın zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. ıç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm'ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münâcât-ı Eyyubiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyâde muhtacız. Bahusus nasılki o Hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neuzûbillâh) mahall-i îmân olan bâtın-ı kalbe ilişip îmânı zedeler ve îmânın tercümânı olan lisanın zevk-i ruhânîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u îmânı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ: Utandıracak bir günâhı gizli işliyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicab ettiği zaman, melâike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor. Hem meselâ: Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işliyen bir adam, Cehennem'in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennem'in ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennem'in inkârına cesaret veriyor. Hem meselâ: Farz namazını kılmayan ve vazîfe-i ubûdiyeti yerine getirmiyen bir adamın küçük bir âmirinden küçük bir vazîfesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed'in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki: "Keşki o vazîfe-i ubûdiyeti bulunmasa idi." Ve bu arzudan bir mânevî adâvet-i ılâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şübhe, vücûd-u ılâhiyeye dair kalbe gelse, kat'î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki: ınkâr vasıtasiyle, gâyet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubûdiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müdhiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hâkeza.. bu üç misâle kıyas edilsin ki بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ sırrı anlaşılsın.
Alıntı sahibi ""[url=http://www.nur.web.tr/icsayfa.php?action=book&tree=1&book_name=Sözler&area_name=YıRMıALTINCI%20SÖZ&id=903&book=2&lang=1&PHPSESSID=035299f5a62bb0ce62600c9d24a5e54a"
YıRMı ALTINCI SÖZ / ıKıNCı MEBHAS / YEDıNCıSı[/url]"]Yedincisi: ırade-i cüz'iyye-i insânîyye ve cüz'-i ihtiyariyyesi çendan zaîftir, bir emr-i itibarîdir, fakat, Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz'î iradeyi, irade-i külliyyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yâni mânen der: “Ey abdim! ıhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir!” Teşbihte hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan. Onu muhayyer bırakıp, “Nereyi istersen seni oraya götüreceğim” desen. O çocuk, yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette “Sen istedin” diyerek itab edip üstünde bir tokat vuracaksın. ışte Cenâb-ı Hak, Ahkem-ül Hâkimîn, nihayet zaafda olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyyesi ona nazar eder.
Elhasıl: Ey insân! Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz'-i ihtiyârî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet'e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem'e yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül, meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.
Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleinurenstitusu.com/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Sualar&Page=498"
BEşıNCı şUA / MUKADDıME / Birinci Nokta[/url]"]ıman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki, Ebu Bekir’ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil’ler esfel-i sâfilîne düşsünler. ıhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur’âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekir’ler Ebu Cehil’ler ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i ısa Aleyhisselâmın nüzûlü dahi ve kendisi ısa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhâs-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.
Alıntı sahibi ""[url=http://www.nur.web.tr/icsayfa.php?action=book&tree=1&book_name=Sözler&area_name=YıRMıALTINCI%20SÖZ&id=903&book=2&lang=1&PHPSESSID=035299f5a62bb0ce62600c9d24a5e54a"
YıRMı ALTINCI SÖZ / ıKıNCı MEBHAS / YEDıNCıSı[/url]"]Demek, dua ve tevekkül, meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.