(...)
Dünyanın sosyal yapısının derinlerinde çatışmaların yerini diyalogların aldığı, dünya genelinde hatta kâinatın bütününde barışı hakim kılmayı talep eden, birlik ve beraberlik yolunda adımlar atan düşünceler hakim olmaya başlıyorlar. Bütün bu gelişmelere ıslâm âleminde de olumlu karşılıklar ve genel anlamda nur talebelerinin öncülük ettiği diyalog arayışları gözleniyor. Bunlar insanlığın geleceği ve dünyanın istikameti açısından umut verici gelişmeler.
ışin garip tarafı Müslüman-Hıristiyan diyaloğu ya da dinler arası diyalog için büyük çaba gösterilirken Müslüman-Müslüman diyaloğu belki çoğu zaman gündeme bile getirilmiyor. Bunun bir sebebi bu konuda problem yaşanmıyor olması ya da yaşanan sıkıntıların ortadan kaldırılmışlığı olabilir. Bu da çok sevindirici bir durum olurdu, ancak hal-i âlem, manzara-i umumiye dünya genelinde ıslâm ülkelerinin kendi aralarında pek çok problem yaşadığını ve bu problemlerin çözümüne yönelik ciddî adımların ortaya konamadığını gösteriyor. Kâinat Sultanının bizlere hitabında kardeş oldukları ifade edilen yani kardeşce yaşamaları emredilen insanlar arasında ciddî diyalog problemleri var ve çoğu zaman bu problemler çatışmalara dönüşüyor.
(...)
Zaman ve şartlar şunu ortaya koymuştur: Türkiye’de ve dünyada nur talebelerinin içinde yer almadığı ve belirleyici olmadığı bir ıslâmî gelişme sağlıklı olamaz ve başarıya ulaşamaz. Dinler arası diyalog ve Müslüman-Hıristiyan diyaloğu açısından dünya Müslümanları arasında öncü ve kilit rol oynayan nur talebeleri Müslüman-Müslüman diyaloğu açısından da ahval-i âlemin üzerlerine yüklediği vazifeleri üstlenmeli ve bu konuda bütün insanlık onların yanında ve destekçisi olmalıdır.
Gariptir ki, bu vazifeyi zaman, şartlar, manevî işaretlerle üzerine almış nur talebeleri kendi içlerinde diyalog problemleri yaşamaktadırlar. Risâle-Nur ile hayatına yön vermeye çalışan, Üstad Bediüzzaman’a talebe olduğunu kabul eden insanlar aynı eserlerden istifade etmekle birlikte farklı sebeplerle, farklı şekillerde algılamaktadırlar. Bu belki de kaderin Risâle-i Nur’a zenginlik katacak bir tecellisidir. Ancak bu zenginlik, “Az olsun, benim olsun,” “Benim çevremden ayrılmasınlar,” “Diğer gruplarla diyalog kurup kafaları karışmasın” gibi mülâhazalarla kısır bir yapıya dönüştürülmekte ve başkaları ile olan diyalog Risâle-i Nur’u farklı perspektiften algılayanlardan esirgenmektedir. “Biz değil, ben” mantığı ile hareket edilmekte ve kendi grubunda olan insanların çok olması ve başka gruplara meyletmemesi için görüşmemesi yolu tercih edilmektedir. Bu ve benzeri farklı nedenlerle üstadı farklı şekillerde algılayan insanlar arasında diyalog yolu kapanmaktadır. Oysa Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi üzerine yüklenmiş misyon hiç bir grubun altından tek başına kalkamayacağı kadar büyüktür. Büyük dâvâmızın insanlık gündemine taşınabilmesi için farklı bir ucundan tutmaya çalışan insanlara neden sırtımızı döneriz? Neden yükümüzü hafiflettikleri için ve hafifletmeleri için onlara duâcı olmayız ve hatalı gördüğümüz noktalarını ıslâha çalışmayız? Hep tercih edilen diyaloğun kesilmesi ile cemaatın muhafazası ortamında bu nasıl mümlün olacaktır?
Dünyanın şu an geldiği noktada, insanlığın mutluluk ve refahı için ıslâm âleminin birlik ve barış içinde olması, yani dinlerinin gereğini yaşamaları şarttır. Bu anlamda nur talebelerinin tamamının, erkânın, talebelerin, dostların hepsinin üzerine dünyayı hatta kâinatı alâkadar eden vazifeler yüklenmiştir. Bu vazifeleri hakkı ile deruhte edememiş olmanın vebalinden ind-i ılâhide kurtulmak için çabuk aralarındaki nizaları ortadan kaldırmalı ve diyalog içinde ortak zeminlerde ıslâmın ve insanlığın problemlerine çare arayışı içine girmelidirler.
Herkes aynayi kendisine tutsun ve soylesin; ben muslumanlar arasi diyalogun neresindeyim ve gelismesi icin ne yapiyorum, neler yapmaliyiz???