Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

521

16.03.2007, 13:22

alperdini üstad doğru söylüyor cemeatin yapğtığı cemaatindir ama komutan kaomutandır ardındaki ordu değil. hem komutana komutan demek orduya hakaret değildir.

522

16.03.2007, 14:44

Mehdinin son müceddid olmasında manayı şöyle algılamak lazım, Mehdinin bir görevi son Müceddid olmasıdır.

Mehdi kelime itibari ile bir manası; hidayete vesile olan,demektir. Bu bakış açısından baktığımızda, ekser Peygamberlerin manevi kemalatlarını ve fitnelere musibetlere mukabele ettikleri Rahmani yardımları bu asra Hikmet-i ılahi ile göndermeleri ile ortaya çıkan bir eserin müellifine o makam layıktır. Ancak o makam onun değil o Peygamberlerin ve ulema ve her asırda gelen Zatlerın şahsiyet-i maniviyelerinin içtima ettiği şahs-ı Manevinindir. ışte o şahs-ı manevinin bir manası budur. O eserden istifade edip ettiren, talim edip ettiren ve o eserin amacına hizmet eden her bir talebe ve has o şahs-ı manevinin kolu bacağı ve hakeza azası hükmündedir.
ışte Mehdi-i Azam odur. Mehid denilen bedeni Zat ise o şahs-ı manevinin hikmet giysisidir.

Nasıl bir Padişah bir adamın taltifine hükmetse ve hizmetkarları o taltif görevini ifa etse şöyle denir; Hakikatte taltif eden Allah'tır, zahirde hizmetkardır, sebep Padişah'tır. Padişah'a ait bir onuru ,himetkarlara vermek doğru olmaz. Ancak ,o hizmetkara Padişah'a niyet ile teşekkür etmek ve onun hediyesini "Padişah hediye göndermiş" demek ona layık olduğu hürmeti göstermek mertilktir, Padişah'a minnettir. Hizmetkeara minet anlamına gelmez.
Aynen öyle, hidayete vesile olan Padişah Risale-i Nur'dur. Onun hizmetkar müellifi Üstad'tır. Padişah'ın namına müellifine teşekkür mertiltir. Ona saygısızlık ile "sen kimsin " anlamında mukabele Padişa'a ihannetitir. Yada tablacı hükmünde olan Zata" sen bu hediyenin sahibisin "desen hizmetkar ürkecek ve senin haddi aşan hüsn-ü zannını kabul etmeyecek ve nazarı Padişaha çeviren sözler edecektir.

Haddimi aştı isem af ola
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

523

18.03.2007, 12:23

mehdinin son müceddid olması demek sonj müceddid kimse mehdi de odur demektir. bunun tevile ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.

risale-i nura mehdi deyip üstada demesenizde risalelere talebe olunca zaten üstada da talebe olmus oluyorsun ki!

524

18.03.2007, 17:01

Muhteren kardeşlerim
Mehdi şahıstır,mehdiyet şahsı-ı manevidir.Mehdi gelir programını ortaya koyar,mehdiyet olan şahs-ı manevi ise o programı iman,hayat ve şeriat dairelerinde hayata tatbik eder.Hz.Mehdi kesinlikle mehdilik davasında bulunmaz.Ancak o nuru imanla bilinir ve o gibi zatlar fiilleri ile tanınırlar.Eğer fiiileri iyi takip edersek faili inkar edemeyiz. Her hareketin mutlaka bir muharrik edici faili vardır.Ancak Risale-i Nurların bir bölümündeki bir paragrafla bütünü göremeyebiliriz.Bu ağacı görüp ormanı görmemek gibi olabilir.Olaylara cüz ile değil küll ile bakmak daha yararlı ve isabetli olur.Onun için Risale-i Nurların bütününü taramak gerekir.

ınsan başkadır,insanlık ise daha başkadır.ınsan bir şahıs ise insaniyet bütün insanların oluşturduğu ortak değerdir.Aynen onun gibi ahirzaman şahısları içinde aynı bakış açısı ile bakabiliriz.Yani mehdi şahıs ise mehdiyet şahs-ı manvidir.Deccal şahıs ise deccaliyer bir şahs-ı manevidir.Süfyan bir şahıs ise süfyaniyet bir şahs-ı manevidir.Ahirzaman vukuatları şahıslarla başlar ancak vazifeler şahs-ı manevilerle devam eder ve etmektedir.Bu hakikatler Risale-i Nurlarda yeterince izah edilmiştir.Risale-i Nurlarla olaylara şümullu bakılması sanırım bu olayları kolaylaştırır.Dünyada hiç bir olay yoktur ki ilk muharrikinde şahıs olmasın.Ancak bu asır şahıs zamanı değildir.Yani şahıslar vazifelerini mutlaka bir cemaatle yaparlar.Bu cemaatleşmede ille de ilk şahsı görmemek olamaz.O zaman Üstadın şahsiyet-i maneviyesini ve hadislerle ve işarat-ı kuraniyeler ile üzerine işaretleri ne ile izah edebiliriz.Birinci şua,sekiz,on sekizinci,Yirmisekizinci lemaları nasıl izah ederiz?Ayrıca Tılsımlar mecmuasındaki hadislerin Üstadın şahsına bakışını nasıl anlamalıyız.Tabiki Risale-i Nurlar ifrat ve tefritin dışında bizleri vasata taşıyarak her olayda olduğu gibi bu konularda da taşları yerli yerine oturtarak vazifesini yapmaktadır.
Ancak şunu söyleyebiliriz.şu anda bir şahıs tartışmak ve halen şahıs beklentisine girmek ve şahıslardan bundan sonra kurtarıcılık beklemek de Risale-i Nurlara uygun değildir.Çünkü beklenen şahıslar gelmiş şu an için onların şahs-ı manevileri vazifelerine devam etmektedir.Bunun en önemli delilide yaşanan fiillerdir.
Kıymetli kardeşlerim,bu mevzularda biliyoruz ki farklı anlayışlar olabiliyor.onun için çok sıkı tutmamak gerekir.Sırr-ı imtihan gereği ise mehdi,ısa(as) vb konular biraz mübhem bırakılmıştır.Bu kapalı oluşun çok hikmetleri vardır.Yirmidördüncü sözde bu imtihan sırrı ve mübhem oluş ile ilgili açıklamalar yapılmıştır.Çünkü din bir imtihandır.Akla kapı açar ve iradeyi elden almaz.Heleki böyle ahirzaman ile ilgili meselelerde kapalı izahlar olmasının çok hikmetleri vardır.

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

525

18.03.2007, 17:40

allah razı olsun abi

526

19.03.2007, 11:36

Sevgili Arkadaşlar mehdiyet konusunda yazdıklarınıza bakıyorum da bazılarınızın nefsinin istediği yönde konuştuğuna şahit oluyorum. Evet Üstad hazretleri eserlerinde Mehdi hakkında pek çok bilgi vermiş. Bunlar gerçekten çok açıklayıcı. Ancak bu mehdinin kim olduğu konusunda bize tam bir fikir vermiyor. Hem bazı kimseler Mehdi Erbakan dır diyorlar ve delil olarak bir ayette geçen necm kelimesini gösteriyorlar. Bu kimslerin yaptığı şey Kuranı kendi nefislerine hoş gelen bir biçimde anlamak olur. Bana kalırsa bu kimseler Mehdi Erbakandı diyeceklerine Mehdi keşke erbakan olsaydı diyebilirlerdi. Ayrıca Necm den Nemettin anlamını çıkarıyorlarsa o halde dünya üzerine adı necmettin olan insanların mehdi olup olmadıkları konusunda düşünülmesi lazım.

Benim mehdi hakkında düşünceme gelirsek, Mehdi şu an da yaşıyor olmalı. Ve o büyük niyetini ifa etmek amacıyla hazırlık yapmaktadır. Belki şu an ilim çalışmaları yapıyordur. Belki de halen kendisinini mehdi olduğunun farkında değildir. Bütün bu ihtimallerin sonu Mehdi ortaya çıktığında son bulacak. O zat çıkıncaya kadar daha nice şeyler konuşulacak.

Bazı kimselerde yazar Adnan Oktarın mehdi olabileceği hususunda bazı görüşlerini belirtiyorlar. Ama Peygamber Efendimizin bir hadisinde mehdiden önce bir seyyid bir zatın geleceğini bu zatında dinle çelişmeyeceğini söylemektedir. Yani bu hadis Adnan Oktarın mehdi olmadığını mehdiden önceki bir kişi olduğunu haber vermektedir.

bu arada hatalı şeyler sötlemiş olabilirim bu yüzden özür diliyorum.Ve hatalarımın bana gösterilmesini istiyorum.

Ben sözlerime bir soru sorarak son vermek istiyorum.

Acaba biz Mehdi gelsin bizi kurtarsın diye yıllarca bekleyeceğimize elimizden geldiğince ıslam adına ne yaptık veya neler yapmalıydık?

527

19.03.2007, 13:05

KuLL kardeş size göre ne yapmalıyız?nasıl çalışmalar yapmalıyız?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

528

19.03.2007, 14:02

Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. Sen de onların fikirlerini musırrâne kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Bu bir tezattır. Hallini isteriz" diye sormaları sebebiyle, onlara cevap olmak üzere, bundan sonra gelecek Mehdî-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların imanı kurtarmak, hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ünvanıyla şeâir-i ıslâmiyeyi ihyâ etmek ve inkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'âniyenin ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunlarının bir derece tâdile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır. Nur şakirtleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden, ikinci, üçüncü vazifeleri de, buna nisbeten ikinci, üçüncü derecededir diye, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telâkki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı mânevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Hattâ, evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhirzamanın hidâyet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar. ıki noktada bir iltibas var; tevil lâzımdır.
Birincisi: âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı ıslâm avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhirzamanın büyük mehdîsi ünvanını almamışlar.
ıkincisi: âhirzamanın o büyük şahsı, âl-i Beytten olacak. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve âl-i Muhammed (a.s.m.) bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de âl-i Beytten sayılabilirim. Fakat Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. Nurda ihlâsı bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur bilirim diye, yarı muvafakat şeklinde bir cevap verilmekte Haşiye ve bu mehdîlik teklifi açık ve kesin olarak reddedilmemektedir.
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

529

19.03.2007, 16:53

Yukarıda Hulisi5 kardeşimizin alıntısı ile ilgili açıklamalar yapmak istiyorum.Sanırım Mehdi ile ilgili Risale-i Nurlarda en açık ve net ifadeler burada geçmektedir.Ancak sırr-ı imtihan gereği bazı cümleleri izah ve açıklmaya ihtiyaç duyuluyor.Bizlerde kendi anladıklarımızı anlatmaya çalışalım inşallah.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki: "Nurun hâlis ve ehemmiyetli bir kısım şakirtleri, pek musırrâne olarak, âhir zamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar. Sen de bu kadar musırrâne onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat'î bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikate binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, herhalde hallini istiyoruz."

Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki:

O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tâbir ve tevil lâzım.

Birincisi: Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i ılâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

Birincisi : Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdinin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lahikası-I)

Muhterem kardeşlerim.Acizane yukarıdaki bölüm ile ilgili açıklama yapmak istiyorum.

1.” Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.”

Burada madiyyun ve tabiiyyun taunu fen ve felsefenin tasallutu ile ahirzamandaki dinsizlik cereyanları olarak beşer içine yayılması ile Hz.Mehdi her şeyden evvel o dinsizlik cereyanı olan felsefeyi ve maddeperest küfr-i fikriyi tam susturacak tarzda imanı kurtarmaktır.Bu vazife Hz.mehdinin birinci vazifesidir.Zaten Risale-i Nurların en önemli vazifeside bu değil midir?Dinsizlik cereyanının fikr-i küfrisini kırmak ve imanları kurtarmak.Öncelikle beşeriyetin son dini olan ve bu son asırda beşeriyet hak dini aramaya fıtratan da araştırmaya kalkarken önce def-i mefasid olan inkar-ı uluhiyet fikrinin tam kırılması gerekir ki imanlar ondan sonra kurtulsun ve beşeriyet hiç tereddütsün Risale-i Nurlarla Kur’ana sarılsın ve yakaladıktan sonra da daha bırakmasın.ışte bu hakikati teyit eden Tarihçe-i Hayattan bir bölüm.

Risale-i Nur, Avrupa, Amerika ve Afrika'da da hüsn-ü teveccühe mazhar olmuş; başta bahtiyar Almanya ve Filyandiya olmak üzere, birçok memleketlerde okunmaya başlanmıştır.

Bu cümleden olmak üzere, Almanya'da, Berlin Teknik Üniversitesi mescidine Risale-i Nur Külliyatı konulmuş ve şarkiyat Üniversitesi ılâhiyat Bölümünde Risale-i Nur hakkında konferans tertip edilmiştir. Almanya'daki ıslâmî fütuhatta Risale-i Nur'un büyük rolü olmuştur.

Yunanistan'ın Gümülcine şehrinde Hafız Ali Efendi tarafından açılan dershanede Risale-i Nur dersleri de okutturulmakta ve yüzlerce Risale-i Nur talebesi yetişmektedir.

Finlandiya'da ıslâm Cemaati Reisi tarafından Risale-i Nur neşredilmekte ve bu sayede birçok Finli Müslüman olmaktadır.

Japonya ve Kore'de de Risale-i Nur'un birçok okuyucuları bulunmaktadır. Kore Harbi münasebetiyle Türkiye'den Kore'ye giden müteaddit Nur talebeleri tarafından bütün külliyat oraya götürülmüş; bu eserlerin bir kısmı Japon üniversitelerine ve bir kısmı da Kore kütüphanelerine hediye edilmiştir. Bu vesile ile Japonya'daki ıslâm cemaati de Risale-i Nur'dan istifade etmeye başlamıştır.

Hindistan ve Endonezya'daki Müslümanlar da Risale-i Nur'dan mahrum kalmamışlardır. Hacca giden bir Nur talebesi, tanıştığı bir Hintli âlime Risale-i Nur Külliyatını hediye etmiş ve o âlim de eserleri Hintçeye tercüme edeceğini ve bunun kendisi için büyük bir vazife olduğuna inandığını söylemiştir.

Amerika'daki Washington Camiine bazı risaleler hediye edilmiş ve buradaki Müslümanların da bu eserlerden istifadeleri sağlanmıştır.

Irak'tan gönderilen Risale-i Nur eserleri münasebetiyle, Washington ıslâm Kültür Merkezi Genel Sekreteri tarafından eserleri gönderen Nur talebesine bir teşekkür mektubu yazılmıştır.

Mezkûr beyanatımız, Risale-i Nur'un hariç memleketlerdeki inkişafının malûmatımız çevresindeki birkaç nümunesidir.

Yakında tab edilecek mucizeli Kur'ân'da, Hâfız Osman hattı aynen muhafaza edilmekle beraber, Kur'ân'ın lâfzî mucizeleri gösterilmiştir. Bu Kur'ân'ın, âlem-i ıslâm başta olmak üzere bütün dünyaca ne büyük bir alâka ile karşılanacağı şüphesizdir.

Bütün bunlar, Risale-i Nur'un dünya çapında muazzam bir boşluğu doldurmakta olduğunun delil ve emareleri değil midir? Bütün beşeriyet, Kur'ân'a ve dolayısıyla asrımızda onun mânevî i'câzını ispat ve beyan eden Risale-i Nur'a muhtaçtır.

ışte bu kısımda, Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında hariç memleketlerde intişar eden makalelerin bir kısmını, Üstada ve talebelerine gelen mektuplardan bazılarını aşağıya dercediyoruz(Tarihçe-i Hayat - Isparta Hayatı)

2.ıkinci olarak ise ehl-i imanı dalaletten yani süfyaniyetin tahrip ettiği şeair-i islamiye ve şeriat-ı islamiye ile dalalete düşen ehl-i imanın imanını kuvvetlendirmekitr.Ancak bu vazife hem dünyayı,hemde her şeyi bırakmakla ,çok zaman tedkikat ile meşguliyet iktiza ettiğinden…,Hakikten böyle olmamış mı? Üstad hazretleri Barla hayatı ile birlikte içeride hızla devam eden ve ehl-i imanın imanını ve ebedi hayatını perişan eden cereyana karşı her şeyi bırakarak çok uzun tedkikat ile Risale-i Nurları yazmamış mı?Evet, aynen bu hakikat yaşanmış.Çünkü hadislerde bu cereyan “Bürhanlarla” yok edilecek buyurur Efendimiz (asm).

şimdi esas kafaları karıştıran cümleler geliyor.” Hazret-i Mehdinin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez.” O vazife denilen nedir? Elbetteki hem beşeriyetin hemde ehl-i imanın imanlarının kurtarılması vazifesidir.Demekki Hz.mehdinin o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade etmez ve etmemiş.yani Hz.Mehdi bütün beşeriyete ve ehl-i imana tek başına ulaşarak herkesin imanını tek başına kurtarması ne onun tek başına yapacağı bir vazifedir ne de adetullah buna müsaade eder.Çünkü “Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor.” Hz.mehdi üç vazifeyi birden yapmaya kalkışırsa hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı iman hizmetini yapmaya ve onunla iştigale vakit bırakmaz.Burada sırr-ı imtihan gizli diye düşünüyorum.Hz. Mehdinin iman hizmetini bizzat kendisi görmediği bir hakikat değil mi?Halen Hz.Mehdinin şahs-ı manevisi o iman hizmetine devam etmiyor mu?Dmek ki Hz.Mehdi üç vazifeyi birden hayata tatbik edemeyecektir.Buna hal ve onun ömrü yetmeyecektir ve yetmemiş.O uzun tedkikatle talebeleriyle yazdığı eserlerini kendisinden sonra gelen “Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i ılâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:” olarak anlamak ve kebul etmek gerekir.

O zat denilen “, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsidir.”Bu şahs-ı menevinin ise “üç vazifesi vardır.” Bu vazifeleri Hz.Mehdi bizzat kendisi talebeleri ile tekmil eder ve uzun tedkikat ve tashihat sonucunda ortaya çıkarır,o şahs-ı manevi olan ve Üstaddan sonra tekamül eden şahs-ı menevi üç vazifeyi deruhte edeceklerdir.Bu vazifeler iç içe vazifelerdir.Biri birini cerhetmez.Bu vazifelerin birincisi ise iman hizmetidir.” Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” Hakikati gereğince bu menevi ordunun üç önemli özelliği vardır.Bunlar “yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir.” Her ne kadar az da olsalar ve öyle olmuştur “manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” Hakikaten de böyle kuvvetli ve kıymetli olmuşlardır.Çünkü bütün imkansızlıklara rağmen bu vazifede ki ihlas, sebat,tesanütten ayrılmamışlardır.Hz.Mehdinin ikinci ve üçüncü vazifelerinde ise daireler daha genişler ve ısevilik şahs-ı manevisinin yardımı ve seyitler cemaatininde iltihakı ile şu vazifeler tahakkuk eder inşallah.Tabiki şu ihtarı da unutmamak gerekir:” Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa,”

ıkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i ıslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i ıslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı ılâhiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.

Yukarıdaki hakikatler dünyada Risale-i Nurlara yöneliş cihetiyle bu vazifenin tahakkukunun da devam ettiğini göstermektedir.Artık beşeriyet ortak akıl ve vicdanı ile bu hakikatlere koşuyor.Bu hakikatler üzerine yapılan araştırmalar,panaller ve tezler her ülkede makes buluyor.Acaba bunlar bizlere bir ümit vermiyor mu?Risale-i Nurlar insanlığım kalp ve göüllerinde makes buluyor değil mi?Elhamdülillah “Haza min fazlı Rabbi”

Üçüncü vazifesi: ınkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zat, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı ıslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.( Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 207)

Yukarıda ise o zat yani Hz.Mehdinin kudsi cemaatinin şahs-ı manevisi “, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı ıslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.” Burada da üçüncü vazife deruhte eder ve Hz.mehdinin uzun tedkikat ile meydana getirdiği eserler iman,hayat ve şeriat olarak kısaca formüle edilen üç vazife onun şahs-ı manevisi tarafından üçüncü vazifede “O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i ıslâmiyeyi ittihad-ı ıslâma bina ederek, ısevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i ıslâma hizmet etmektir.” Denilerek ısevi ruhanîleriyle ittifak da sözkonusudur.Dediğimiz gibi bu vazifeler iç içe vazifelerdir.Her vazife kendi riyasetinde deruhte edilmektedir.Öncelik sırasına göre ise iman,hayat ve şeriat vezifelerini deruhte edilerek yerine getirilmektedir.

530

20.03.2007, 20:03

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""



1.” Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.”

Burada madiyyun ve tabiiyyun taunu fen ve felsefenin tasallutu ile ahirzamandaki dinsizlik cereyanları olarak beşer içine yayılması ile Hz.Mehdi her şeyden evvel o dinsizlik cereyanı olan felsefeyi ve maddeperest küfr-i fikriyi tam susturacak tarzda imanı kurtarmaktır.Bu vazife Hz.mehdinin birinci vazifesidir.Zaten Risale-i Nurların en önemli vazifeside bu değil midir?Dinsizlik cereyanının fikr-i küfrisini kırmak ve imanları kurtarmak.Öncelikle beşeriyetin son dini olan ve bu son asırda beşeriyet hak dini aramaya fıtratan da araştırmaya kalkarken önce def-i mefasid olan inkar-ı uluhiyet fikrinin tam kırılması gerekir ki imanlar ondan sonra kurtulsun ve beşeriyet hiç tereddütsün Risale-i Nurlarla Kur’ana sarılsın ve yakaladıktan sonra da daha bırakmasın.ışte bu hakikati teyit eden Tarihçe-i Hayattan bir bölüm.



Onbeşinci Mektubta ise şöyle yazıyor.

ıkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûnâ hâkimiyet verir. Öyle de, Allah'ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hâdisâtı nevinden müthiş harikalara mazhar olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbârâne surî hükümetini bir nevi rububiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

ışte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i ısâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî ısevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i ılâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i ıslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi ıslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur'ân'a iktida ederek, o ısevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve ıslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan ısevîlik ve ıslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı ısâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.

Abi yazdıklarınla bu yazılan arasındaki net bağlantıyı açıklayabilir misin?
Zira, benim bildiğim inkar-ı uluhiyeti öldürecek hak cereyanın başına şahs-ı ısa Aleyhisselam geçecek. Sen ise bunu mehdiye verdin gibi geldi. Yoksa ben mi anlamadım?

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

531

20.03.2007, 21:43

Muhterem kardeşim,benim aldığım yer Emirdağ lahikasındn Hz.Mehdinin şahs-ı menevisinin üç vazifesinden birinci vazifesinde yer alıyor.Yani bu vazifeyi ben Mehdiye vermiyorum.Zaten o vazife mehdinin.Bunu Üstad yazıyor.Ben yukarıya o mektubun bahis olan kısmını aldım zaten.Ancak sizlerin On beşinci Mektuptan alıntıladığınız yer ile burası tevafuk ediyor.Zaten öyle olması gerekiyor.Yani ahirzamandaki iki dinsizlik cereyanının fikri küfrilerini Hz.Mehdi Kur'andan getirdiği delillerle kırar.Bu vazife tamamıyla Mehdiye aittir.Ancak Hz.ısa(as) Hz.mehdiye bu vazifeyi yaparken içtimai ve siyasi yönden yardım edecektir.Hz.ısa(as) geldiğinde Peygamberimizin şeriatına tabi olacaktır.Bunu Hz.mehdiye yani Mehdinin getirdiği Kur'an hakikatlerine tabi olmakla yapar.kendisi ayrı bir şeriat getirmez.sadece Mehdinin getirdiği hakikatlerin hayata geçmesinde Mehdiye yardım eder.Buda daha çok hürriyet,adalet ve kanun hakimiyetinin toplumlarda tatbik edilmesi ve yerleşmesi şeklinde devam eder.böylece hürriyetler geliştikçe o dehşetli istibdatlarda erir gider.Böylece Hz.ısa(as) Decceli yani baskı ve zulümleri hürriyet ve adalet prensiplerinin tahakkuk ettirilmesi ile tam mağlup eder.Bu konu anlaşılmassa devam edebilirz.

532

20.03.2007, 21:57

Burasını anladım. Kabul ettim.. Peki "şahs-ı ısâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir." nüktesinin tevili nedir?

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

533

21.03.2007, 10:50

Abdulbaki abi son yazdığınız cevap bu alıntıyla uyuşmuyor..

Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, ısevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip ıslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki ısevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i ısâ Aleyhisselâm, ısevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=716

Bu alıntıda üstad hz.açıkça inkarı uluhiyet fikrini öldürenin ıSA AS olduğunu söyliyor.
mehdi sadece iman hakikatlarını ispat ve icra eder.bunuda o neşredilmeyen mektubda anlatıyor.üstad hz.leri.hani siyaseti isevi ruhanilerine bırakacak diye mektub varya orda.

Peki "şahs-ı ısâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini

ve bu cümlede sizin görüşünüzü çürütüyor.hak bir cereyan olacak..
bu hak cereyan inkarı uluhiyeti öldürecek bir cereyan olacak..
isa as bunların başına geçeçek deniliyor..
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

534

21.03.2007, 10:54

Abdulbaki abi bu ikinci alıntıdada üstad mehdi ile isa as vazifelerini anlatmış.

ışaret, yani: ALTINCI ışARET

Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek, yani Âlem-i ıslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdî cemiyetinin mucizekâr mânevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacak. (bu mücizekar kılınç risalei nurdur.bununla süfyan komitesi öldürülüyor)

Hem Âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i ısâ Aleyhisselâmın din-i hakikîsini ıslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir ısevî cemaati namı altında ve "Müslüman ısevîleri" ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i ısâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak(burdada insanları inkar uluhiyetten kurtaracak demekle isa as vazifesi bellirtilmiş)
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1130&a=mehdi
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

535

21.03.2007, 14:23

Abdülbaki Abi çok hikmetli şeyler söylüyor. Ben biraz biraz hakikati çakıyorum gibi. Neyse!
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

536

21.03.2007, 20:27

Çok muhterem ceka ve Hulusi5 kardeşlerim.
Biliyorsunuz bu konular sırr-ı imtihan vesilesi olan konulardır.Bu nedenle Risale-i Nur metinlerinin zahiri manaları ile konuyu anlamakta zorlandığımızı düşünüyorum.Bu nedenle açıklamalar yapmak gerekiyor.Tabiki bizlerde zorlandığımızı belirtelim.Sanırım bu mevzular ile ilgili Risalelerdeki müteferrik konular bir araya getirilse ve ince ince tefekkür edilse daha güzel hakikatlere ulaşılır ve bu konulara vukufiyet artar,bazı perdeler aralanabilir.Bu konularda benim yazdıkların kesin doğrudur diye bir görüş kesinlikle olmamalıdır.Sadece ben bu konularda bu kadar söyleyebilirim veya bu konular ile ilgili benim düşüncelerim bunlardır demek en doğrusu olması gerekir.Bende acizane ilgili yerleri önce Risalelerden birleştirmeye çalıştım.şimdilik bu mevzuları aktarıyorum.Sadece şunu söyleyeyim.Metinler içersinde geçen kavramlara ve ince düsturlara dikkat etmek gerekir.Gerçi bu mevzuların bir kısmını sizlerde eklediniz,ancak ben daha geniş açıdan değerlendirilmesi için bu eklemeleri yapıyorum.Uzunda olsa bir defa yada bir kaç defa okumak gerekiyor.ışte Risale-i Nurlardan ilgili yerler.

Üçüncü tabaka-i hayat:Hazret-i ıdris ve ısâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. "Âhirzamanda Hazret-i ısâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-i Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek"2 meâlindeki hadisin sırrı şudur ki:
Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, ısevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip ıslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki ısevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i ısâ Aleyhisselâm, ısevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.(Birinci Mektup)

ıkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûnâ hâkimiyet verir.
Öyle de, Allah'ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hâdisâtı nev'inden müthiş harikalara mazhar olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbârâne surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.
ışte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i ısâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî ısevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i ılâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i ıslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi ıslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur'ân'a iktida ederek, o ısevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve ıslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.
Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan ısevîlik ve ıslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı ısâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.
Evet, her vakit semâvattan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz' eden (Hazret-i Cibril'in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i ısâ Aleyhisselâmı, ısâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i ısâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek.
Hazret-i ısâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî ısâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u imanla onu tanır. Yoksa, bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.(15.Mektup)

Kat'î ve sahih rivayette var ki, "ısa Aleyhisselâm Büyük Deccalı öldürür."15
Vel'ilmü indallah, bunun da iki veçhi var:
Bir veçhi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispritizma gibi istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek, ancak harika ve mucizatlı ve umumun makbulü bir zat olabilir ki, o zat, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i ısa Aleyhisselâmdır.
ıkinci veçhi şudur ki: şahs-ı ısa Aleyhisselâmın kılınciyle maktul olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak ısevî ruhânileridir ki, o ruhâniler din-i ısevînin hakikatini hakikat-i ıslâmiye ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hattâ, "Hazret-i ısa Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdîye namazda iktida eder, tâbi olur"1 diye rivayeti, bu ittifaka ve hakikat-i Kur'âniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.(5.şua)

Nasraniyet ya intıfâ veya ıstıfâ edip ıslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i ıslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. ışte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki, "Hazret-i ısâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir."( Hakikat Çekirdekleri)

Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek, yani âlem-i ıslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdî cemiyetinin mucizekâr mânevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacak.
Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden Deccal komitesini, Hazret-i ısâ Aleyhisselâmın din-i hakikîsini ıslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir ısevî cemaati namı altında ve "Müslüman ısevîleri" ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i ısâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak.(29.Mektup)

Gerçi hakikat noktasında âhirzamandaki gelecek büyük mehdi siyaseti tam dindar ısevîlere bırakıp yalnız ıslâmiyet hakikatlarını isbâta, izhara, icrâya çalışır.(Gayr-ı Münteşir mektuptan)

Âhirzamanda Hazret-i ısa (a.s.) nüzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehâdis-i sahihanın mânâ-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zahir ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler; veya sıhhatini inkâr edip, veya hurafevâri bir mânâ verip, âdetâ muhal bir sureti bekler bir tarzda avâm-ı Müslimîne zarar verirler. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i ıslâmiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdis-i müteşâbihenin hakiki tevillerini Kur'ân feyziyle göstermiş. şimdilik nümune olarak birtek misal beyan ederiz. şöyle ki:
"Hazret-i ısa (a.s.) Deccalla mücadelesi zamanında, Hazret-i ısa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıcı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücutça o derece Deccalın heykeli Hazret-i ısa'dan büyüktür" diye meâlinde rivayet var. Demek deccal, Hazret-i ısa Aleyhisselâmdan on, belki yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir.
Bu rivayetin zâhirî ifadesi sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafi olduğu gibi, nev-i beşerde câri olan âdetullaha muvafık düşmüyor.
Halbuki bu rivayeti, bu hadisi,-hâşâ-muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât ve o zahiri, ayn-ı hakikat itikad eden ve o hadisin bir kısım hakikatlerini gözleri gördükleri halde, daha intizar eden zahirî hocaları dahi ikaz etmek için, o hadisin, bu zamanda da aynı hakikat ve tam muvafık ve mahz-ı hak müteaddit mânâlarından bir mânâsı çıkmıştır. şöyle ki:
ısevîlik dini ve o dinden gelen âdât-ı müstemirresini muhafaza hesabına çalışan bir hükûmetle, resmî ilânıyla, zulmetli pis menfaati için dinsizliğe ve bolşevizme yardım edip terviç eden diğer bir hükûmet ki, yine hasis, pis, menfaati için ıslâmlarda ve Asya'da dinsizliğin intişarına taraftar olan fitnekâr ve cebbar hükûmetlerle muharebe eden evvelki hükûmetin şahs-ı mânevîsi temessül etse ve dinsizlik cereyanının bütün taraftarları da bir şahs-ı mânevîsi tecessüm eylese, üç cihetle bu müteaddit mânâları bulunan hadisin bu zaman aynen bir mânâsını gösteriyor. Eğer o galip hükûmet netice-i harbi kazansa, bu işârî mânâ dahi bir mânâ-yı sarih derecesine çıkar. Eğer tam kazanmasa da, yine muvafık bir mânâ-yı işârîdir.
Birinci cihet: Din-i ısevînin hakikîsini esas tutan ısevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice başlayan cemaat tecessüm etseler, bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında, bir çocuk kadar da olamaz.
ıkinci cihet: Resmî ilânıyla, "Allah'a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, ıslâmiyeti ve ıslâmları himaye edeceğim" diyen bir hükûmet yüz milyon küsur iken, dört yüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dört yüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere galibâne,öldürücü darbe vuran o hükûmetteki muharip cemaatin şahs-ı mânevîsiyle, mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarların şahs-ı mânevîleri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nispeten küçük bir insanın nispeti gibi olur.
Bir rivayette, "Deccal dünyayı zapteder" mânâsı, "ekseriyet-i mutlaka ona taraftar olur" demektir. şimdi de öyle oldu.
Üçüncü cihet: Eğer, küre-i arzın dört kıt'aları içindeHAşıYE en küçüğü olan Avrupa'nın ve bu kıt'anın da dörtte biri olmayan bir hükûmetin memleketi, ekser Asya, Afrika, Amerika, Avustralya'ya karşı galibâne harp edecek, Hazret-i ısa'nın vekâletini dâvâ eden bir devletle beraber dine istinat edip çok müstebidâne olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavî paraşütlerle muharebe ve mücadele eden o hükûmetle, ötekilerin şahs-ı mânevîleri insan suretine girse, ceridelerin eskiden beri yaptıkları gibi, devletlerin kuvvetlerini ve hükûmetlerin derecelerini göstermek nev'inden o mânevî şahıslar dahi rû-yi zemin ceridesinde, bu asır sayfasında birer insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler, aynen ve tam tamına hadis-i şerifin mucizâne ihbar-ı gaybi nev'inden beyan ettiği hadise-i âhirzamanın müteaddit mânâlarından bir mânâsı çıkıyor.
Hattâ, şahs-ı ısâ'nın (a.s.) semâvattan nüzulü işaretiyle bir mânâ-yı işârîsi olarak Hazret-i ısâ'yı (a.s.) temsil ederek ve namına hareket eden bir taife dahi, şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir belâ-yı semavî gibi nüzûl ettiriyor, düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i ısâ'nın nüzulünün maddeten bir misalini gösteriyor.
Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle Hazret-i ısa'nın semavî nüzûlü kat'î olmakla beraber; mânâ-yı işârîsiyle başka hakikatleri ifade ettiği gibi, bu hakikate de mucizâne işaret ediyor.
Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin'in suali ve ilhahlarıyla bazı biçarelerin imanlarını şübehattan muhafaza niyetiyle bu meseleye dair yalnız bir, iki, üç satır yazmak niyet edip başlarken, ihtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık, kusura bakmayınız. Bu fıkrada tashihe ve dikkate vakit bulamadık, müşevveş kaldı.( Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 51)

537

22.03.2007, 09:31

şu kadar zamandır.hala iseviler çıkmadılar mı?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

538

22.03.2007, 10:52

Tepeden inme bir mucize mi bekliyorsun Hulusi Kardeş.

Bilginin kirli olduğu bir çağdayız. Hakikati arayan hakikatperest bir Müslüman bilgi kirliliğinden zorlanıyor. Hakikati bulamıyor. ıseviler ne etsin.
Ancak şöyle bir Avrupaya baksan üçlemenin ne kadar şiddetle terk edildiğini göreceksin.
O ateşi yakan kimdir acaba. O ateş burdan tutuşturulmuş olamaz mı?

Hz. Mesih'in gelip ısevileri Müslüman yapması bir anda olacak bir şey değildir. O gelip ateşi yakar veya fitili tutuşturur. Her bir şeyi o yapsa idi Peygamberlik vazifesi olurdu ki o dahi (haşa) vaade ters olurdu.

O vazife dahi şahs-ı manevinin olsa gerek...
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

539

22.03.2007, 13:23

bahsettiğin şahsi manevi nerde..
gelsinde bize Allahı anlatsın..

şahsi manevideki kasdın nedir..
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

540

22.03.2007, 13:39

Ne demek istediğini anlamıyorum. Bizi araştırmaya mı teşvik ediyorsun, yoksa bildiğin bizim bilmediğimiz başka bir şey mi var?

Doğrusu kafam karıştı!

şahs-ı Manevi müteaddit bedenleri olan ancak hiç bir bedenin ona sahip olmadığı ancak o daire içindeki bütün bedenlerin sahip olduğu bir şahıstır.

Tanım nasıl?
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir