Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.
Alıntı sahibi ""[url"
http://www.yeniasya.com.tr/2005/05/26/yazarlar/lsalihoglu.htm[/url]"]Öte yandan, "Nur'un hâlis ve ehemmiyetli bazı şâkirdleri"nin ısrarla Üstad Bediüzzaman'ın "Ahirzamanda gelen Al-i Beytin büyük mürşidi" olduğunu zannetmeleri ve öyle itikad etmelerine binaen, Denizli ehl-i vukufu demiş ki: "Eğer Mehdîlik dâvâ etse, bütün şâkirdleri kabul edecek." (Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 232.)
Acaba, o hâlis şâkirdlerin elinde bir hakikat mi vardı, yoksa tamamen hayalî ve farazi bir zanna mı kapılmışlardı?
Hz. Bediüzzaman, aynı mektubun başındaki suâlde yer alan "Elbette onların (şâkirdlerin) elinde bir hakikat ve kat'i bir hüccet var" ifadesini te'yid ve te'kiden, cevap kısmında aynen şöyle diyor: "O has Nurcuların elinde bir hakikat var."
Ve, hemen ardından, meselenin "hikmet-i ipham" tarafını nazara verip müvazeneyi sağlayan şu mânidar ifadeler zikrediliyor:
"...Ve sen de, bir hikmet ve hakikate binâen onlara muvâfakat etmiyorsun?"
" ...Ellerinde bir hakikat var; fakat, iki cihette bir tâbir ve tevil lâzım."
Yani, Üstad Bediüzzaman, bu düşünce ve kanaatleri tamamen reddetmiyor. Söylenenler için "hakikat dışı şeyler" diyerek kesip atmıyor. Bilâkis, sırlı ve hikmetli bir hakikatten bahsederek, ölçülü ve dengeli bir surette meselenin yorumunu yapıyor.
Nitekim, aynı mânâyı hatırlatan Denizli'deki ehl-i vukufa da şöyle muknî bir izâh ve susturucu bir cevap veriyor: "...Onlara demiştim: 'Ben kendimi seyyid bilemiyorum. (Dikkat edin, burada 'Seyyid değilim' demiyor, 'Bilmiyorum' da demiyor, 'Bilemiyorum' (!) diyor. MLS.) Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki, âhirzamanın o büyük şahsı, Al-i Beyt'ten olacaktır. Gerçi, mânen ben Hazret-i Ali'nin (ra) bir veled-i mânevisi hükmünde, ondan hakikat dersini aldım. Ve, Al-i Muhammed Aleyhisselâm, bin mânada hakiki Nur şâkirtlerine şâmil olmasından, ben de Al-i Beyt'ten sayılabildim. Fakat, bu zaman şahs-ı mânevî zamanı olmasından ve Nur'un mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şân, şeref kazanmak olmaz ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından..., ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamâta gözümü dikmem ve Nur'daki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makamât dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum' dedim, o ehl-i vukuf sustu." (Age, s. 233.)
Alıntı sahibi ""[url"
http://www.yeniasya.com.tr/2005/05/27/yazarlar/lsalihoglu.htm[/url]"]M. Latif SALıHOğLU
"Onun üç büyük vazifesi"
Dünkü yazımızda da hatırlattığımız gibi, "Onun üç büyük vazifesi olacak" ifadesi, bizzat Üstad Bediüzzaman'a ait. Bu sözü, âhirzamanda geleceği müjdelenen "Mehdi-yi âzam" hakkında sarf etmiş.
ışte, bu hususla bağlantılı olarak kıymetli okuyucularımızdan gelen suâllerden biri de şöyledir: "Bu üç büyük vazife hangileridir ve icrâsı ne sûretle yapılacak? Risâle-i Nur projeksiyonu ile meseleyi biraz daha aydınlatabilir misiniz?"
Bu tarz suallerin cevabı, gerek Emirdağ Lâhikası'nda ve gerekse Sikke-i Tasdik-i Gaybî'de yer alan bazı mektuplarda tatminkâr şekilde veriliyor.
Meselâ, bir mektupta Hz. Mehdi'nin başlatacağı ve ona bağlı nuranî cemaatin "şahs-ı mânevî" sûretinde devam ettireceği mühim vazifeler, ana başlıklar halinde şu şekilde sıralanıyor: "ıman ve din, hayat-ı içtimaî ve şeriat, hukuk-u âmme ve siyaset-i ıslamiye." (S.T.G., s. 171.)
Hz. Mehdi'ye ait bu vazifelerin kısacık bir tafsilâtı ise, şu veciz ifadelerle izah ediliyor:
Birinci vazifesi: Her şeyden evvel, felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. ımân-ı tahkikiyi neşr ve ehl-i imânı dalâletten kurtarmaktır.
ıkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (asm) ünvânı ile şeâir-i ıslâmiyeyi ihyâ etmektir. Alem-i ıslâmın vahdetini nokta-i istinad edip, beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gadab-ı ılâhiden kurtarmaktır.
Üçüncü vazifesi: Hilâfet-i ıslâmiyeyi ittihad-ı ıslâma bina ederek, ısevî ruhanileriyle ittifak edip, din-i ıslâma hizmet etmektir. (Emirdağ Lâhikası, s. 231 ve S. Tasdik-i Gaybî, s. 11.)
* * *
Yukarıda sayfa numarasını belirttiğimiz risâlelerdeki bütün mektuplarda, Hz. Mehdi'nin "birinci vazifesi" hakkında, bunun "En büyük, en mühim, en yüksek, en kıymettar ve en mukaddes vazife" olduğu, tekrar be-tekrar ifade ediliyor.
Ayrıca, bu "birinci ve en mukaddes" olan vazifenin, diğer ikinci, üçüncü, dördüncü derecedeki vazifelerle mukayesesi de yapılarak, aynen şu ifadeler kullanılıyor:
"...Hakaik-i imâniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.
"Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibarıyladır.
"Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i ıslamiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mânâ veriyorlar." (S.T.G., s. 171.)
Aynı paralelde yapılan bir başka izahat da, Emirdağ Lâhikası 232. sayfada şöylece yer alıyor: "...Birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkiki bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da imanını tahkiki yapmak vazifesi.
"Ahirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat, hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı ıslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı ıslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder, belki de bir hodfuruşluk manasını hatıra getirir. Belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdi olacağım diye dâvâ ederler. Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri, üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhirzamanın büyük Mehdi ünvânını almamışlar." (Dikkat! Bir değil, birkaç suâlin cevabı bu paragrafta verilmiş. Ehemmiyetine binâen, tekraren ve cümle cümle durarak bir kez daha okunması tavsiye olunur.)
* * *
Bu üç büyük vazifenin daha geniş izahını okumak isteyenler, ismi verilen eserlerdeki mektuplara müracaat edebilirler.
Son olarak, bahis konusu "üç büyük vazife"nin tatbik ve icrâsı hakkında da kısa bazı bilgiler aktararak bitirelim. (Bir noktaya daha dikkat: ılgili mektupların hiçbirinde "üç ayrı Mehdi'nin üç ayrı vazifesi"nden söz edilmiyor. Bilâkis, "çığır sahibi" zât olarak nazara verilen büyük vazifelerin sahibi bir tek "büyük Mehdi"den söz ediliyor.)
Aynı mektuplarda, o büyük vazifelerin, başta Hz. Mehdi olmak üzere, ona bağlı cemaat-i nuraniye, seyyidler cemaati ve Müslüman ısevî ruhanileri tarafından deruhte edileceği "hikmet-i ipham"a uygun şekilde izah ediliyor.
En büyük ve en mukaddes olan "birinci vazife" hakkında ise, mektuplarda bütün Nur talebelerine kanaat-i tâmme verecek şu ifadeler serpiştiriliyor:
"Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, bu asırda Risâletü'n-Nur'un hakiki şâkirdlerinin şahs-ı mânevisi, hakaik-i imâniye muhafazasında tecdid vazifesini yapmıştır.
"Mânen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânasının tam sarahatini ifade ettiği için, Nur şâkirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risâle-i Nur da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar.
"Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale-i Nur’da görmüşler."
Son söz: Aktardığımız bilgiler ışığında, Hz. Mehdi'nin birinci ve en büyük vazifesinin ne olduğunu anlayan ve kanaat getirenlerin, sair vazifelerinin de neler olduğu, kim tarafından ve bunların nasıl icrâ edileceği hakkında, herhalde bir tereddüdünün kalmamış olması gerekiyor.
Alıntı sahibi ""[url"
http://www.yeniasya.com.tr/2005/06/03/yazarlar/lsalihoglu.htm[/url]"]Mehdî'nin siyasetteki vazifesi
Aşağıda okuyacağınız mektup, Üstad Bediüzzaman'a ait olup 1944'te kaleme alınmış. Orijinal bir nüshası muhterem Abdulkadir Badıllı'nın hususî arşivinde mahfuz tutulan bu mektup, Emirdağ-1 Lahikası asılları arasında kayıtlıdır.
Bu mektupta geçen Mehdiyet meselesine dair ifadeler câlib-i dikkattir. Hele, mektupta geçen orjinal bazı cümleler var ki, bir hayli düşündürücüdür: Meselâ, ortalarda "Gerçi, hakikat noktasında..." diye başlayan ve sonlarda "şâkirdleri tam itimad ve kat'î yakînlerini takviye için..." diye başlayan cümleler gibi.
ışte, aşağıda tamamına yakın kısmını okuyacağınız bu mektubun Üstad Bediüzzaman'a ait olup olmadığını bilmeden, içindeki ifadelere tenkit parmağını uzatan bir yazar, kafasındakilere uymadığı için, bunların bir uydurmadan ibaret olduğuna hükmetti. Hatta, "Davul Mehdi’de, tokmak Papa’da mı olacak?" başlıklı bir yazıyla, mektuptaki ifadelerle alay etti. şu ifadeler aynı yazıdan iktibastır: "Efendim, gûya Bediüzzaman’a ait bu mektupta, 'Gerçi hakikat noktasında Âhirzamandaki Büyük Mehdî, siyaseti tam dindar ısevîlere bırakıp, yalnız ıslâmiyet hakikatlerini isbata, izhâra, icrâya çalışır' cümlesi yer alıyor. Mantığa takla attıran kişiler, cümledeki tenâkuzu fark edemeyecek kadar da ilimden nasibsiz olduklarını göstermişler. ...Üstâd, bir başka eserinde 'Yalan, bir lâfz-ı kâfirdir' (Sözler, Lemeât, s.663) diyor. Söylemediği bir sözü o zâta isnad edenler, yahut da o zâtın cümlelerinin arasına girenler, kesinlikle bu mukaddes dinin mensupları olamaz."
Sonra, bu yazının neşrolduğu aynı gün içinde kaleme sarılma mecburiyeti hisseden muhterem Abdulkadir Badıllı, bu "tenkit ve tahkir uzmanı yazar"a cevaben gayet açık şöyle bir mektup yazdı:
"...ısimli yazar, ...isimli gazetede, yine kendi mantığını Risâle-i Nurun ve Hz. Bediüzzaman'ın mesleğinin temelinde lâyetezelzel bir esas kabul ederek; 1944'ten beri Emirdağ-1 Lâhikası asıllarında kayıtlı üstadımızın bir mektubu için "Uydurulmuştur" diye ittihamlarda bulunmuş.
"Buna karşı deriz ki: 50 seneden beri yanımda mahfuz, yazma Emirdağ-1 kitabında yazılı olan bu mektub, eğer Hz. Bediüzzaman'a iftiraen uydurulmuş birşey ise, Cenâb-ı Azîz-i Cebbar, ben içinde dahil olmak üzere, onu uydurana bin lânet etsin ve onu Cehennemin esfel-i sâfilînine atsın.
"Ammâ, eğer o mezkûr mektup, kat'î ve şüphesiz olarak Hz. Bediüzzaman'ın ise ve ...isimli yazar gibi görmediğine inanmayan bir şahıs, kalkıp bunu cehl-i mürekkep gözlüğüyle inkâra ve küfre kalkışıyorsa, o durumda Aziz-i Cebbar olan Zat-ı Zülcelal, onun müstehakını versin.
"Risâle-i Nur talebelerine binler selâm."
Abdulkadir Badıllı (17.04.2004)
* * *
Aradan aylar geçtikten sonra, sözkonusu yazar, bir yazısında âdeta "Haa evet, tahkik ettim, Üstad Bediüzzaman'a ait öyle bir mektup varmış" dercesine, konuya temas edip geçti.
Ne var ki, bu "tahkiksiz ehl-i tahkir" olan yazar, sonradan da sanki Üstad'a ait böyle bir mektup yokmuş gibi davrandı ve Mehdî meselesi hakkında bildiğini okumaya aynen devam etti.
şimdi, sözü uzatmamak ve sizleri daha fazla merakta bırakmamak için, Üstad Bediüzzaman'a ait fevkalâde ehemmiyetli ve münekkitlere de cevâb-ı müskit mahiyetini taşıyan söz konusu o gayr-ı münteşir mektubun kısm-ı âzamını sizlere takdim ediyoruz. şöyle ki:
Aziz, sıddık kardeşlerim!
...Ahmed Feyzi ve Halil ıbrahim’in mektublarını okudum. Bu iki metin ve kıymettar ve tam sâdık kardeşlerim mektublarında benim şahsıma ziyade ehemmiyet veriyorlar. ...şahsıma ait olan fevkalâde hüsn-ü zanlarını Risâle-i Nur’a çevirseler daha iyidir.
Ben de, Halil ıbrahim’in parlak sadâkatından tezahür eden mektubunu ta’dil edip bana karşı hitabını Risâle-i Nur'a çevireceğim; sonra size gönderip Lâhika'ya yazılsın.
Ve, çok dikkatli ve Risâle-i Nur'un avukatı kardeşimiz Ahmed Feyzi'nin Mehdi hâdisesini Risâle-i Nur dairesi içinde çokça medâr-ı bahsetmesi, ehl-i dünyanın evhamını tahrike sebep olabilir. Çünki Mehdi mânâsında, bir siyaset dahi bulunuyor diye eskiden beri fikirlerde yerleşmiş.
Risâle-i Nur bu mes’eleyi halletmiştir. Âhirzamandaki büyük Mehdi’den evvel çok mehdiler gelmiş geçmiş diye Risâle-i Nur isbat etmiş. Rivayetlerin muhtelif olması bu noktadan ileri geliyor.
Bu zaman şahıs zamanı olmadığından o ehemmiyetli ünvanlar şahıslara verilmez. Hem Risâle-i Nur’a da siyaset mânâsı da taşıyan o ünvanı vermemek münasiptir. Müceddidiyet kâfidir.
Gerçi, hakikat noktasında, âhirzamandaki gelecek büyük Mehdî, siyaseti tam dindar ısevîlere bırakıp yalnız ıslâmiyet hakikatlarını isbâta, izhara, icrâya çalışır.
Ve bu nokta-i nazardan, Risâle-i Nur, o zât-ı mübarekin (Mehdî'nin) veyahut onun cemaat-ı nuraniyesinin şahs-ı mâneviyesinin çok vazifelerinden en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-ı imâniyenin isbât ve neşrini tam yapıyor.
Fakat bu evhamlı ve bahaneleri arayan ve herşeyi siyaset noktasında düşünen adamlara karşı bu mehdi ünvanını Risâle-i Nur’a vermek Risâle-i Nur’un ihlâs sırrına ve dünyaya tenezül etmemesine muvafık olmaz.
Evet, Risâle-i Nur’daki sırr-ı ihlâs, yüzde doksan ihtimaliyle de olsa o makama talip olmamaklığımı iktiza ediyor. Çünkü küçük bir memuriyet veyahut zabit olmak gibi bir makamı düşünen, harekâtını o makama tevcih ediyor. Onu maksat yapıp ona çalışıyor. ıhlasını kaybeder. Uhrevî amellerini ona basamak yapsa, bütün bütün yanlış olur.
ışte böyle kudsî ve parlak bir makamı ve memuriyeti dünyada dahi kendine düşünmek ve gaye-i hayal yapmak bütün harekâtını hatta uhrevî amellerini o makama yakıştırmak suretini verdiğinden hakikat-ı ihlâsı bozar. Eğer öyle bir makam verilse de ihsân-ı ılâhî olur. ınsanın kesb ve ameli ona vesile olamaz ve ekseriyetle bilinmez. Bilinmese daha iyidir.
Elbette bu zamanda siyasete her şeyi fedâ eden insanlar nazarına karşı Risâle-i Nur mesleğindeki ihlâs, böyle şeyleri aramaz.
Yalnız bu kadar var ki: şâkirdleri tam itimad ve kat'i yakînlerini takviye için harikulâde bir surette hem Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsini, hem bazı şâkirdlerini, hatta tercümanını pek büyük makamlarda bulunduklarını itikad edebilirler. Çünkü eskiden beri üstadlarına karşı ziyade hüsn-ü zan kabul edilmiş; hatta, Kur’ân’dan ve hadisten sonra en mühim hüccet-i imâniye, Risâle-i Nur’dur diyebilirler.
Umum kardeşlerime birer birer selam ve duâ, duâlarını rica ediyoz.
El-bâki Hüvel-bâki, kardeşiniz Said Nursî
* * *
Demek ki neymiş: Zaman şahıs zamanı değil, yani lider şahıs beklentisi olmayacak; Hz. Mehdî, bilfiil siyaset yapmayacak, devlet başkanı olmayacak; onun bu vazifesini Hz. ısa'ya bağlı "tam dindar ısevîler", tâbiri diğerle "Müslüman ısevîler" yapacak, vesâire...
03.06.2005
Alıntı
"biz şunu izah etmeye çalışıyoruz , Mehdi Üstaddır veya Hocaefendidir kim derse , hem üstada hem Hocaefendiye hemde bu muteremlerin şahsında yaptıkları Hizmetleri baltalar ve zarar verir. Nitekimde veriyor ! "
Alıntı sahibi ""shiba""
"biz şunu izah etmeye çalışıyoruz , Mehdi Üstaddır veya Hocaefendidir kim derse , hem üstada hem Hocaefendiye hemde bu muteremlerin şahsında yaptıkları Hizmetleri baltalar ve zarar verir. Nitekimde veriyor ! "
"Bu konu başlığının açılmaması açılmasından daha ahyırlı olduğunuda ilk yazılarımızda izah ettik , zarar veriyor dedik ! "
- AMENNA muhterem nesl-i cedid kardeşim...Katılıyorum...
"Siz beni tanıyorsunuz , söylemediğimiz bir konuda bizi zan altında bırakmayın ! "
- Evet sayın nesl-i cedid kardeşim, sizi antoloji' den tanıdığım ve hizmetlerinizi de gerçekten takdir ettiğim için bunları yazma durumunda kaldım zaten...
Samimi ve ihlaslı olduğunuza inanıyorum...
Bu konuyu tartıştığınız arkadaşlarımız da ilim ve hizmet ehli,samimi, ihlaslı kardeşlerimizdir...
Velakin, hizmet erleri arasında yok yere nizaya sebeb olabilecek böyle yersiz konuların forumda tartışılması beni gerçekten rahatsız ediyor...
Eğer ahirzamanda bir fütuhat olacaksa "ki olacak inşallah" , bence birliğimizi ve beraberliğimizi muhafaza edersek olacaktır...
Bizler bir vücudun azaları, bir ağacın dalları gibi olmalıyız ki Risale-i Nur' a layık talebeler olabilelim...
Sizlerin de Cuma sı hayırlı ve bereketli olsun inşallah...AMıN...
Alıntı sahibi ""nesl-i cedid""
Bu konu başlığının açılmaması açılmasından daha ahyırlı olduğunuda ilk yazılarımızda izah ettik , zarar veriyor dedik !
Alıntı sahibi ""shiba""
Ben öldükten , imtihanımı kaybettikten sonra kıyamet kopsa ne olur, kopmasa ne olur...
Alıntı
"Mehdi Üstaddır veya Hocaefendidir kim derse , hem üstada hem Hocaefendiye hemde bu muteremlerin şahsında yaptıkları Hizmetleri baltalar ve zarar verir. Nitekimde veriyor ! "
Alıntı sahibi ""nesl-i cedid""
Özetlemek gerikirse :
1-) Bir şakirdin , Mehdi Üstaddır veya falan Zattır şeklinde düşünmesinde dinen bir beis yoktur ! Ancak , bunu açıkça izhar etmesi , hem O Zata hemde temsil ettiği davaya zarar verir ! (Sikkeyi Tasdiki gaybiyye ( sy.11))
2-) Mehdi gelmiştir , veya yakın zamanda gelecek ve ıslam dünyasını toparlıyacak , bir itthiad-ı ıslamiyet tesis edecek , düşünceiyle rehavete kapılınmamalı , Mehdi Efendiye şakirt olmak için gayret edilmelidir ! hassaten 1.şua'da geçen , "Allah nurunu tamamlıyacaktır" mealindeki Ayetin, Hicri 1424 yılına (Miladi 2004) yapılan işarete mazhar bir şakirt olmöaya çalışılşmalıdır !
3-) ıhlas Risalesinde geçen : "Kardeşleriniz tenkit etmemek" ve " Faziletfuruşluk nevinden gıbta damarını tahrik etmemek" düsturlarını sıkça okumalıyız ( nefsime )
4-) Nur dairesi içindeki kardeşlerimizin , bugün itibari ile Hocaefendiye ABD ajanı yakıştırmalarının yanında Üstad Hazretlerinede ıngiliz ajanı yakıştırmasını yapan CD lerin organizatörü olan meşhur Ateist Doğu Perinçek ve onlara bu konuda hizmetkarlık yapan Sahte şeyhler , bu vesile ile aslında bir hayra vesile olmaktalar , o da şudur : "Biz birbirimizi istesek de istemesekde , birbirimizi beğensekde beğenmesekde , ortak düşmanlar bizi aynı kefeye koyuyor ve hepimize top yekün saldırıyorlarsa , lütfen gereksiz ve furuata ait meseleleri bir kenara bırakıp , bu düşman cephesini , ilmi ve fikri atmosferde mücadele edelim ! Enerjimizi bu yönde istihdam edelim !
Allah Rızası istikametinde olmıyacaksak , bize ya Hidayet etsin , ya da bir lahza dahi yaşatmasın ! Bunu söylerkende samimiyetten ayırmasın !
Alıntı sahibi ""WORLD""
Peki HAZRETı ıSA KıM.?