Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

03.05.2005, 11:22

risale-i nurlarda varlık nasıl tarif edilir?

a:varlık bir gerçek olarak değil algı olarak vardır tek gerçek allahtır?

b:varlık bir gerçek olarak yaratılmıştır,allah bütün varlığıda kapsadığından varlık allahın sonsuzluğu içerisinde bir yer kapsar dolayısıyla varlık allahın bir zerresidir?

c:varlık yaratıcı tarafından bir gerçek olarak var edilmişdir.ancak varlığın allahın zerresi olması söz konusu değildir.

d:varlık ilahın bir tecellisidir.


varlığın nasıl var olduğu ile ilgili risale-i nurun yaklaşımı nedir?

bu konuyla ilgili islam alimlerinin farklı yaklaşımları var?

(d şıkkı ehli-sünnette gözlenmez)

üstad ne demişdir?

bu konudaki yaklaşımı nedir?

2

03.05.2005, 13:38

değerli faraklit kardeşim;

bahsettiğiniz konu Rsale-i Nurun bir çok bölümünde izah edilmekle birlikte bilhassa 18 mektub ve Latif nükteler adlı eserlerde detaylı olarak izah edilmiştir.

Alıntı

ışte, Sahabe ve asfiya-i müçtehidîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt, -2- derler ki, Cenâb-ı Hakkın bütün esmâsıyla hakikî bir surette tecelliyâtı var. Bütün eşyanın Onun icadıyla bir vücud-u ârızîsi vardır. Ve o vücut, çendan Vâcibü’l-Vücudun vücuduna nisbeten gayet zayıf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenâb-ı Hak, Hallâk ismiyle vücut veriyor ve o vücudu idame ediyor. 2-Eşyanın hakikatleri kesin olarak vardır.

şimdilik vaktim yok.
inşallah bu önemli konuyu müzakere edelim.
diğer kardeşlerin de katkısını bekleriz.
saygılar

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

3

04.05.2005, 18:34

Son zamanlarda dünya işlerine fazla daldığım için risale-i nura karşı zihnimin darlaştığını hissediyorum. Bu zihin darlığı ile birlikte Risale-i Nurda geniş olarak işlenmiş bu konuya dair ne yazabilirim bilmiyorum. Araştırmak gerek.. şimdilik hatırımda kalanlara göre bir kaç şey söylemek istiyorum.

Değerli @Faraklit_..Risalelerde okuduğum kadarıyla üstad, "Eşyanın sabit bir hakikatı vardır" şeklindeki selef yolunu tercih ediyor. Zaten @ahmet said abinin verdiği alıntı bunu gösteriyor. Bu durumda "c" şıkkındaki görüş üstada en yakın görüş oluyor. Fakat bu, diğer şıkların bütün bütün yanlış olduğunu göstermiyor. O şıklarında doğru olduğu noktalar var. fakat gözden kaçırılan noktalarda var. bu yüzden tam doğru olamıyor.

Üstad, selef mesleğine tabi olarak "Eşyanın sabit bir hakikatı vardır" fikrini savunuyor. Fakat buna dair filozoflar gibi bir tahkikatını ben görmedim. Sadece Esma-i ılahiye noktasından bir izahı var. O da kısaca şu şekilde : "Cenab-ı Hakkın Rezzak, Hallak gibi isimleri hakikatte vardır. Bu isimlerin tezahürü için de mahlukatın var olması gerekir. mahlukat yoksa yani hayali ise, o zaman bu isimlerin ve sıfatların da hayali olması gerekir. Bu ise hakiki var olan cenab-ı hakkın sıfatlarının bir cihette inkarı olur. "
inşallah bunlarla ilgili yerleri buraya yarın yazarım.

Bu mesele filozoflar gibi islam alimlerinin de zihnini çok kurcalamıştır. Hatta ımam-ı Gazali gibi bir alimi bunalıma sokmuş bir mesele. Gazali de varlığın gerçekliğini çok sorgulamış. "Duyulara güvenebilirmiyiz, maddenin gerçekliği varmıdır, şu alem bir rüya gibi olamazmı?" diye çok araştırmış. Bu buhrandan "Allah'ın kalbime attığı bir nur ile kurtuldum" der.

Decartes'e meşhur sözünü söylettiren de bu meseledir. "Düşünüyorum öyleyse varım"... Decartes da varlığı sorgulamış. her şey hayal olamaz mı? diye düşünürken birden bir şeyin farkına varmış:" herşey hayal bile olsa bunları algılayan ben varım. algılayan şey, yani "ben" kesin olarak varım" . Evet olmayan şey olmayan zihninde nasıl bir suret oluşturabilir? işte bunun için "düşünmeyi" hakikatte var olduğuna delil saymış. meşhur sözünü söylemiş. Bu noktadan bakılırsa "a" şıkkı yanlış oluyor.

Fakat "a" şıkkının bir doğruluk payı var . yalnız şu şekilde;
1- şu alem mahiyetini bilemediğimiz bir şekilde vardır
2- insan ise şu alemi kendi algıladığı bir şekilde görür
3- öyle ise şu alem insanın gördüğü ve algıladığı şekilde olmaya bilir
4- ama ne şekilde ve mahiyette olursa olsun, sonuçta alem vardır.

Buna bir misal; Nasılki biz televizyon izliyoruz. Ve biliyoruz ki Televizyondaki görüntü ve ses, sinyal ve dalga şeklinde geliyor. TV de gördüğümüz spikerin görüntüsü ve sesi havada sinyal şeklinde dolaşır. bunu görmemiz ve işitmemiz mümkün değil. aklen şöyle diyebiliriz " ses var, ama sessiz bir ses.. görüntü var, ama suretsiz bir görüntü" işte bu görüntüyü ve sesi algılayan bir alıcı (TV) olunca bu sinyaller ve dalgalar bizim tv deki görüntüye ve sese dönüşür.
ışte Bu sistemin işleyişini bilen birisi , TV nin ne olduğunu hiç bilmeyen birisine dese ki : "şu tv de gördüğün ses ve görüntü hakikatte öyle değildir. Onun hakikati buna hiç benzemeyen bir sinyaldir bir dalgadır" bu söz doğrudur. Fakat " şu tv de gördüğün ses ve görüntü sadece TV nin bir algılamasıdır. hakikatte böyle böyle bir şey yoktur. TV olmasa idi Spikerin görüntüsü ve sesi de olmazdı" dese yanlıştır. Çünkü görüntü ve sesin aslı bu sinyaldir. TV olmasa idi bu görüntüler sinyal olarak var olurdu. ama sonuçta yine var olurdu. (stüdyoyu hesaba katmıyoruz. Temsilde kusur aranmaz)

ışte biz de şu kainatın asıl mahiyetini bilemiyoruz. Cenab- Hak bizim fıtratımıza hangi alıcıları koymuşsa onlarla alemin farkına varıyoruz. Bu cihazlar alemin hakiki mahiyetini şu algıladığımız şekile çevirip bize sunuyor. şimdi biz " alemin hakiki mahiyeti başkadır. Bizim gördüğümüz şekilde değildir. bilemediğimiz başka bir tarzdadır. fakat biz ancak böyle anlayabiliyoruz" desek doğru olabilir. Böyle düşünülürse de "eşyanın bir hakikatı vardır" düsturu doğru oluyor.

fakat biz " şu alem gördüğümüz şekilde değildir. bunun bir aslı yoktur. sadece hislerimizin bize sunduğu bir çeşit algıdır" desek yanlıştır. çünkü biz var olmasak bile bu alem asıl mahiyeti ile beraber varlığını sürdürüyor. biz sadece alemin gerçek mahiyetini hislerimizin algıladığı şekilde görüyoruz. Allah hislerimizi kaldırıp, onların yerine alemin gerçek varlığını kavrayabilecek hisler yerleştirse idi o zaman alemi farklı şekilde görürdük. yani Meleküt cihetini görürdük. "ınsanlar uykudadır ölünce uyanırlar" hadisi buna işaret eder.

her ne ise uzun ve karışık oldu. Gerçi siz üstadın fikirlerini sormuştunuz. Onları da bulursak buraya yazarız inşallah. Diğer şıklar hakkında da bir kaç şey söyleyeceğim. şimdilik bu kadar. selametle kalın.

4

04.05.2005, 19:25

mihmandar kardeşim;
konunun ehemmiyetine binaen 18.mektubdan ilgili bölümü buraya alıyorum:

Alıntı

ıKıNCı MESELE-ı MÜHıMME
Sual: Vahdetü’l-vücud meselesi, çoklar tarafından en yüksek makam telâkki ediliyor. Halbuki, velâyet-i kübrâda bulunan, başta Hulefâ-i Erbaa olmak üzere Sahabeler ve hem başta Hamse-i Âl-i Abâ olarak Eimme-i Ehl-i Beyt ve hem başta Eimme-i Erbaa olarak Müçtehidîn ve Tâbiînden, bu çeşit vahdetü’l-vücud meşrebi sarihan görülmemiş. Acaba onlardan sonra çıkanlar daha ileri mi gitmişler, daha mükemmel bir cadde-i kübrâ mı bulmuşlar?
Elcevap: Hâşâ! şems-i risaletin en yakın yıldızları ve en karib vereseleri bulunan o asfiyadan, hiç kimsenin haddi değil, daha ileri gidebilsin. Belki cadde-i kübrâ onlarındır.
Vahdetü’l-vücud ise, bir meşrep ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neşeli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit, çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar, en müntehâ mertebe zannediyorlar.
ışte şu meşrep sahibi, eğer maddiyattan ve vesaitten tecerrüd etmiş ve esbab perdesini yırtmış bir ruh ise, istiğrakkârâne bir şuhuda mazhar ise, vahdetü’l-vücuddan değil, belki vahdetü’ş-şuhuddan neş’et eden, ilmî değil, hâlî bir vahdet-i vücud onun için bir kemal, bir makam temin edebilir. Hattâ, Allah hesabına kâinatı inkâr etmek derecesine gidebilir. Yoksa, esbab içinde dalmış ise, maddiyata mütevağğıl ise, vahdetü’l-vücud demesi, kâinat hesabına Allah’ı inkâr etmeye kadar çıkar.
Evet, cadde-i kübrâ, Sahabe ve Tâbiîn ve asfiyanın caddesidir. -1- cümlesi, onların kaide-i külliyeleridir. Ve Cenâb-ı Hakkın, -2- mazmunu üzere, hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, Hâlıkıyettir. Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsârıdır. "Heme ost" değil, "Heme ezost"tur. Çünkü, hadisat ayn-ı kadîm olamaz. şu meseleyi iki temsille fehme takrib edeceğiz.
Birincisi: Meselâ bir padişah var. O padişahın hâkim-i âdil ismiyle bir adliye dairesi var ki, o ismin cilvesini gösteriyor. Bir ismi de halifedir; bir meşihat ve bir ilmiye dairesi, o ismin mazharıdır. Bir de kumandan-ı âzam ismi var; o isimle devâir-i askeriyede faaliyet gösterir, ordu o ismin mazharıdır.
şimdi, biri çıksa, dese ki, "O padişah yalnız hâkim-i âdildir; devâir-i adliyeden başka daire yok." O vakit, bilmecburiye, adliye memurları içinde, hakikî değil, itibarî bir surette, meşihat dairesindeki ulemanın evsâfını ve ahvâlini onlara tatbik edip, zıllî ve hayalî bir tarzda, hakiki adliye içinde tebeî ve zıllî bir meşihat dairesi tasavvur edilir. Hem daire-i askeriyeye ait ahval ve muamelâtını, yine farazî bir tarzda, o memurîn-i adliye içinde itibar edip, gayr-ı hakikî bir daire-i askeriye itibar edilir, ve hâkezâ... ışte, şu halde, padişahın hakikî ismi ve hakikî hâkimiyeti, hâkim-i âdil ismidir ve adliyedeki hâkimiyettir. Halife, kumandan-ı âzam, sultan gibi isimleri hakikî değiller, itibarîdirler. Halbuki padişahlık mahiyeti ve saltanat hakikati, bütün isimleri hakikî olarak iktiza eder. Hakikî isimler ise, hakikî daireleri istiyor ve iktiza ediyorlar.
ışte, saltanat-ı ulûhiyet, Rahmân, Rezzâk, Vehhâb, Hallâk, Fa’âl, Kerîm, Rahîm gibi pek çok esmâ-i mukaddeseyi hakikî olarak iktiza ediyor. O hakikî esmâ dahi, hakikî aynaları iktiza ediyorlar.
şimdi, ehl-i vahdetü’l-vücud madem -1- der, hakaik-i eşyayı hayal derecesine indirir. Cenâb-ı Hakkın Vâcibü’l-Vücud ve Mevcud ve Vâhid ve Ehad isimlerinin hakikî cilveleri ve daireleri var. Belki aynaları, daireleri hakikî olmazsa, hayalî, ademî dahi olsa, onlara zarar etmez. Belki vücud-u hakikînin aynasında vücut rengi olmazsa, daha ziyade sâfi ve parlak olur. Fakat, Rahmân, Rezzâk, Kahhâr, Cebbâr, Hallâk gibi isimleri ise, tecellîleri hakikî olmuyor, itibarî oluyor. Halbuki, o esmâlar, mevcut ismi gibi hakikattirler, gölge olamazlar; aslîdirler, tebeî olamazlar.
ışte, Sahabe ve asfiya-i müçtehidîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt, -2- derler ki, Cenâb-ı Hakkın bütün esmâsıyla hakikî bir surette tecelliyâtı var. Bütün eşyanın Onun icadıyla bir vücud-u ârızîsi vardır. Ve o vücut, çendan Vâcibü’l-Vücudun vücuduna nisbeten gayet zayıf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenâb-ı Hak, Hallâk ismiyle vücut veriyor ve o vücudu idame ediyor.
ıkinci temsil: Meselâ şu menzilin dört duvarında dört tane endam aynası bulunsa, herbir ayna içinde her ne kadar o menzil öteki üç aynayla beraber irtisam ediyor; fakat herbir ayna kendinin heyetine ve rengine göre eşyayı kendi içinde ihtiva eyler, kendine mahsus misalî bir menzil hükmündedir. ışte, şimdi iki adam o menzile girse, birisi birtek aynaya bakar, der ki: "Herşey bunun içindedir." Başka aynaları ve aynaların içlerindeki suretleri işittiği vakit, mesmuâtını o tek aynadaki, iki derece gölge olmuş, hakikati küçülmüş, tagayyür etmiş o aynanın küçük bir köşesinde tatbik eder. Hem der: "Ben öyle görüyorum, öyleyse hakikat böyledir."
Diğer adam ona der ki: "Evet, sen görüyorsun, gördüğün haktır. Fakat vakide ve nefsü’l emirde hakikatin hakikî sureti öyle değil. Senin dikkat ettiğin ayna gibi daha başka aynalar var; gördüğün kadar küçücük, gölgenin gölgesi değiller."
ışte, esmâ-i ılâhiyenin herbiri ayrı ayrı birer ayna ister. Hem meselâ Rahmân, Rezzâk, hakikatli, asıl oldukları için, kendilerine lâyık, rızka ve merhamete muhtaç mevcudatı ister. Rahmân, nasıl hakikî bir dünyada rızka muhtaç hakikatli zîruhları ister; Rahîm de, öyle hakikî bir Cenneti ister. Eğer yalnız Mevcud ve Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad isimleri hakikî tutulup öteki isimler onların içine gölge olmak haysiyetiyle alınsa, o esmâya karşı bir haksızlık hükmüne geçer.
ışte şu sırdandır ki, cadde-i kübrâ, elbette velâyet-i kübrâ sahipleri olan Sahabe ve asfiya ve Tâbiîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt ve eimme-i müçtehidînin caddesidir ki, doğrudan doğruya Kur’ân’ın birinci tabaka şakirtleridir.

5

04.05.2005, 19:36

faraklit kardeşin naklettiği birinci şık:

Alıntı

a:varlık bir gerçek olarak değil algı olarak vardır tek gerçek allahtır?
zannediyorum ki vahdet-i vucud meselesini anlatıyor. Zira bu fikrin çıkış kaynağı vahdet-i vucud mesleğidir.
Zira bu mesleğin en önemli prensibi "La Mevcude ılla Hu" dur. Yani Allah'tan başka mevcut yoktur manasını ihtiva eden bir mesele. ışte Üstad hz.leri bu mesleğin mahiyetini hem tahlil ediyor, hem de hatalı yönlerini tespit ediyor. ılgili bölümü naklettim.
Bu nedenle mihmandar kardeşin bahsettiği algılama meselesi izafidir. Yani biz insanların hal ve davranışlarıdır. Ama yukarıdaki mesele ise varlığın sorgulaması olarak gözüküyor.

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

6

05.05.2005, 09:27

Değerli @ahmetsaid abi..
"a" şıkkındaki görüş, sizin de dediğiniz gibi daha çok vahdet-ül vücud ağırlıklı bir görüş olarak görünüyor.. Yani "Gerçek varlık Allahdır. Allahdan başka hiçbir şey yoktur" mantığını kabul etmek için alemi inkar etmek zorundalar. Fakat alemi de karşılarında görüyorlar. Bu sefer "alem bir hayaldir. Hakiki gerçekliği yoktur, mevcut değildir" gibi bir yanlış fikirle kendilerince meseleyi hallediyorlar. Hulasa onlar için varlığın gerçek mahiyeti sadece bir vehim ve bir hayal...

Fakat yine "a" şıkkındaki meseleye uygun düşünen ama gayeleri vahdet-ül vücut olmayan bazı insanlar da var. " şu alemin mahiyeti nedir, gerçekliği varmıdır. Rüya gibi bir hayal olamazmı?" diye sorgulayan insanlardır. Bunların gayesi "Allahdan başka her şey hayaldir" gibi bir vahdet-ül vücud fikrini savunmak değil, sadece alemin gerçekliğini sorgulamak. iki fikir birbirine çok yakın . hatta sonuçta aynı yere çıkıyor denebilir. Bunların bazıları "herşey bir algıdan ibarettir. alemin gerçekliği yoktur." derler.

ben daha çok bu ikinci tarz düşünceyi yorumlayarak bu fikrin yanlış olduğunu fakat doğru olabilecek (veyahut doğru olan) bir hakikate işaret ettiğini anlatmaya çalıştım. Yoksa vahdet-ül vücudu savunmuyorum.

Bu arada alıntı yaptığınız mektup, üstadın genel görüşünü özetleyecek mahiyette. Bunun için de teşekkürler

7

05.05.2005, 15:00

mihmandar kardeşim;
ben vahdet-i vucud mesleğini savunduğunuz noktasından değil, "sorunun aslında vahdet-i vucud soruluyor" anladığım için görüş beyan ettim.

yoksa sizin dile getirdiğiniz husus:

Alıntı

Fakat yine "a" şıkkındaki meseleye uygun düşünen ama gayeleri vahdet-ül vücut olmayan bazı insanlar da var. " şu alemin mahiyeti nedir, gerçekliği varmıdır. Rüya gibi bir hayal olamazmı?" diye sorgulayan insanlardır. Bunların gayesi "Allahdan başka her şey hayaldir" gibi bir vahdet-ül vücud fikrini savunmak değil, sadece alemin gerçekliğini sorgulamak. iki fikir birbirine çok yakın . hatta sonuçta aynı yere çıkıyor denebilir. Bunların bazıları "herşey bir algıdan ibarettir. alemin gerçekliği yoktur." derler.

bir gerçektir.
bu gün özellikle de "batılı mistik bilim adamları" arasında dediğiniz tarzda tartışmalar yapıylor. özellike kuantum mekaniği üzerine çalışanlar kainatı "gidip gelen bir köpük" tarzında belirliyorlar.


saygılar

8

05.05.2005, 15:07

Tahavvülat-ı Zerrat hastası bir abi var burada, internet ve bilgisayarı olsa (daha doğrusu kullansa) bu başlığa yazmadan edemezdi sanırım. Gazetede her Cuma çıkan Enstitü sayfasında Tahavvülat-ı Zerrat şerhi olarak 40-50 parça çıkmıştı, onu derleyip kitap yaptılar sanırım. Adı da Hakan Yalman - Kainatın Hecesi olsa gerek. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

9

05.05.2005, 15:08

a.şıkkı tasavvufçuların bir bölümünün dile getirdiği bir düşünce hatta adnan oktarın(harun yahya)yayınlarını takip ederseniz ordada aynı tasavvufi düşünceler dile getirilir...son zamanlarda moda olan matrix felsefesiylede bağ kuruyorlar...

b.şıkkı benim hz.pir abdulkadir-i geylaninin atiyye-i subhaniyye isimli ilahi ilham eserininden çıkarttığım sonuçlardır.

şöyle ki,

allah melekleri insanın nurundan,

insanıda kendi nurundan yaratmışdır,

kainattaki her şey allahın bir tek isminin güzelliğidir

(atiyye-i sübhaniyye sayfa:99)


demişdir...

c.şıkkı yaygın olan kannattir...

d.şıkkı ise sunni islamda görülmez...

10

05.05.2005, 15:13

Tahavvülat-ı Zerrat şerhi - 42 Parça

Abdulkadir-i Geylani, Muhyiddin-i Arabi ve diğer tasavvuf büyüklerinin kitaplarını okuyup sonuçlar çıkarmaktan korkuyorum. Zira, me'cazi, te'villi ifadeler çok, bir de Muhyiddin-i Arabi 'nin bir sözü var "Bizim makamımızda olmayanlar kitaplarımızı okumasın." . Kelam, fıkıh gibi önemli tahsilleri yapmadan, tasavvufçuların lügatları başka hangi manalarda kullandıklarını bilmeden okumaktan çekiniyorum. Üstad'ın bizim anlayacağımız şekilde anlattığı bölümlerle iktifa etmeliyiz avam olarak, gerisine pek meraklanmayalım diyorum, bilmem siz ne düşünürsünüz.

11

05.05.2005, 15:18

farklit kardeşin açtığı konuya devam edersek:

Alıntı

a:varlık bir gerçek olarak değil algı olarak vardır tek gerçek allahtır?

Bu anladığımız kadarıyla vahdet-i vucud mesleğine işaret ediyor. Zira bu meslek sahipleri "lamencudeillahu" diyerek Allah dan başka bütün eşyayı ya yok saymışlar, ya da hayal derecesine indirmişler. Üstad hz.leri bu mesleği hem kabul etmiyor, hem de hatalarını ortaya koyuyor. Yukarıda naklettiğimiz ifadelere bakılabilir.

Alıntı

b:varlık bir gerçek olarak yaratılmıştır,allah bütün varlığıda kapsadığından varlık allahın sonsuzluğu içerisinde bir yer kapsar dolayısıyla varlık allahın bir zerresidir?

Üstad Hz.leri bu düşünce tarzına şöyle cevap veriyor:

Alıntı

"Allah hiç bir şeye benzemez"- mazmunu üzere, hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir.

Yani:
Cenab-ı hak ne isim ve sıfatlarında, ne de fiil ve hakimeytinde hiç bir şeye benzemez. O yarattığı eşyaya benzemekten münezzehtir, alidir, yücedir. Bu nedenle tahayyü, yani yer ve mekan tutmaktan da münezzehtir. aynı zamnda tecezziden, yani parçalara bölünmekten, parçalara ayrılmaktan da münezzeh ve alidir. zaten parçalara bölünmek yaratılmış eşyanın sıfat ve halidir.
Bu açıklamlar ışığında varlık allahın bir zerresidir demek allahın azametine ters düşer. Zira Cenab-ı Hak zerrelere ayrılmaktan münezzehtir.


Alıntı

c:varlık yaratıcı tarafından bir gerçek olarak var edilmişdir.ancak varlığın allahın zerresi olması söz konusu değildir.

Bu tarzdaki bir yol ehl-i sünnetin ve Üstad'ın kabul ettiği bir yoldur. Bu yukarıda açıklandı.

Alıntı

d:varlık ilahın bir tecellisidir.

bu ifadenin ne demek istediğini doğrusu pek anlamdım.
acaba bu kainat allah'ın tecelli ettiği yer midir veya Allah'ın isimlerin ve sıfatlarının tecelli ettiği yer midir" tarzında bir soru mu?
bu konuyu faraklit kardeş açıklar umarım.

Alıntı

varlığın nasıl var olduğu ile ilgili risale-i nurun yaklaşımı nedir?

bu konuyla ilgili islam alimlerinin farklı yaklaşımları var?

(d şıkkı ehli-sünnette gözlenmez)

üstad ne demişdir?

bu konudaki yaklaşımı nedir?

bu konuda gerekli nakilleri yaptık.
ihtiyaç olursa yine yaparız
saygılar

12

05.05.2005, 15:25

derli faraklit kardeşim;

dinde en öenmli konulardan birisi müteşabihat konusudur.
yani bazı mühim konular ve derin meseleler misal yolu ile, benzetme yolu ile anlatılmıştır.

bazen de açık benzetmeler yapılmıştır.
mesela
"yed-i Kudret"
gibi.
şimdi bu söz elbette ki Kudretin eli olduğu manasına gelmez.
Üstad hz.leri Birinci sözde "ınsanda suret-i rahman vardır" hadisini açıklarken bu hususa temas eder.
işte Gavs-ı Azam'ın sözleri de bu nedendir.

Alıntı

allah melekleri insanın nurundan,

insanıda kendi nurundan yaratmışdır,

kainattaki her şey allahın bir tek isminin güzelliğidir

yoksa bu "sözden kainat allahın bir parçasıdır" hükmünü çıkarmak çok uzak ve uygun olmayan bir tevil olur.
zira Üstad Hz.leri "Allah tecezziden(parçalara ayrılmaktan) münezzehtir" diyor.

saygılar

13

05.05.2005, 15:26

hıristiyanlar mesihi(a.s),yahudiler üzeyiri(a.s)

bahailer bab ve bahaullahı,nusayriler aliyi(k.s),şii-nizari/ismailiyye babadan oğula bir soyu...

putperestler putlarını,animistler doğayı

ilahın bir tecellisi saydılar...

budur...

14

05.05.2005, 15:29

şimdi anladım.

doğru bu itikadi bir mesele.
zaten inançlarımız bu tür itikad dışı yaklaşımları kabul etmez

saygılar

15

05.05.2005, 15:30

anladım meseleyi teşekkür ederim...

sadece şunu soruyum allahın yarattığı maddeyi kapsaması gibi bir durum yokdur mu?demek lazım...

çünki madde gerçekte yoktur demiyoruz...

zerredir desek olmuyor...

ne demek lazım?

16

05.05.2005, 16:15

üstad Hz.leri bu konuda şöyle diyor.

Alıntı

allah'ın hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, Hâlıkıyettir. Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsârıdır. "Heme ost" değil, "Heme ezost"tur. Çünkü, hadisat ayn-ı kadîm olamaz. şu meseleyi iki temsille fehme takrib edeceğiz.

cenab-ı hak hiç bir şeye benzemez. Maddeden ve mekandan ve yarattığı şeylere benzemeketen münezzehtir. Mevcudatla, şu kainatla alakası Yaratıcılık sıfatından dolayıdır. ne vahdet-i vucud mesleğinin dedği gibi kainat bir hayaldir, ne de materyalist felsefenin dediği gibi madde bizzat kendi halinde vardır. Hadisler kendi kendine var olamaz. Allah kainatta her şeyi yaratmıştır. Kainatın vucud Kudter-i ilahiye nisbeten vucud olarak kabul edilmese de Allah'ın yaratması ile bir vucudu var. kainattaki tüm vucud Allah'ın yaratması ile ayakta kalır ve devam eder. cenab-ı Hak bir an bile kainattan alakasını kesse kainat mahvolur gider. Allah Kainatta devamlı olarak yaratır, mahlukatının her halini kontorl eder ve gerekli şeyleri verir. Allah kayyumdur. yani kainat onundilemesi ve yaratması ile ayakta durur. bu nisbe-i kayyumiyet bir an bile kesilse kainat yok olur.
şimdi bu noktada, bir an kayyumiyet kesilse yok olacak bir kainat, nasıl ezeli ve ebedi bir zatın bir zerresi ve bir parçası olur?
O zaman yok olan kainat ile allah ın da bir parçası yopk olmaz mı?
allah zerrelere ve parçalara ayrılmaktan münezzehtir.
Cenab-ı hak her şeye muktedirdir.
Bu kainatı yaratmayı diledi.
ve yokluk perdesi içinden şu muazzam kainatı varlık alemine çıkarıp mahlukatına gösterdi.
yarattığı mahlukatı ile hangi noktada münasebet oluyor, mülk ve melekutunu ne tarzda idare ediyor, Sonsuzluk ile bu fani hayat nasıl bir noktada buluşuyor vs gibi soruların mahiyetini tamolarak anlamaya insan kapasitesi (en azından bizim gibilerin) yetmemesi insanı farklı yorumlar üretmeye cesaretlendirmememli.
bu açıklamaradan sonra:

Alıntı

allah sonsuz olduğuna göre yarattığı maddeyide kapsamaz mı?

asla, allah madde cinsinden değildir. maddeden ve emakndan münezzehtir. madde dediğimiz şey ise bize göre maddedir. maddenin hakiki mahiyetyini ise ancak Allah bilir.

Alıntı

ya maddenin gerçekten var olmaması lazım veya allahın maddeyi kapsaması lazım...

Maddenin var olmasını isteyen Allah tır. Yaratan da devam ettiren de Kıyamet ile yok edecek olan, haşir yolu ile tekrar yaratacak olan da Allah'tır. maddenin kendi başına bir gücü ve kuderti yok ki, kendi başına buyruk olsun ve Cenab-ı Hakkın gücüne müdahele etsin. kaninatın da kendi başına bir gücü yok. Ancak Llahın güç ve kudreti ile ayakta duruyor. şayet maddenin kendi zatında bir gücü olsa idi yukarıdaki sözü söylemek için bir bahane olurdu.

Alıntı

yani maddede ilahi bir hulul söz konusu değil ama ilahın sonsuzluğu çerçevesinde bir zerrelik söz konusu değil mi?

bu sözü yine tam anlamadım.
ne demek istediği açıklanırsa müzakere edebilriz.

saygılar

17

05.05.2005, 16:27

çok sağolun şimdi tam olarak bakış açısını kavradım...

en eski düşüncem doğru imiş tasavvuf ile olmadan ve yol gösterende olmadan ilgilenince yanlış bir noktaya varmışım...

üstad diyorsa doğrudur...

düşüncelerini naklettiniz allah razı olsun...

18

05.05.2005, 16:51

allah sizden de razı olsun faraklit kardeşim;

bu konuda Risale-i Nurda çok geniş bilgiler var.
özellike 22. sözü tavsiye ederim.

ama bu noktada bir şeye de dikkat çekmek gerek.

Günüzmde "bilim ve din" ve "bilim ve teknik" isimleri altında bazı kişilerin yazdığı ve esasen vahdet-i vucud gibi konuların ilim ve düşünce mantığı kisvesiyle sunulduğu kitaplara da dikkat etmek lazım.
ben onlardan bazılarını bir ara okudum ve gerçeketn tehlikeli buldum.

saygılar

19

05.05.2005, 17:12

Abi pek vaktim yok, şöyle üstünkörü bakıyorum, ama müzakere güzel gidiyora benziyor. Sufi kardeşlere risaleleri dikkatle okumalarını tavsiye ederim.

20

06.05.2005, 13:50

ahmet said beye katılıyorum..

ben önceden sizin anlattığınız gibi düşünüyordum...

sonra allahın sonsuzluğu fikrine binaen adanan oktarın(harun yahya) kimi tasavvufi kaynaklara atıfta bulunarak (özetolarak) varlık algıdan ibarettir tıpkı rüyadaki gibi biz gerçek olduğu sanrısına kapılırız düşüncesn benimsedim...

bir gün bir lokantada bir büyüğümle konuşuken mevzu bu konuya geldi ve maddenin bir algı olarak var olduğu düşüncesini kendisine açtığımda allah maddeyi gerçekten yaratmaktan aciz mi dedi?bende allah sonsuz oluğuna göre önümüzdeki masayı göstererek buda allah olmadığına göre dedim...bunun gerçekte var olmadığını söylemek daha makul dedim...hayır bu masa gerçekten var ve allahın sonsuzluğu içerisinde bir yer teşkil ediyor yani allahın bir zerresi olarak var dedi...mantıklı buldum sonra tasavvufçuların görüşlerini araştırmaya başladım...ve ebul mersi,pir geylani,pir rufai gibi zatların düşüncesininde bu istikamette olduğu yorumunda bulundum.daha önce söylediğim gibi yanmadan idrake kalkınca yanlış bir noktaya varmış oldum...sonra bir gün nakşibendi bir arkadaşla konuşurken-benim üstada muhabbetimi bildiğinden-sen böyle diyorsun ama üstad böyle demiyor dedi...

sizlere sorduk arkadaşın dediği doğruymuş...

allah razı olsun...

bu vesileyle tasavvufu araştırırken biraz dikkatli olmak gerektiğini anlamış bulunduk...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir