Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.
Alıntı
ışte, Sahabe ve asfiya-i müçtehidîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt, -2- derler ki, Cenâb-ı Hakkın bütün esmâsıyla hakikî bir surette tecelliyâtı var. Bütün eşyanın Onun icadıyla bir vücud-u ârızîsi vardır. Ve o vücut, çendan Vâcibü’l-Vücudun vücuduna nisbeten gayet zayıf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenâb-ı Hak, Hallâk ismiyle vücut veriyor ve o vücudu idame ediyor. 2-Eşyanın hakikatleri kesin olarak vardır.
Alıntı
ıKıNCı MESELE-ı MÜHıMME
Sual: Vahdetü’l-vücud meselesi, çoklar tarafından en yüksek makam telâkki ediliyor. Halbuki, velâyet-i kübrâda bulunan, başta Hulefâ-i Erbaa olmak üzere Sahabeler ve hem başta Hamse-i Âl-i Abâ olarak Eimme-i Ehl-i Beyt ve hem başta Eimme-i Erbaa olarak Müçtehidîn ve Tâbiînden, bu çeşit vahdetü’l-vücud meşrebi sarihan görülmemiş. Acaba onlardan sonra çıkanlar daha ileri mi gitmişler, daha mükemmel bir cadde-i kübrâ mı bulmuşlar?
Elcevap: Hâşâ! şems-i risaletin en yakın yıldızları ve en karib vereseleri bulunan o asfiyadan, hiç kimsenin haddi değil, daha ileri gidebilsin. Belki cadde-i kübrâ onlarındır.
Vahdetü’l-vücud ise, bir meşrep ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neşeli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit, çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar, en müntehâ mertebe zannediyorlar.
ışte şu meşrep sahibi, eğer maddiyattan ve vesaitten tecerrüd etmiş ve esbab perdesini yırtmış bir ruh ise, istiğrakkârâne bir şuhuda mazhar ise, vahdetü’l-vücuddan değil, belki vahdetü’ş-şuhuddan neş’et eden, ilmî değil, hâlî bir vahdet-i vücud onun için bir kemal, bir makam temin edebilir. Hattâ, Allah hesabına kâinatı inkâr etmek derecesine gidebilir. Yoksa, esbab içinde dalmış ise, maddiyata mütevağğıl ise, vahdetü’l-vücud demesi, kâinat hesabına Allah’ı inkâr etmeye kadar çıkar.
Evet, cadde-i kübrâ, Sahabe ve Tâbiîn ve asfiyanın caddesidir. -1- cümlesi, onların kaide-i külliyeleridir. Ve Cenâb-ı Hakkın, -2- mazmunu üzere, hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, Hâlıkıyettir. Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsârıdır. "Heme ost" değil, "Heme ezost"tur. Çünkü, hadisat ayn-ı kadîm olamaz. şu meseleyi iki temsille fehme takrib edeceğiz.
Birincisi: Meselâ bir padişah var. O padişahın hâkim-i âdil ismiyle bir adliye dairesi var ki, o ismin cilvesini gösteriyor. Bir ismi de halifedir; bir meşihat ve bir ilmiye dairesi, o ismin mazharıdır. Bir de kumandan-ı âzam ismi var; o isimle devâir-i askeriyede faaliyet gösterir, ordu o ismin mazharıdır.
şimdi, biri çıksa, dese ki, "O padişah yalnız hâkim-i âdildir; devâir-i adliyeden başka daire yok." O vakit, bilmecburiye, adliye memurları içinde, hakikî değil, itibarî bir surette, meşihat dairesindeki ulemanın evsâfını ve ahvâlini onlara tatbik edip, zıllî ve hayalî bir tarzda, hakiki adliye içinde tebeî ve zıllî bir meşihat dairesi tasavvur edilir. Hem daire-i askeriyeye ait ahval ve muamelâtını, yine farazî bir tarzda, o memurîn-i adliye içinde itibar edip, gayr-ı hakikî bir daire-i askeriye itibar edilir, ve hâkezâ... ışte, şu halde, padişahın hakikî ismi ve hakikî hâkimiyeti, hâkim-i âdil ismidir ve adliyedeki hâkimiyettir. Halife, kumandan-ı âzam, sultan gibi isimleri hakikî değiller, itibarîdirler. Halbuki padişahlık mahiyeti ve saltanat hakikati, bütün isimleri hakikî olarak iktiza eder. Hakikî isimler ise, hakikî daireleri istiyor ve iktiza ediyorlar.
ışte, saltanat-ı ulûhiyet, Rahmân, Rezzâk, Vehhâb, Hallâk, Fa’âl, Kerîm, Rahîm gibi pek çok esmâ-i mukaddeseyi hakikî olarak iktiza ediyor. O hakikî esmâ dahi, hakikî aynaları iktiza ediyorlar.
şimdi, ehl-i vahdetü’l-vücud madem -1- der, hakaik-i eşyayı hayal derecesine indirir. Cenâb-ı Hakkın Vâcibü’l-Vücud ve Mevcud ve Vâhid ve Ehad isimlerinin hakikî cilveleri ve daireleri var. Belki aynaları, daireleri hakikî olmazsa, hayalî, ademî dahi olsa, onlara zarar etmez. Belki vücud-u hakikînin aynasında vücut rengi olmazsa, daha ziyade sâfi ve parlak olur. Fakat, Rahmân, Rezzâk, Kahhâr, Cebbâr, Hallâk gibi isimleri ise, tecellîleri hakikî olmuyor, itibarî oluyor. Halbuki, o esmâlar, mevcut ismi gibi hakikattirler, gölge olamazlar; aslîdirler, tebeî olamazlar.
ışte, Sahabe ve asfiya-i müçtehidîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt, -2- derler ki, Cenâb-ı Hakkın bütün esmâsıyla hakikî bir surette tecelliyâtı var. Bütün eşyanın Onun icadıyla bir vücud-u ârızîsi vardır. Ve o vücut, çendan Vâcibü’l-Vücudun vücuduna nisbeten gayet zayıf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenâb-ı Hak, Hallâk ismiyle vücut veriyor ve o vücudu idame ediyor.
ıkinci temsil: Meselâ şu menzilin dört duvarında dört tane endam aynası bulunsa, herbir ayna içinde her ne kadar o menzil öteki üç aynayla beraber irtisam ediyor; fakat herbir ayna kendinin heyetine ve rengine göre eşyayı kendi içinde ihtiva eyler, kendine mahsus misalî bir menzil hükmündedir. ışte, şimdi iki adam o menzile girse, birisi birtek aynaya bakar, der ki: "Herşey bunun içindedir." Başka aynaları ve aynaların içlerindeki suretleri işittiği vakit, mesmuâtını o tek aynadaki, iki derece gölge olmuş, hakikati küçülmüş, tagayyür etmiş o aynanın küçük bir köşesinde tatbik eder. Hem der: "Ben öyle görüyorum, öyleyse hakikat böyledir."
Diğer adam ona der ki: "Evet, sen görüyorsun, gördüğün haktır. Fakat vakide ve nefsü’l emirde hakikatin hakikî sureti öyle değil. Senin dikkat ettiğin ayna gibi daha başka aynalar var; gördüğün kadar küçücük, gölgenin gölgesi değiller."
ışte, esmâ-i ılâhiyenin herbiri ayrı ayrı birer ayna ister. Hem meselâ Rahmân, Rezzâk, hakikatli, asıl oldukları için, kendilerine lâyık, rızka ve merhamete muhtaç mevcudatı ister. Rahmân, nasıl hakikî bir dünyada rızka muhtaç hakikatli zîruhları ister; Rahîm de, öyle hakikî bir Cenneti ister. Eğer yalnız Mevcud ve Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad isimleri hakikî tutulup öteki isimler onların içine gölge olmak haysiyetiyle alınsa, o esmâya karşı bir haksızlık hükmüne geçer.
ışte şu sırdandır ki, cadde-i kübrâ, elbette velâyet-i kübrâ sahipleri olan Sahabe ve asfiya ve Tâbiîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt ve eimme-i müçtehidînin caddesidir ki, doğrudan doğruya Kur’ân’ın birinci tabaka şakirtleridir.
zannediyorum ki vahdet-i vucud meselesini anlatıyor. Zira bu fikrin çıkış kaynağı vahdet-i vucud mesleğidir.Alıntı
a:varlık bir gerçek olarak değil algı olarak vardır tek gerçek allahtır?
Alıntı
Fakat yine "a" şıkkındaki meseleye uygun düşünen ama gayeleri vahdet-ül vücut olmayan bazı insanlar da var. " şu alemin mahiyeti nedir, gerçekliği varmıdır. Rüya gibi bir hayal olamazmı?" diye sorgulayan insanlardır. Bunların gayesi "Allahdan başka her şey hayaldir" gibi bir vahdet-ül vücud fikrini savunmak değil, sadece alemin gerçekliğini sorgulamak. iki fikir birbirine çok yakın . hatta sonuçta aynı yere çıkıyor denebilir. Bunların bazıları "herşey bir algıdan ibarettir. alemin gerçekliği yoktur." derler.
Alıntı
a:varlık bir gerçek olarak değil algı olarak vardır tek gerçek allahtır?
Alıntı
b:varlık bir gerçek olarak yaratılmıştır,allah bütün varlığıda kapsadığından varlık allahın sonsuzluğu içerisinde bir yer kapsar dolayısıyla varlık allahın bir zerresidir?
Alıntı
"Allah hiç bir şeye benzemez"- mazmunu üzere, hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir.
Alıntı
c:varlık yaratıcı tarafından bir gerçek olarak var edilmişdir.ancak varlığın allahın zerresi olması söz konusu değildir.
Alıntı
d:varlık ilahın bir tecellisidir.
Alıntı
varlığın nasıl var olduğu ile ilgili risale-i nurun yaklaşımı nedir?
bu konuyla ilgili islam alimlerinin farklı yaklaşımları var?
(d şıkkı ehli-sünnette gözlenmez)
üstad ne demişdir?
bu konudaki yaklaşımı nedir?
Alıntı
allah melekleri insanın nurundan,
insanıda kendi nurundan yaratmışdır,
kainattaki her şey allahın bir tek isminin güzelliğidir
Alıntı
allah'ın hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, Hâlıkıyettir. Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsârıdır. "Heme ost" değil, "Heme ezost"tur. Çünkü, hadisat ayn-ı kadîm olamaz. şu meseleyi iki temsille fehme takrib edeceğiz.
Alıntı
allah sonsuz olduğuna göre yarattığı maddeyide kapsamaz mı?
Alıntı
ya maddenin gerçekten var olmaması lazım veya allahın maddeyi kapsaması lazım...
Alıntı
yani maddede ilahi bir hulul söz konusu değil ama ilahın sonsuzluğu çerçevesinde bir zerrelik söz konusu değil mi?