Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

12.07.2003, 13:46

Gül bahçesinden bir demet...

6000 sayfalık bir eser olan Risale-i Nur Külliyatı, asrımız insanının iman problemlerine ve her türlü tereddüt ve şüphelere cevap vererek, ıslâmı severek yaşama şuuru ve şevki sunmaktadır. Biz bu eserlerden sadece Mesnevî-i Nuriye'den, kısa seçmelerde bulunacağız. Bu eserde "Ey aziz kardeşim bil ki" mânâsında "ı'lem eyyühe'l-aziz" hitabı yer almaktadır. Burada yer alan tavsiyeler gül bahçesinden derilmiş sadece bir demet sayılır. Bu güllerin, sizi bahçeye davet etmeye yeteceğini ümid ediyoruz.

2

12.07.2003, 14:05

ı'lem eyyühe'l-azîz!

Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terk etmek lâzımdır.

1. Dünyanın ömrü kısa olup sür'atle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle visalin lezzeti zeval buluyor.

2. Dünyanın lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.

3. Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doğru gitmekte olduğun kabir dünyanın zinetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey orada çirkindir.

4. Düşmanlar ve haşerât-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı muvazenedir. Maahâzâ, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel Allah'ın dâvetine icabet et.

Mesnevî-i Nuriye, s. 106, 107

3

12.07.2003, 14:45

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Âlemde tesadüf yoktur. Evet, bilhassa bahar mevsiminde, küre-i arz bahçesinde, bütün ağaçların dallarında, çiçeklerin yapraklarında, mezrüatın sümbüllerinde hikmet bülbülleri, hikmet ayetlerini tanaggum ve terennümle inşad ettikleri iman kulağıyla, basiret gözüyle dinlenilirse, tesadüf şeytanları bile kabulle hayran olurlar.

Mesnevî-i Nuriye, s. 205

4

14.07.2003, 13:30

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Her kim kendisini Allah’a mal ederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah’a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah’a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve herşeyin Ondan olduğunu ve Ona rücû ettiğini bilmekle olur.

Mesnevî-i Nuriye, s. 92

5

14.07.2003, 13:57

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı haliyle, "Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim" diye kendisi döner, sürü de döner.
Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına mâruz kaldığın zaman, * söyle ve merci-i hakikîye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.

Mesnevî-i Nuriye, s. 102

* "Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz." Bakara Suresi, 2:156.

6

14.09.2003, 12:40

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Kur’ân-ı Kerim okunurken, istimâında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin.

1. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev-i beşere hitaben Kur’ân’ın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O fem-i mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.

2. Veya Cebrâil (a.s.) Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) tebliğ ederken, her iki hazretin arasında yapılan tebliğ-tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.

3. Veya Kab-ı Kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelînin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.

Mesnevî-i Nuriye, s. 119

7

14.09.2003, 12:43

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Ubudiyette ancak teslimiyet vardır. Tecrübe, imtihan yoktur. Çünkü, seyyid, efendi abdini, hizmetkârını tecrübe ve imtihan edebilir. Fakat, abd seyyidini imtihan etmek salâhiyetinde değildir. Ve keza insan Rabbini, Hâlıkını tecrübe edemez.

Mesnevî-i Nuriye, s. 125

8

14.09.2003, 12:46

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terk edecek olan dünyanın sefahetini bugün kemal-i izzet ve şerefle terk edersen, pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü, o seni terk etmeden evvel sen onu terk edersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun. Fakat vaziyet maküse olursa, kaziye de maküse olur.

Mesnevî-i Nuriye, s. 157

9

14.09.2003, 12:55

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Hiçbir insanın Cenab-ı Hakka karşı hakk-ı itirazı yoktur. Ve şekva ve şikayete de haddi yoktur. Çünkü, şikayet eden ferdin hilaf-ı hevesini iktiza eden, nizam-ı alemde binlerce hikmet vardır. O ferdi irza etmekte, o bin hikmetin iğdabı vardır. Bir ferdi razı etmek için bin hikmet feda edilemez.
*
Eğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın nizam ve intizamı fesada gider.

Ey müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz’i hevesini külliyat-ı kainata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet nikmet olmasın? Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin?

Mesnevî-i Nuriye, s. 162

* "Eğer hak onların keyiflerine tabi olsaydı, gökler ve yer hep fesada uğrardı." Mü’minün Süresi, 23:71.

10

02.12.2004, 10:33

Mesnevii-i Nuriye Okumaları


ıtizar
Risale-i Nur Külliyatından el-Mesneviyyü’l-Arabî ile muanven büyük Üstad’ın cihanbaha pek kıymettar şu eserini de Allah’ın avn ve inayetiyle Arabîden Türkçe’ye çevirmeye muvaffak olmakla kendimi bahtiyar addediyorum. Yalnız, aslındaki ulviyet, kuvvet ve cezaleti tercümede muhafaza edemedim. Evet, o cevher-baha hakikatlere zarf olacak ne bir harf ve ne bir lâfız bulamadım. Tercüme lisanı da fikrim gibi nâkıs ve kasır olduğundan, o azîm imanî ve cesîm Kur’ânî hakikatlere ancak böyle dar ve kısa bir kisveyi tedarik edebildim. Ne hakkın ve ne hakikatin hatırı kalmış. Fabrika-i dimağiyemin bozukluğundan, bu kadarını da, müellif-i muhterem Bediüzzaman’ın mânevî yardımlarıyla dokuyabildim.
Evet, bir tavuk, kendi uçuşuyla şahinin veya kartalın uçuşlarını taklit ve tercüme edemez. Bu, hakikaten aslına uygun ve lâyık bir tercüme değildir. (Pek kısa bir meal, bazan da tayyedilmiş, tercüme edememiş). Çok yerlerde yalnız mealini aldım. Bazı yerlerde de tayyettim. Ancak, aslındaki hakaiki evlâd-ı vatana gösteren küçük bir aynadır.

Risale-i Nur Müellifinin neseben küçük kardeşi
ve on beş sene ondan ders alan
Abdülmecid Nursî


Mukaddeme
Risale-i Nur’un bir nevi Arabî mesnevî-i şerif’i hükmünde olan bu mecmuanın mukaddemesi beş noktadır.

BıRıNCı NOKTA: Kırk elli sene evvel, Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikatü’l-hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü, aklı, fikri hikmet-i felsefiyeyle bir derece yaralıydı, tedavi lâzımdı.
Sonra, hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı, câzibedar bir hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. ımam-ı Rabbânî de ona gaybî bir tarzda "Tevhid-i kıble et" demiş. Yani, "Yalnız bir üstadın arkasından git" yaralı Eski Said’in kalbine geldi ki:

"Üstad-ı hakikî Kur’ân’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur" diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki ımam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve ımam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ * hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said’in Risale-i Nur’uyla göstermiş.

ıKıNCı NOKTA: Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve ımam-ı Rabbânî (r.a.) ve ımam-ı Gazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, herşeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said Yeni Said’e inkılâp etmiş. Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, şemme, şu’le, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde, fakat dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.

ımam-ı Rabbani, el-Mektubat, 1:87. 75. Mektubat.
*"Herbir şeyde Onun bir olduğuna delalet eden bir delil vardır."
ıbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. ıbn-i Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, 1:24.

Mesnevii-i Nuriye sf 9,10
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

11

02.12.2004, 10:35

ÜÇÜNCÜ NOKTA: O Yeni Said’in münazarasıyla nefis ve şeytanın tam mağlûp edilmesi ve susturulması gibi, Risale-i Nur dahi yaralanmış tâlib-i hakikati kısa bir zamanda tedavi ettiği gibi, ehl-i ilhad ve dalâleti de tam ilzam ve iskât ediyor. Demek, bu Arabî Mesnevî mecmuası, Risale-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Bu mecmuanın yalnız dahilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise, meşhûdat hükmünde ve ilmelyakîn ise, aynelyakîn derecesinde bir itminan ve bir kanaat veriyor.

DÖRDÜNCÜ NOKTA: Eski Said, ilm-i hikmet ve ilm-i hakikatin çok derin meseleleriyle meşgul olması ve büyük ulemalarla derin meseleler üzerinde münazarası ve medresenin yüksek derslerini gören eski talebelerinin fehimlerinin derecesine göre yazması ve Eski Said’in de terakkiyat-ı fikriye ve kalbiyesinde, yalnız kendisi anlayacak bir sûrette, gayet kısa cümlelerle ve gayet muhtasar bir ifadeyle uzun hakikatlere kısa kelimelerle işaretler nev’inde, o mecmuayı yazdığı
için, bir kısmını en müdakkik âlimler de zorla anlayabilir. Eğer tam izah olsaydı, Risale-i Nur’un mühim bir vazifesini görecekti.
Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dahilî cihetinde çalışmış, kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Adeta Mûsâ Aleyhisselâmın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış...
Hem Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, herşeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.

BEşıNCı NOKTA: Eski Said’in Yeni Said’e inkılâp etmesi zamanında, yüzer ilimlerle alâkadar binler hakikatler, ayrı ayrı birer risaleye mevzu olacak kıymette iken, o Said telif ederken, meselelerin başında "i’lem, i’lem, i’lem"lerle, herbir hakikatı-ki, bir risale olacak derecede ehemmiyetli iken-birkaç satırda, bazan bir sayfada, bazan bir iki satırda zikrediyorlar. Adeta herbir "i’lem" bir risalenin şifresidir.
Hem "i’lem"ler, birbirine bakmayarak muhtelif ilimlerin ve hakikatlerin fihristleri hükmünde yazıldığından, o mecmuayı okuyanlar, bu noktaları nazara alıp itiraz etmesinler.


Said Nursî

Mesnevii-i Nuriye sf. 11
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

12

02.12.2004, 11:25

ı’lem eyyühe’l-aziz! Zikreden adamın, feyz-i ılâhîyi celb eden muhtelif lâtifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. * husûle gelir. Binaenaleyh, gafletle yapılan zikirler dahi feyizden hâli değildir.


*:şuurunda olmaksızın.


Lügat
******

feyz فيض: (Çoğulu: Füyuz) Bolluk. Bereket * ılim * ırfan. Mübareklik * şan, şöhret * ıhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su * Bir haberi faş etmek * ıçindeki düşünceleri izhar etmek.

celb جلب: Kendi tarafına çekmek. Çekmek, götürmek

muhtelif(e) مختلفه : Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan

lâtife لطيفه: Hoş söz. şaka. Mizah. Söz ile iltifat. (Mukabili ciddiyettir.) ınsanın çok ince ve hassas olup kalbe kalbe bağlı bir duygusu (Bak: Letaif)

husûl حصول: Peydah olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.

hâli خالى: Tenha. Boş. Sahipsiz. Issız. ıçinde bir şey olmama.

Abdullah Yeğin, Yeni Lügat ,1975, Yeni Asya Yayınları

Mesnevii-i Nuriye sf.75
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

13

17.12.2004, 09:07

"Bana dua edin, size cevap vereyim." Mü’min Süresi, 40:60.
ı’lem eyyühe’l-aziz! "Bazı dualar icabete iktiran etmez" diye iddiada bulunma. Çünkü dua bir ibadettir. ıbadetin semeresi ahirette görünür. Dünyevi maksatlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar ibadeti için birer vakittirler. Duaların semeresi değillerdir. Mesela, şemsin tutulması küsuf namazına, yağmursuzluk yağmur namazına birer vakittir.
Ve keza, zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususi dualara vakittir. Bu vakitler baki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevi maksatlar hasıl olursa, zaten nurun ala nur. Ve illa, "ıcabet duaya iktiran etmedi" diyemezsin. Ancak, "Henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lazımdır" diyebilirsin. Çünkü o maksatlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir. Cenab-ı Hakkın duaların icabetine vaad etmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is’af ise, Mucibin hikmetine tabidir. Mesela, doktoru çağırdığın zaman, herhalde "Ne istersin?" diye cevap verir. Fakat "Bu yemeği veya bu ilacı bana ver" dediğin vakit, bazan verir, bazan hastalığına, mizacına mülayim olmadığından vermez.
Adem-i kabul esbabından biri de, duayı ibadet kastıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsis ettiğinden, aksülamel olur. O dua ibadetinde ihlas kırılır, makbul olmaz.

Mesnevi-i Nuriye sf.190
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir