Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

1

25.02.2005, 22:14

Cumhuriyet Nesli Bediüzzaman’ı Yanlış Tanıyor

Yanlış tanıtılmaya çalışılan bir dahi: Bediüzzaman Said Nursî
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

1876 yılında Bitlis’in Hizan kazası­nın Nurs köyünde dünyaya gelen, 23 Mart 1960 tarihinde Urfa’da dar-ı bekâya intikal eden Bediüzzaman gibi 80 sene dolu dolu bir hayat yaşamış bir dahi ve müceddid hakkında, bize verilen kısa bir zaman içerisinde doyurucu bir şeyler söylememizi bizden beklememelisiniz. Ancak “bir şey tamamiyle elde edilmese de, tamamiyle de terk edilmemeli” kaidesince, denizden bir katre mesabesinde bazı haki­katleri burada ifade etek istiyorum. Söyleyeceklerimizi ana başlıkla­rıyla özetleyeceğiz:

Cumhuriyet Nesli Bediüzzaman’ı Yanlış Tanıyor

Tarih bize gösteriyor ki, başta peygamberler ve onların gerçek mirasçıları olan din adamları olmak üzere, insanlık âlemi, büyük insanların kıymetlerini zamanında tam takdir edememişlerdir. Sonradan ise, bu takdir edememenin ceza­sını, hem muasırı olan insanlar ve hem de onların nesilleri çekmişlerdir. Hemen hemen bütün peygamberler, bu fikri­mize müşahhas birer misal olarak verilebileceği gibi, ımam-ı Âzam ve Ahmed bin Hanbel gibi ıslâm âlimleri de, bu acı hükmü teyid eden canlı misallerdendir.

Tespitlerimize göre, asrında tam anlaşılamayan şahsiyetlerin bu asrımızdaki en güzel misali de, tebliğimizin mevzuunu teşkil eden Bediüzzaman Said Nursî’dir. ıslâmî ilimlerdeki dâhiyane vukufu, hususan iman hakikatleri mevzuundaki asrın anla­yışına uygun ve harika izahları ve seksen yıllık istikametle hak üzerinde devam eden Allah, din ve millet-i ıslâmiye uğrundaki gayret ve mücahedeleri bütün ıslâm âleminde duyulduğu ve takdir edildiği halde, hâlâ kendi ülkesinde yanlış tanınan veya tanıtılmak istenen bir şahsiyet var; o da Bediüzzaman’dır.

Bu yüz karası hale, Türk ilim adamının ve münevver Türk araştırmacılarının çok kısa bir zamanda son vermeleri gerekmektedir; aksi takdirde tarih, gözünü kapa­yıp gündüzü kendisine gece yapanları çok kötü yargılaya­caktır.

Cumhuriyet nesli, Bediüzzaman’ı yanlış tanımaktadır ve daha doğrusu, senelerdir devletin bütün imkânları ve buka­lemun türünden aydınlar kullanılarak, Bediüzzaman Cum­huriyet nesline kötü tanıtılmaya çalışılmıştır. Onun müca­delesini tanımayan ve eserlerini okuyup talebelerini görme­yen, cahil veya aydın her Cumhuriyet nesli, Bediüzzaman, Said Nursî veya Risale-i Nur kelimelerini duyunca, yapılan telkinler sunucu, Kürtçü, bölücü, gerici ve devlet düşmanı bin insan ve eser hayaline bir nevi mecbur edilmiştir.

ıstih­barat teşkilatımızın bu zât ve eserleri ile alakalı raporlarını; silâhlı kuvvetlerimize dağıtılan bölücü faaliyetlerle alakalı bilgilendirici eserlerin konuyla ilgili bölümlerini; 12 Eylül Hareketinden sonra YÖK eliyle bütün üniversitelerimize da­ğıtılan bölücü örgütler kitabının ilgili başlığını ve bunların tesirinde fikrini geliştirmiş ilim adamlarımızın sohbetlerini okur yahut mütalaa ederseniz, Bediüzzaman’ı asla sevemem.

Halbuki nasıl senelerce, dünyaya adalet tevzi eden ecdadı­mızı bize barbar ve kızıl sultanlar diye takdim etmişler, öyle de, ıslâm düşmanları şahsiyetinden ve eserlerinden çok korktukları Bediüzzaman ve eserlerini de öyle yanlış ve kötü tanıtmışlardır. Ancak güneşin balçıkla sıvanamayacağı haki­katini unutmuşlardır. Ne acıdır ki, son 10 yıldan önceye ka­dar güvenlik kuvvetlerimiz de bu menfî propagandanın te­siri altında kalmıştır. Vatanı için hayatını ortaya koyan bu büyük dâhiyi, bir vatan haini gibi değerlendirmiştir.

Meseleyi uzatmamak için sadece bu menfî vasıflardan bi­risi üzerinde duracağım. Geriye kalanları da, sizin idrakleri­nize havale ediyorum. Ne zaman Bediüzzaman ve onun eserlerinden bahsetseniz, siz ister Türk olun, ister Arap olun ve isterse de Osmanlı Hanedanından olun, Kürtçü damga­sını yersiniz. Halbuki dünyada Kürtçülük ve Risale-i Nur kadar birbirine zıt iki kelime bulunmadığı gibi, Türkiye’deki bölücü Kürtçü hadiselere karşı, Risale-i Nur’dan daha mü­kemmel bir panzehir asla bulunamaz. Mevzuyu isterseniz biraz açalım ve bazı müşahhas misaller verelim:

Birincisi:

Bir kısım araştırmacılar, Bediüzzaman’ın Cumhuriyetten önceki yıllarda Said-i Kürdî unvanını kullandığını da ileri sürerek, onun doğuda bir Kürt devleti kurmak gayesiyle 1918’de tesis edilen Kürt Teali Cemiyetinin üyesi olduğunu ve bölücü faaliyetlerde bulunduğunu iddia ediyorlar. Bu id­dialarını desteklemek üzere, aynı cemiyetle beraber çalıştı­ğını ileri sürdükleri Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti kurucuları arasında Bediüzzaman’ın da bulunmasını, fevkalade bir de­magoji ile serrişte ediyorlar.[1] Bu iddiaların hiçbir esasa da­yanmadığını yapılacak kısa bir inceleme hemen ortaya koya­caktır.

Evvela: Osmanlı Devleti kavim ve ırk esasına değil, din esasına dayanan bir devletti. Bu sebeple Müslüman olmak şartıyla millet farkı son 20-30 yıl bir tarafa bırakılırsa ehem­miyet arz etmediğinden, Doğudaki bazı bölgelere Kürdistan Eyaleti yahut Bilad-ı Ekrad denilmesi ve orada yetişmiş devlet veya ilim adamlarına da Kürdî lakabının verilmesi, o zâtın tanınması için kullanılan resmî bir ifade tarzıydı. Said-i Kürdî lakabı bu mana ile kullanılmış ve ne zaman ki Cum­huriyet kurulur bu ifade yanlış anlaşılmaya başlanınca, biz­zat Bediüzzaman bunu Said-i Nursî şeklinde değiştirmiştir. Bununla da yetinmeyip eski eserlerindeki Kürdistan veya Bilad-ı Ekrad ifadelerini dahi vilayat-ı şarkiyye şeklinde de­ğiştirdiğini neşredilen eserleri ispat etmektedir.

Saniyen: Kürt Teali Cemiyeti ile Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti ara­sında organik bir bağ yoktur ve maksatları da aynı değildir. Tarık Zafer Tunaya, bu cemiyetin kuruluşunu 1919’­­da de­mişse de, neşrettiği belgenin tarih ve kaynağını kaydetme­miştir. Ancak belgeyi, öylesine işlemiştir ki, mütalaa edenler, Bediüzzaman’ı Kürt Teali Cemiyeti üyesi zannederler.

Hal­buki ikisi arasında hiçbir alaka yoktur. Bedi­üz­za­man, ıstan­bul’a ilk defa geldiği 1907’lerden beri, şarkta bir darülfünun açılmasını müdafaa ettiği zaten bilinmektedir. Hata Sul­tan Reşad’dan bu gaye ile belli bir tahsisatta almıştır.[2] Her ne ka­dar Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin ne zaman, han­gi gaye­lerle ve hangi kurucularla tesis edildiği de tam belli değilse de, belli olsa ve Bediüzzaman da bu cemiyetin kurucuları arasında bulunsa bile, bunda garipsenecek bir cihet yoktur.[3]

Zira Bediüzzaman, şarkta maarifin geliştirilmesi ve bir üni­versite açılması için başından beri gayret göstermektedir. Bu cemiyet, Erzurum yahut Bayburt Kültür ve Eğitim Vakfı gi­bidir.

Salisen: Kürt Teali Cemiyetinin reisi olan Seyyid Abdül­kadir’den gelen teklife verdiği şu cevap ise meseleyi kökünden hallet­mektedir:

“Allah-u Zülcelal Hazretleri Kur’ân-ı Ke­rimde, ‘Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’ buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı ılahî karşı­sında düşündüm. Bu kavmin, bin yıldan beri âlem-i ıslâmın bay­raktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kah­raman millete hizmet yerine ve 450 milyon (o zaman ki ıslâm âleminin nüfusu) kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmi­yetçi (bir kısım Kürtçü) kimsenin peşinden gitmem.”[4]

ıkincisi:

Bediüzzaman ile alakalı yanlış tespit ve yorumlardan biri de, onun şeyh Said ile karıştırılması veya en azından şeyh Said isyanına destek vermiş olduğunun yayılmasıdır. Maale­sef, gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bu tespit, güvenlik raporlarına yazıldığı gibi, vatanperver ilim adam­larının zihinlerine de yer etmiş durumdadır. şeyh Said’in Bediüzzaman gibi bir dâhiyi yanına almak isteyişi doğrudur; ancak bu büyük âlimin mezkûr teklif karşısında takındığı tavır, kasten yanlış aksettirilmiştir. Buyurun şeyh Said’e olan cevabını beraber okuyalım:

“Türk Milleti, asırlardan beri ıslâmiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiş­tirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer’an caiz değildir. Kılıç, harici düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu za­manda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân ve iman hakikatlarıyla tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanı­mız olan cehaleti izale etmektir, teşebbüsünüzden vazgeçi­niz. Zira akim kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce kadın ve erkekler telef olabilir.”[5]

II. Bediüzzaman, Büyük Bir ıslâm Âlimi ve Asrın Mü­ceddididir

Bediüzzaman’ın ilmî şahsiyeti de, ıslâm âleminde ve Türkiye dışında bütün dünyada tam olarak takdir edildiği halde, Türkiye’de özellikle ilim adamları çevresinde yete­rince tanınmamıştır. Bunda yapılan menfî propagandaların tesiri büyüktür.

Bir zamanlar, ılâhiyat öğretim üyelerinin Doç. yahut Prof. olabilmeleri için, Bediüzzaman ve onun 6.000 küsur sayfayı bulan Risale-i Nur adlı eserleri aleyhinde konferans yahut makale bulunması şartı arandığını, hadiseyi yaşayan hocalarımız anlatmaktadır. Eserlerinin bir çoğu, başta Arapça, ıngilizce, Almanca ve Urduca gibi ona yakın lisana tercüme edilen ve hakkında Avrupa’da ve ıslâm âleminde doktora tezleri yapılan bir dâhi hakkında, Türk ilim çevresinin bigane kalması elbette ki üzücüdür.

Arkadaşlar makale baya bi uzun oldugu için bu kadarını yazdım isteyen http://www.nurpenceresi.com/moduller.php?modul=makale&op=1&id=61 bu siteden makalenin tamamını okuyabilir Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Selametle...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir