Hizmette sadakat, cesaret ve metanet
Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhadın dalkavukları, sizi korkutmak ile kudsî cihâd-ı mânevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler; onlara deyiniz: “Biz hizbü’l-Kur’ân’ız, ‘şüphesiz ki Kur’ân’ı Biz indirdik ve onu koruyacak olan da Biziz. (Hicr Sûresi: 9.)’ sırrıyla, Kur’ân’ın kal’asındayız. ‘Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i ımrân Sûresi:173.)’ etrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimâlden bir ihtimâl ile, şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz binler zarar verecek bir yola, bizi ihtiyârımızla sevk edemezsiniz.” Ve deyiniz: “Acaba hizmeti Kur’âniyede arkadaşımız ve o hizmet-i kudsiyenin tedbîrinde üstâdımız ve ustabaşımız olan Said Nursî’nin yüzünden, bizim gibi hak yolunda ona dost olan ehl-i haktan kim zarar görmüş? Ve onun has talebelerinden kim belâ görmüş ki, biz de göreceğiz ve o görmek ihtimâli ile telâş edeceğiz. Bu kardeşimizin, binler uhrevî dostları ve kardeşleri var. Yirmi otuz senedir dünya hayat-ı içtimâiyesine tesirli bir sûrette karıştığı halde, onun yüzünden bir kardeşinin zarar gördüğünü işitmedik. Husûsan, o zaman elinde siyâset topuzu vardı, şimdi o topuz yerine nur-u hakîkat var. Eskiden, Otuz Bir Mart Hâdisesinde, çendan onu da karıştırdılar, bâzı dostlarını da ezdiler; fakat, sonra tebeyyün etti ki, mesele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler. Hem, o zaman çok dostlarını da kurtardı. Buna binâen, bin değil, binler ihtimâlden bir tek ihtimâl-i tehlike korkusuyla bir hazîne-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hâtırına gelmemeli” deyip ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup tard etmelisiniz. Hem o dalkavuklara deyiniz ki:
“Yüz binler ihtimâlden bir ihtimâl değil, yüzden yüz ihtimâl ile bir helâket gelse, zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp kaçmayacağız.” Çünkü mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki, büyük kardeşine veyahut üstâdına tehlike zamanında ihânet edenlerin, gelen belâ, en evvel onların başında patlar; hem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve alçak nazarıyla bakılmış, hem cesedi ölmüş, hem rûhu zillet içinde mânen ölmüş. Onlara ceza verenler, kâlblerinde bir merhamet hissetmezler. Çünkü derler: “Bunlar mâdem kendilerine sâdık ve müşfik üstadlarına hâin çıktılar, elbette çok alçaktırlar, merhamete değil, tahkire lâyıktırlar.”
Mâdem hakîkat budur. Hem mâdem bir zâlim ve vicdansız bir adam birisini yere atıp ayağıyla onun başını katî ezecek bir sûrette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zâlimin ayağını öpse, o zillet vâsıtasıyla, kalbi başından evvel ezilir, rûhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem, o canavar vicdansız zâlime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşcî eder. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zâlimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesedi bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zâlimlerin hayâsız yüzlerine!
Hem, ey kardeşlerim, çoğunuz askerlik etmişsiniz. Etmeyenler de elbette işitmişlerdir. ışitmeyenler de benden işitsinler ki, en ziyâde yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır; en az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir. “De ki: Kaçtığınız ölüm mutlaka gelip sizi bulacaktır” (Cum’a Sûresi: 8.) mâna-i işârîsiyle gösteriyor ki, “Firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyâde karşılıyorlar.”
Mektûbât, s. 405-406.
21.02.2005
Tevafuka bak...
Tükürün zalimlerin hayasız yüzüne! Çıkıp televizyonlarda onlara rüşvet vermeyin de Üstad'ın en çok önem verdiklerinden izzet, bilhassa yaptığınız hizmetin izzeti zedelenmesin!
Beşinci Desise-i şeytaniye
Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar,
allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz.
Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mÂl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.
Mektubat sf 413
şimdi Risâle-i Nur külliyâtından, imân, Kur’ân ve Hazret-i Peygamber (a.s.m.) Efendimiz hakkında olan eserlerden bâzı kısımları aynen okuyacağım. Siz bu eserleri elde edip tamamını okursunuz. Okurken, belki izah edilmesini isteyen kardeşlerimiz olacaktır. Fakat, bu hususta arz edeyim ki, Üstâdımız Bediüzzaman, bir Nur Talebesine Risâle-i Nur’dan bâzan okuyuvermek lütfunu bahşederken, izah etmiyor, diyor ki: "Risâle-i Nur, imânî meseleleri lüzûmu derecesinde izah etmiş. Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur’dur. Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidâdı nisbetinde kendi kendine istifâde eder. Aklınız herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdânınız hissesini alır. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtır."
Okunan Türkçe veya Arapça bir risâlenin izahı, başka bir risâlede varsa, onu getirip okuyor. Risâle-i Nur’daki gayet ince nükteleri derk eden basîretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir, fakat Risâle-i Nur’u cemaate okurken tafsilâta girişip eski malûmâtlarıyla açıklarsa, bu izahâtı, Risâle-i Nur’un beyân ettiği asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevap veren hakikatlerin anlaşılmasında ve tesirâtında ve Risâle-i Nur’un mahiyetinin derkinde bir perde olabilir. Bunun için, bâzı lûgatların mânâlarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.
ıstanbul Üniversitesindeki kardeşlerimiz de böyle okuyorlar. Biz de hulâsaten deriz ki: Risâle-i Nur, gayet fasîh ve vecîzdir. Sözün kıymeti îcâzındadır, kısalığındadır. Bir mesele-i imâniye ve Kur’âniye umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde daha fazla istifâza ve istifâde vardır.
Sozler sf 723, Zübeyr abinin verdiği konferans,
Yahu beni bile dergi üyesi yaptılar. Eve iki tane sızıntı geliyor. Ayrıca yaptığın kıyas sahih değil fasiddir. Hz.Peygamber (a.s.m.) vahy-i ilahi ve inayet-i ılahi ve hıfz-ı ılahi'ye mazhardı, tebliğini en güzel şekilde yaptı. Hz.Peygamber a.s.m. tebliğinde hatalar yapmadı, ama Hoca efendi yanlış hareketler sergiledi. Tvlerde verdiği rüşvetler, Ecevit'e yazdığı mersiyeler, başkalarına yazılan mektuplar... Eğer hoca efendi hatadan uzak olsaydı, ya da en azından bile bile bu hataları yapmasaydı, halis niyetiyle gafletten ötürü yanlış bir şekilde yapsaydı, bu tevil ve taviz yoluna girmeseydi, bu kelimeler benim ağzımdan çıkıyor olmazdı.
Ha eğer hoca efendi doğru dürüst yaptığı halde arkasından gelenler yanlış davranış sergilese, sana hak verirdim, ama bu hataların menbaı bellidir.