Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

18.02.2005, 09:00

Ahirzaman evliyalarına!

Ahirzaman evliyalarına!

Herşey, zikir ve evradla süslenmiş, karanlığa rağmen gönlün ve ruhun aydın olduğu âsûde bir gecede başladı. Üstad Said Nursî o gece ilim talim etmekten yorulup uyuyakalınca rüyada Peygamber-i Zîşan Efendimiz (asm) ile müşerref oldu ve mübarek ellerini öperek hayatının ve gönlünün en büyük arzusunu istedi.

“ılim yâ Resûlallah!”

“Ümmetimden suâl sormamak şartıyla sana ilm-i Kur’ân verilecektir” dedi Resûlullah (asm).

Nurun nurlu serencamı böyle başladı. Fikirlerin, duyguların, hayallerin karardığı ve bu karanlıkların hayatı kararttığı ahirzamanda bir güneş gibi parladı bu nur! Bu nur, Mekke’de doğan güneşin bu asırda parlamış bir lem’asıydı. ınsanı Allah’a götüren en kısa yol bu nurdaydı. Sahabe mesleğiydi, velâyet-i kübrâ idi. Bu nurun etrafında halelenmiş gençler bu zamanın evliyalarına tefevvuk ettiler, ahirzamanın dehşetli fitnesinde dayanak noktası oldular. Ve bu hakikat, Nur Üstadın dilinden satırlara yansıdı: “Ben bu zamanın dindar gençlerini eski zamanın velileri hükmünde görüyorum.”*

Nurlardan aldığın şevkle yürü ey ahirzaman evliyası! Yolun Kur’ân’ın geniş caddesidir. Hüccetin Birinci şuâ, müjden Hazret-i Ali’nin kaside-i Celcelutiyesi, şevkin Abdülkadir-i Geylanî’nin kerâmet-i gaybiyesidir. Senin, gitmediğin yer, basmadığın toprak, fethetmediğin kalp kalmasın! Sahabe mesleğinde bulunmanın şevkiyle hakikatleri haykır tüm cihana! Yusufî imtihandan, senin için Medrese-i Yusufiye’ye girenlere ittiba ederek kurtul. Lüzumsuz, geçici günahların akıbetinin teessüfler olduğunu bilerek at adımlarını…

ıhlâs-ı tam şartıyla Hz. Ali (ra) başınızda Üstad, Gavs-ı Azam da (ks) arkanızda zahirdir. ıhlâsınıza binaen sizi mânen alkışlıyor ve size iltifat ediyorlar.

Sen imanından gelen güçle kâfirleri korkuttun, şevkle iman hizmetine koştun. Ebedî bir hayata hizmet etmekle coştun, Zübeyir oldun! Mahkemelerde Berk oldun, kükredin… Sen de kahraman Üstadın gibi “Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve hizmet-i Nuriyeden vazgeçmem ve geçemem” dedin.

Hayatın dev dalgaları, imtihanın dehşetli kasırgaları, iman hizmetinden uzaklaştıramadı seni. Gençliği mânen öldürmeyi planlayan yarasa ruhlu bedbahtların hesap edemediği ümit dolu gençliktin sen; Nur Gençlik! Hizmet-i Kur’âniyedeki sadakatinle Asrın Âliminin, Ahirzamanın Sahibinin dilinden en şerefli makamı kazandın; ahirzaman evliyası...

Yürü ahirzaman evliyası! Yürü ve gözü iman ve Kur’ân hizmetinden başka hiçbir şey görmeyen sadakatli Zübeyir ol! ‘Zamanın Zübeyir’i olup rıza-i ılâhî yolunda mele-i âlânın hadsiz sakinleri tarafından alkışlanmak için daha ne duruyorsun? Geniş ufuklar seni bekliyor.

* Hasan Selvi’nin Bayram Yüksel Ağabeyden naklidir.

Zübeyir ERGENEKON

18.02.2005




Velîlere üstün gelenler



Salisen: Hasan Âtıf’ın mektubunda, cesur ve sebatkâr zâtlardan—ki “efeler” tabir ediyor—bahis var. Biz, o cesur, sebatkâr yeni kardeşlerimizi ruh u canla kabul ediyoruz. Fakat Risâle-i Nur dairesine girenler, şahsî cesaretlerini kıymetleştirmek için, sarsılmaz bir sebat ve metanete ve ihvanlarının tesanüdüne cidden çalışmaya sarf edip, o cam parçası hükmünde şahsî cesaretini, hakikatperestlik sıddıkiyetindeki fedakârlık elmasına çevirmek gerektir.

Evet, mesleğimizde, ihlâs-ı tammeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki, öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş âdi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.

Hem bir adam, kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsî cesareti istimal edemez. “En zayıflarınızın durumuna göre yürüyün (hareket edin)” (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:464, hadis no: 1518.) hadis-i şerifinin sırrıyla hareket etmek, hem şimdilik, bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı, hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risâle-i Nur’a karşı cephe almaya ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan meseleleri ve Deccal ve Süfyan ünvanları, Risâle-i Nur şakirtleri yabanîlere karşı lüzumsuz medâr-ı bahis ve münazâa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vaciptir. Hatta, sizde cüz’î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.

Risâle-i Nur, bir daire değil; mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var. Erkân dâiresine liyakatı olmayan Risâle-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla; dâire haricine atılmaz. Hasların hâsiyeti bulunmayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusurla düşman sınıfına iltihak etmemek için, dışarıya atmayınız. Fakat Risâle-i Nur’un erkânlarında ve sahiplerindeki esrarlar ve nazik tedbirlere onları teşrik etmemek gerektir.

Kastamonu Lâhikası, s. 192

Lûgatçe:

Tesanüd: Dayanışma.

Sebat: Dayanmak, kararlı olmak.

Metanet: Metin olmak.

Cemaat-i mütesanide: Fertleri birbirine dayanarak büyük bir kuvvet teşkil eden cemaat.

Münazâa: Ağız kavgası, çekişmek.

ıtidal-i dem: Soğukkanlılık.

Erkân: Rükünler, temel esaslar, direkler.

18.02.2005


Kaynak
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir