şaban Döğen
“Mühim bir suâle hakikatli bir cevap”
Büyük memurlardan bazıları Bediüzzaman’a sorarlar: “Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip Kürdistan’a ve vilâyat-ı şarkiyeye şeyh Sinusî yerine vaiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun?”
Bilindiği gibi Bediüzzaman çok etkili bir insandı. Yahudî Karasso, emellerine angaje etmek maksadıyla beş dakika kendisiyle görüşmüş, daha fazla dayanamayıp hemen dışarı fırlamış, “Eğer biraz daha kalsaydım beni de Müslüman edecekti” demekten kendini alamamış. ılhami Soysal Bediüzzaman’la görüşeceğini ısmet ınönü’ye bildirdiğinde, “Çok zekî insandır. Dikkat et. Seni de etkisi altına alabilir” diye uyarmıştı.
Böylesine etkili bir insan şark Umumi Vaizliğini kabul etmiş olsaydı, şüphesiz şark vilâyetlerini ikna eder, isyanı önler, ihtilâl yüzünden öldürülen yüz bin kişinin de hayatını kurtarabilirdi.
Peki, o böyle bir teklifi niçin kabul etmemişti? Dünkü yazımızda bunun bir kısım cevabına dikkat çektik. Bugün de bizzat yukarıda sorulan soruya verdiği cevap üzerinde duralım.
Bediüzzaman bu soruya verdiği cevapta özetle diyordu ki: “Gerçi o yüz bin kişinin yirmişer, otuzar senelik dünya hayatlarını kurtaramadım. Ama bu sayede ortaya çıkan Risale-i Nur o zâyiatın yerine binler derece iş gördü. Çünkü yüzbinlerce insanın milyonlar senelik uhrevî hayatlarının kurtulmasına vesile oldu. Eğer ben o teklifi kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan, tâbi olmayan ve ihlâs sırrını taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.”1
Uhrevî hayat ebedîdir. Dünya hayatındaki mutluluk ve mutsuzluğa benzemez. Dünyevî ve uhrevî mutluluğu kazanmanın birinci şartı imandır. ışte Risale-i Nur yaptığı açıklamalarla insanların bu saadet anahtarı olan imanlarını kurtarıyor. Yüz binlerce insan buna bilfiil şahittir.
Hatta Bediüzzaman talebelerine der ki: “Eğer Ankara’ya gönderilen Risale-i Nur’un şiddetli tokatları için beni idama mahkûm eden zatlar, Risale-i Nurla imanlarını kurtarıp ebedî idamdan necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim.”
Onun bütün meselesi özellikle ebedî hayatların kurtulması idi. Kendisini idam edecek derecedeki düşmanlarına bile imanlarını kurtarmaları şartıyla hakkını helâl ediyordu.
Ondaki şefkat, hassasiyet, bu milletin imanının kurtulması uğruna Cehennemde yanmayı dahi göze alacak derecede ileri seviyedeydi.
Bu etkinlik de ancak ihlâsla, samimiyetle elde edilebilirdi. Birilerinin minneti altına girmek, tâbi olmak hiçbirşeye âlet ve tâbi olmayan hakikatlere haksızlık ve hakaret olurdu. Birşeyler verenler karşılığında birşeyler isterlerdi. Onlara tâbi olmak, boyun bükmek, âlet olmak, gelen herşeye kafa sallamak, onların oyuncağı olmak Allah rızasından başka bir hedefi olmayan Bediüzzaman’ın anlayışıyla elbette bağdaşamazdı. Onun için o, Allah’ın rızasını hedef alıp, yanlışlara eyvallah dememiş, yıllar süren sürgün ve ıztıraplı hayatı geçici rahatlığa tercih etmişti.
Dipnotlar
1- Emirdağ Lâhikası, I:12.
09.02.2005
E-Posta: sdogen99@ttnet.net.tr
Kaynak