Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.12.2010, 17:57

Tevhidin Penceresinden Birinci Söze Bakış (KAİNAT BİSMİLLAH DİYOR)

Mütekellim-i Ezeli (c.c.) Kur’an’ında bize kendini tanıtırken ders verdiği ana maksatların en büyüğü tevhiddir.Kur'an-ı Kerîm'in temel misyonu, insanları yaratıklara tapmaktan kurtarıp sadece Allah'a kulluk yapmaktır. İnsanın Allah'ı bir bilmesi, O'ndan başka ilah tanımaması tevhîd, sadece Allah'a ibadet etmesi ve O'nun buyruklarına tam anlamıyla teslim olması ise İslâm'dır. İslâm, tevhîdi gerçekleştirme dinî olduğundan, İslâm'ı doğal sadeliğine kavuşturmak üzere gelmiş olan Kur'ân'ın ana konusu tevhîddir.(1) Hz. Ali şöyle der :“Kur’an'da olan bütün sırlar ise besmelededir.”(2) Kur'an'ın en yüksek maksadı tevhid olduğu için Hz. Ali'nin bu sözüyle besmelenin içerdiği en yüksek anlam hazinesinin de tevhid olduğunu anlıyoruz.

İnanan insanın fiillerine başlangıç için en yaygın olarak kullandığı ifade, geçmişte olduğu gibi günümüzde de “besmele” dir. Kur’an’ın nazil olduğu dönemde paganist Araplar fiillerine tapındıkları putlar adına başlamakta ve fiillerini onlar adına yapmaktaydılar. Bu yapı karşısında, inananların da fiillerine başlarken besmeleyi okumaları uygun görülmüş ve hatta emredilmiştir.(3) Bediüzzaman Hazretleri de besmelede şirki reddeden ve tevhidi gösteren anlama “Binaenaleyh, her bir nimetin bidayetinde, mü'min olan kimse besmeleyi okusun. Ve o nimetin Allah'tan olduğunu kastetmekle, kendisi ancak Allah'ın ismiyle, Allah'ın hesabına aldığını bilerek, Allah'a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun.”(4) cümleleri ile işaret eder.

Bizde bu makalemizde besmelenin bir tefsiri olan birinci sözde işlenen tevhid açılımlarından Allah’tan başka rızık verenin olmadığı ve kudret sahibinin Malik-i Hakiki’den başka olamayacağı esaslarına değineceğiz.

A-Allah’tan başka Malik ve kudret sahibi yoktur :

Bediüzzaman tevhidin bu boyutunu “…Şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın.” cümlesi ile ifade etmektedir. Kuran-ı Kerim bu manayı “Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O, her şeye hakkıyla kadirdir.” (5 /120) ayeti ile ifade etmektedir. “Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır” ifadesi birinci sözdeki “ …Şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsi” ifadesine karşılık gelir. “O, her şeye hakkıyla kadirdir.” ifadesi de Allah’tan başka kudret olmadığı için Allah namına hareket eden insanın bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulacağını anlatır. İslâm’a göre hâkimiyet ve sınırlandırılamaz egemenlik yalnızca Allah’ındır. Bu konuda bütün müslümanlar arasında tam bir fikir birliği vardır. Her varlığa her an hükmetmek Allah'a hasdır. Allah’tan başkalarının bu konuda herhangi bir ortaklığı yoktur. Tevhiddeki bu yüksek hakikate iman eden mü'minlerin yeryüzünün en büyük güçlerini yendikleri, en büyük hükümdarları ayaklar altına aldıkları, kaleler fethettikleri tarihçe sabittir. Çünkü, Besmelede tevhidi ifade eden “Allah’ın adıyla”, manası öyle mübarek bir definedir ki, nihayetsiz aciz ve fakir olan insanı, nihayetsiz kudrete, rahmete rapteder, bağlar. Bu yüksek hakikati ruhuna ve hayatına nakşeden kişinin durumu askere benzer, devlet namına hareket eder, hiçbir kimseden pervâsı kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.” Bu büyük hakikat her mü’min imanında yer etmiş, her kalbe sızmıştır. Allah’ın görünen ve görünmeyen her varlığın ezeli sahibi olduğu yalnızca dille söylenen bir söz, bir konu olmaktan çıkıp, Mâlik-i Ebedî olan Allah’tan başkasının kudret sahibi olamayacağı ruhlarda karar kılmış bir hakikattir. Kainatta bu hakikatten başka hiçbir güce yer kalmamıştır.Bunu göstermek için Bediüzzaman Hz. birinci sözde “En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyor…” ve “havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i suhuletle intişar etmesi” cümlelerindeki tefekkürle anlatmıştır.

Yine “Bismillah…bütün mevcudâtın lisan-ı haliyle vird-i zebânıdır.” cümlesi ile her varlığın her an kesintisiz olarak Allah’a muhtaç olduğunu, ancak O’nun kudreti ile varlığını sürdürebileceğini anlatır. Kur’an ise, insana bu manayı “Rabbinin yüce adını zikret, fânilere bel bağlamaktan kurtul ve bütün gönlünle yalnız O’na yönel.”( 73/ ayeti ile ders verir. Bunun için her meşru işin başlangıcında besmele çekilmesi uygun görülmüş, hatta emredilmiştir.

B- Allah'tan Başka Rızık Veren Yoktur :

Cenab-ı Allah, barındırdığı milyonlarca tür mahlûkata göre küçücük olan bu dünyayı, onların sayılara sığmayan fertlerine hazırlanmış yüz binlerce çeşit erzak ve ihtiyaç maddeleri ile doldurmuştur. Bu yerküreyi, bir gemi gibi uzay okyanusunda hızla hareket ettirip mevsimlere uğratarak, bahar ve yaz mevsimini, yüz binlerce yiyeceklerle doldurup, her kış erzakı tükenen canlıların, imdadına, erzak gemisi halinde göndermektedir.(5) Zemin yüzünü tefekkür eden birinci sözdeki “Her bir bostan "Bismillâh" der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar "Bismillâh" der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur.” cümlelerinden sonra gelen “Bizlere Rezzak namına en latîf, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar.” cümlesindeki “Rezzak namına” ifadesi “... sizi başka rızıklandıracak kimmiş?” (67/21) ayetinin işaret ettiği, gafleti yırtan tevhidi gösteren bir dersi olmuştur. Çünkü, insanın rızkı, Allah'ın iradesiyle, yeryüzüne ve sebeplere yerleştirilmiştir. İnsanın bu sebeplere doğrudan bir etkisi veya işleyişlerine bir müdahalesi söz konusu değildir. Çünkü, onlardan birçoğu yaratılış olarak insandan daha dayanıklı, kuvvet bakımından daha güçlüdürler. Kaldı ki canlı ve cansız olan bu sebepler bizi tanıyor veya biliyor da değillerdir.

Her şeyin Allah namına ve Allah’ın izniyle hareket ettiği besmelede olan anlam boyutlarından biridir. Bu açıdan bakılınca “Rahman ve Rahim” olanın O'ndan başkasının olamayacağı açıkça görülecektir. Bu mananın idrakinde olmak son derece önemlidir. Konunun önemini Bediüzzaman Hz. şöyle ifade eder : “Kur'ân-ı Kerim nimetleri, âyetleri, delilleri tâdât ederken "Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?" (55/13.) âyet-i celilesi tekrarla zikredilmekte olduğundan şöyle bir delâlet vardır ki: Cin ve insin en çok isyanlarını, en şedit tuğyanlarını, en azîm küfranlarını tevlid eden şöyle bir vaziyetleridir ki, nimet içinde in'âmı görmüyorlar. İn'âmı görmediklerinden, Mün'im-i Hakikîden gaflet ederler. Mün'imden gafletleri saikasıyla, o nimetleri esbaba veya tesadüfe isnad ederek, Allah'tan o nimetlerin geldiğini tekzip ediyorlar.”demiştir.

Nimetleri vereni görmeyen veya inkar eden durumuna düşmemek için ayet-i kerime “Allah size ihsan ettiği nasibi alıkorsa, sizi başka rızıklandıracak kimmiş?” (67/21) sorusunu beşerin idrakine sunmuştur.Rızkın bize gelmesine vesile olan yeryüzünde bir çok şey vardır.Bediüzzaman Birinci Sözde bunlardan meyve ağaçlarını örnek verip “..her bir ağaç "Bismillâh" der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.” cümlesindeki “bizlere tablacılık ediyor.” ile rızkı verenin sebepler olmadığını tekrar hatırlatmıştır.

Bizi rahmeti ile rızıklandıran Rezzak-ı Hakiki bizden hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister.“Evet, o Mün'im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.
Başta "Bismillâh" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillâh" şükürdür. Ortada, bu kıymettar harika-i san'at olan nimetler Ehad, Samed'in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.”cümlelerinde Rezzak-ı Hakikinin nimetlerine kaşı nasıl mukabele edeceğimiz özetlenmiştir.

Dipnot
1-Kuran Ansiklopedisi, Prof. Dr Süleyman Ateş ;Tevhid Bahsi
2-İbrahim Kundizi, Yenebı-ul Mevedde
3-Kelam Araştırmaları 4 : 1 (2006), s 77
4-M.Nuriye s. 82
5-Prf. Dr. Suat Yıldırım Kur’an-ı Hakîmin Açıklamalı meali s 569
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

2

07.12.2010, 17:57

KAİNAT BİSMİLLAH DİYOR
Bedîüzzaman Hazretleri On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makam’ını Besmelenin sırlarına ayırmıştır. Birinci sırda kâinat simasında Ulûhiyet, yeryüzü simasında Rahmâniyet, insan simasında da Rahîmiyet hakikatine değinmiştir .Yani kâinattan insana, yani arştan ferşe bir nuranî satır gibi uzanan kâinatla ilgili üç İlâhî hakikat vardır. Şimdi bu hakikatler üzerinde kısaca duralım:

Kainat Simasındaki “ULUHİYET” hakikati:

Besmele bahsi, bir esmâ bahsidir. Çünkü Allah'ın adıyla başlamak, her işte, her şeyde Allah'ın ismini okumayı gerektirir.(1) Kâinata mana-yı harfi ile bakan Said Nursi “Besmelenin birinci sırrında Ulûhiyeti kâinat simasıyla ilişkilendirmiştir“Çünkü lâfza-i Celâl, Zât-ı Akdes’e delâlet eder: Zât-ı Akdes de, bütün sıfat-ı kemaliyeyi istilzam eder.”(2) ifadesi ile Allah isminin, bütün isimleri ve sıfatları içine aldığından bütün âlemlerdeki her çeşit isim ve sıfat tecellilerine bu isimle işaret etmiştir. Evet, Bismillah bütün mevcudâtın lisan-ı hal zikridir. Kâinattaki her mevcudun kendi kuvvetinin çok üstünde olan işleri yüklenmesi ile lisan-ı hal zikrinin Bismillah olduğunu Kurandaki şu ayet ifade eder.

“Bilmez misin ki göklerde ve yerde bulunan kimseler, hatta güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün canlılar ve insanların da bir çoğu Allah’ın yüceliğine secde ediyorlar. İnsanların çoğu hakkında ise azap hükmü kesinleşmiştir. Allah’ın zelil kıldığını aziz edecek kuvvet yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar.” (3)

Üstad Hazretleri meali verilen bu ayetin kısa bir tefsirini yaparken kâinattaki her mevcudun Allah’ı hamd,secde ve tesbih ettiğini söyler. Fakat her mevcudun mazhar oldukları esma farklı olduğundan varlıkların ibadetlerinin de farklı farklı olduğunu anlatır. (4) “Kainattaki büyük cirmler, haşmet lisanıyla tesbihat yaparlar.Küçük canlılar ise rahmet lisanıyla Allah’ı anarak kainattan yükselen ulvi sesleri tatlılaştırırlar.”(5) Bu konu hakkında Nebiler Serveri buyurdular ki:"Her kim yakînen (şüphesiz) inanarak Besmele-i şerifeyi okursa, dağlar onunla beraber tesbih eder. Ancak dağların bu tesbihi duyulmaz." (6)

Arz simasındaki “RAHMANİYET” hakikati:

Said Nursi Besmeledeki Rahmaniyeti arz simasıyla, ilişkilendirmiştir. Çünkü Rahmân ismi, Rezzak mânâsına gelmekte ve yeryüzündeki bütün canlılara yapılan ihsan ve ikramı nazara vermektedir.(7) Evet, yeryüzünde çok çeşitli bitki ve hayvan gruplarının, hiçbirinin unutulmadan, karıştırılmadan, zamanında ve mükemmel bir düzen içinde yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli olan rızıkların ayrı ayrı tarzda verilmesi ancak rahmetin tecellisidir. Dünyada mevcudatın var oluşlarındaki hikmet ise rahmetin delilidir.( Hatta iman kulağı ile dinleyen insan arzımızdaki lisan-ı hal ile yapılan zikirleri duyacaktır.Rüzgarların terennüm ettiği manaları, bulutların naralarını, denizlerin dalgalarındaki Rabbani kelamları işitir. Hatta yağmurdan tut kuşa varana kadar her bir çeşit mahlukattan ulvi sesler işitir.(9)

İnsan simasındaki “RAHİMİYET” hakikati:

Risale-i Nurlarda ise Rahimiyet insan manevi simasıyla ilişkilendirilmiştir. Sebebi ise Rahîm ismi yeryüzündeki bir milyonu aşkın canlı türünden özellikle insana bakmaktadır. Zira bu türler içerisinde dünyada imtihana tabi tutulan, cennet ve cehenneme aday kılınan sadece insan türüdür. Zaten Rahîm isminin bir açıklaması “müminleri lütfuyla cennete, kâfirleri adliyle cehenneme koyan” demektir.

Kainattaki mevcudatı insanın etrafına hikmetli ve anlamlı bir şekilde toplanması ve insanın ihtiyaçlarını karşılamak için koşturulmasının iki şekilde açıklanabilir.

a-Kainattaki her şey insanı tanıyor ve biliyor bu sebeple yardımına koşuyor.

b-Kainat perdesi arkasında her şeye gücü yeten bir zatın emriyle ve izniyle tüm varlıklar insana yardım ediyor.

Bizi bilen, hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti içeren rahmet hakikatidir.(10) Bu hakikate karşı kul Rabbinin yüce adını zikretip, fânilere bel bağlamaktan kurtularak bütün gönlüyle yalnız Allah’a yönelmelidir. (11) Bu manayı Risale-i Nur’da Üstad Hzleri şöyle ifade etmiştir. “Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak insanı kâinata câmi’ bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır. Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ver her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.

Nitekim Muhyiddin-i Arabî "Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim, kainatı yarattım." kudsi hadîs-i şerifinin beyanında: “Mahlukatı yarattım ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim.” demiştir.” 12

Kaynakça
1-(Senai Demirci, Birinci söz).
2-(İşârat-ül İcaz s.20)
3-(22/18 Suat YILDIRIM)
4- Sözler s.351
5- M:234
6-(Suyutî, DMensur. 1/26)
7- İşârat-ül İcaz s.25
8-Sözler, s.10
9- İşârat-ül İcaz s.70
10- Sözler, s.11
11-73/8 Suat YILDIRIM
12- İşârat-ül İcaz S.17
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

Benzer konular

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir