Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

14.02.2010, 23:54

"Âlem-i Asgarında Cihad-ı Ekber"...

Üstadımız Bediüzzaman bir dersinde demiş ki;

“Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekberle mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediyye ile tahalluk ve sün-net-i nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır."

Cenab-ı Hak insana emanet nevinden bir çok hissiyat ve istidat vermiş..Akıldan kalbe, kalpten ruha vicdana ve daha bir çok hassalara varıncaya kadar, alemde ne varsa numunesini insanın mahiyetinde toplamış.Onu kainata bir fihriste hükmüne getirmiş…
Hayalinden muhakemesine, vehimlerinden korku ve sevinçlerine kadar..Güven duygusundan tedirginliklerine ..gelecek endişesinden geçmişten teessürüne kadar..yaşanan ve yaşanmış bütün zamanlarla ve içindeki hadiselerle onu alakadar etmiş.Adeta küçük küçük alemlerden mürekkep büyük bir alem hükmüne getirmiş…
Bu geniş dünyaya havi bu küçücük insan, cisminin küçüklüğü ile değil cürmünün büyüklüğü veya müsbet manada niyetlerinin küllülüğü nisbetinde bir değer kazanan ve o kazanmakla kazanan.. veya menfi manada üzerine nakşedilmiş bu nakışları okumadan..kendi dünyasında kör olduğu ve harici alemde gör olandan da mahrum olarak ebedi bir saltanatı ebediyen kaybeden konumunda, bir nevi ortası olmayan nihayet kıymetli ve o derecede kıymetsizlikle malemal bir varlık…
Kendisine verilen bu vedia cihazat ile ilgili vaziyetiyle onu ilgilendiren ve onunla ilgilenen şeylerle karşı karşıya getirilmiş ve idrak,akıl,iz’an ile tercih üzere bir iradeyle sınanmaya tabi tutulmuş…
Var olduğu dünya ve var olduğu dünyada var olan her şeyle ve her şeyinde her şeyle olan münasebeti ve hareketliliği ve neticeye ulaşan sonuç ve ilişkileri ortaya çıkan had ve hükümlerle ve zamanın geçmesi, saatlerin ilerlemesi manzaranın değişmesi ve hiç bir şeyin devamın olmaması her şeyin iyi veya kötü vücudu ile olay mahallinden vazifesini bitirdikten sonra gitmesi, yerine gelenlerin yine o alakadarlık dairesinde üzerlerine düşen görevleri bir bütün sinerji içinde ifa etmesi..yani ne olaylar ne insan ne de insanın latifeleri üzerinde daimi bir başkalaşım bir fiil yoğunluğu ve adeta bir mahsül alımına benzer hasat kaldırılmışlığı görüntüsüyle.. hem de içinde bulunulan mekanın tasarrufunun.. yani, güneşten ay’a aydan yıldızlara ve yıldızlardan atomlara kadar her şeyin bir başka güç tarafından idare ve sevk olunduğu katiyeti ile beraber..bu ölçen ve biçen insan dahi kendi cismi üzerinde hiçbir idari iradeye sahip olmadığı gerçeği ile gayet açık ve anlaşılan bir hayat mevsiminde, mevte mahzar ekilmiş bir çekirdeği hükmünde bir mana ile okunuyor…
Dünyaya gelmesiyle beraber,yine Bediüzzaman üstadımızın ifade ettiği gibi..”Herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahi…”Ve bu hal ve minval üzere bu imtihan sahasına atılmış bir biçare mahluk…
Evet,İnsanlık tarihinin delaletiyle ve mazi sayfalarının şehadetiyle bu insanlık seyehatinin neden ve niçinlerini..İnsan görev ve varlık sebebini beşere talim eden seçilmiş ve peygamberlikle yani rehberlikle vazifelendirilmiş yüzyirmidörtbin enbiya..ve yüzyirmidörtmilyon evliya..yani dosttun dostları olarak tesmiye edebileceğimiz hak yolcuları insanın bu hilkat muammasını, Halin muktezasına göre talim eden tarif ediciler var olmuşlar…Ve efendimizle A.s.m.insanlığın gelişim sürecindeki ufki zaviye başka bir boyut bulmuş ve hadise zamanları içine alır bir mahiyet göstermiş… Bir nevi tufeyliyet bitmiş..Cehalete set çekilmiş..Vahşi ve adetlerine mutaassıp o bedevi kavimler medeni addedilen her şeye üstadlık eder ve hakikati hak olarak hayal ve hurafattan ve keşmekeşten Kur’ani bir derse ve Muhammedi A.s.m güneşin talimiye ,yalın olarak alıp neşr-i hakikate say etmişler…
Ne,dedir..Anlatmışlar.. Rabbimizin emrettiği hayat nedir..Mahiyeti nedir..nereden gelinir nereye gidilir..bu nev-i beşerin Reisi kimdir..Rabbimiz bizden ne ister..İnsan nedir ..yani neden ve nedir’i olan bütün mesaile ikna edici makul cevaplar vererek..Akla yol gösterip iradeyi elden almayarak İmtihan denilen bu tecrübe meydanına ışıklar taşımışlar…ve ardlarında Şerefle anılan duayla takdir edilen ebedi bir saadete mazhar bir manzara bırakmışlar…
Evet, İnsanlık.. Adem Aleyhisselamın hilkatiyle beraber başlayan, bir anlamda hak ediş süreci içerisinde din ile yapılmış bir teklif üzere bu dar-ı dünyada imtihan ile tecrübe edilmek suretiyle sınanmaktadır…
Ve İnsan,her şeyin kendinde toplandığı ve aslında bütün savaşların kendi kabiliyet meydanlarında saf tuttuğu ve heva ve hevesleri ve iyiliğe pencere açmış yüksek hasletleri..daim hakiki sahibine teveccüh etmiş vicdanı ve ebeden ve ebediden başka bir şeye kanaat etmeyen kalbi ve vatan-ı aslisi için layık numara alabilmek üzere bir hal kesbetmiş ruhu ile.. hem de bütün akisleri ve sedaları ve renkleri huzmeleri yine kendi üzerinde görebilen ve gösterebilen, özelliğindeki her şeyi kendi merkeziyetinde cem edebilir mahiyetiyle kendi kendine delil olan bir acip hususiyet içerdiği gerçeği ile meydandadır.
Gözünü açtığında gördükleri..Hayatı keşfetmeye başladığında algıladıkları..ve hadiseler karşı takındığı durum.Bütün hayatını tanzim edecek eğitimi..Öğrendikleri..Dinledikleri..Kabullendikle ri ve reddettikleri ile oluşan şahsiyeti..Ve hayata karşı olan muhatabiyeti..Ve asla yalnız bırakılmayan ve dışarıda hariç kalamayan tabiatının dahil olduğu yaşam şartları…
Ve yukarıda da ifade edildiği gibi kendine verilen emanet duyguların kullanım güzergahı..tercih özgürlüğü..ve tarif edilmiş bir yön..aydınlatılmış bir yol…
Belirlenmiş düşmanlar..ve Hayatın gerçekleri…İnsanın gelişim döneminde ve yaşayışı içerindeki etki faktörleri onun kişiliğinin karakteristik niteliğini de bir nevi tesis etmektedir…
Ve İnsanın,hataları ve hatalı şeylerin içeriğindeki benlik kokusu..fesat boyası..Ve nefse itimaddan teşekkül eden bir tahripçi şebeke..Yıkıcılığın kolaylığının cazibesi ve harebezara çevrilmiş yerlerin üzerinde varlığını hissedebilmenin uğursuz kimliğinin fikrin üzerinde bıraktığı irsiyet…
Ve tiryakilik ve müptelalık ve düşkünlük olarak tabir edilen vazgeçilmezlik döngüsünün hevanın kamçısını ele alıp menhus bir günahi zevk ile, dalalet vadilerine sevk eden.. vehimden müteşekkil lezzetlerin baş döndürücü sarhoşluğunun kör kuyularına düşmek..ve bir daha çıkamamak..Karanlığa alışıp çıkmak istememek..Yüzü olmamak bahenesiyle yolu kapanmış..Battı balık yan gider divaneliği ile kandili söndürülmüş..Çaresizlik içine mahkum edilmiş ..adeta İnsi ve cini şeytanlar tarafından kullanılıp sekerata terk edilmiş bir ruh..Lekeli yaralı bir kalp..Susmuş bir lisan..Veya tefessüh etmiş bir vicdan ile yılan gibi zehirlemekten telezzüz eden şerirler ordusuna iltihak etmiş bir akıl… Siyahlana siyahlana bir nokta-i nuru kalmamış bir marifet aynası…
Veya Doğruyu takdir etmiş..doğrulukla nimetlenmiş…Güzele meyletmiş güzelleşmiş..Güzel görmüş güzel görünmüş..Güzeli yad etmiş..Güzellikle anılmış…Dünyanın mahiyetini anlamış dünya ona kolaylaşmış..Algıladığı âlemin bir mizan ve intizam ve bir maksad üzerine müesses olduğunu idrak etmiş..ve o tenasüp yani uygunluk içinde hareket etmiş..O dünya ona musahhar olmuş…
Hadisat ve mevcudat ona asıl yüzlerini göstermiş..İnsan hatadan hali değil..Mahiyetinde olan zaafları acz ve fakrı hatta dünyanın ve içindekilerin özelliğini tartacak tadların numunesini asl zannetmekte oluşan temayülleri ve bazı hataların içinde de bulunan uğursuz cazibenin çekiciliği, onu günaha da sokan bir sebeple beraber hissettiği yeis ve kendiyle baş edemediği bir çok şiddetli kör hissiyatları ile beraber, umudunu yitirmediği.. ilticasını bitirmediği.. recasını kesmediği.. kapıyı terk etmeyen musrır talepleriyle ..Nurundan medet aldığı bir gufran iklimi..Bir tebdil müjdesi, bir af rüzgarı.. bir Rahimiyet temennisi ile vazifesini, yarasına rağmen.. görevini, karasına rağmen terk etmeyen, kulca bir azmin göstergesi de olabilir…
Evet,her haliyle insan Rabbine muhtaç..kendi terbiyesinde ne kadar aciz..Ne kadar kendi nefsine sözü geçmez..Ne kadar istese de muvaffak olamaz..ne kadar yaparım ederim dediyse o kadar yapamadığı gerçek…
Ne kadar bir katre serap hükmündeki kendi iktidarına güvense o kadar terk edilmiş..ne kadar ben kuvvetliyim malımı belimde taşırım dese..Aczi gösteren tekebbürü fakrını gösteren tezellülü ile kendini halka oyuncak yapan bir biçare…
Lehinde ona kuvvet verecek aczini,lehinde ona kudret olacak fakrını aciz miskin insanlar nazarında üleştiğinden o gına sermayesini tüketip perişan eden bir zavallı…

Amma acz ve fakrını şefaatçi etse üstadımız Bediüzzaman gibi dile getirebilse..


“”Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,

Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!””

Ya Rabbi,yalnızım gurbetteyim,kimsesizim,zayıfım,iktidarım yok çaresizim,hastayım,güçsüzüm acizim,yaşlıyım, iradesizim, kendi irade ve ihtiyarımla hareket edemiyorum,aman diliyorum,af diliyorum,yardım istiyorum, senin dergâhından, yüce katından…..
Diyebilse,
kendi muhtaciyetini ilan edebilse, kendi vehmi kuvvet ve iktidarından vaz geçse Ve Hâlıkına itimat etse, Benliğine güvenmekten kurtulsa.. kendini,Kadir’ül Hacatın yed-i eminine bıraksa, ne kadar rahat eder…
Sırtındaki yükünü gemiye koyup üzerine otursa o taşımaya mecbur olduğu şeye nezaret etse..emniyet emniyet içinde bu seyahatini ne kadar rahat bitirir…
Evet,Kusurunu itiraf etmek affa mazhar olmak..Kusurunu kusur bilmek onun zararını telefi edebilmek..Onu bir daha işlememek üzere azm etmek cehd etmek ne mühim bir cihad…
Evet,insan kendi aleminde vazifeli olduğu büyük cihad gereği, bu savaşı kendi hakkında muzafferiyetle neticelendirecek silahlarını da tanımalı ki; onlarla düşmanlarına mukabelesi mümkün olsun…
İnsan önce kendinde ne var diye baktığında, kendi üzerinde aklından gözüne kadar kullanmasına bir ömür kadarlık süre içinde müsaade edilmiş, bazı aletler edevatlar müşahade eder…Bu konuda Risale-i Nur Külliyatı Sözler Altıncı Sözde harika ölçülerle izah edilen emaneti sahibi hakikisine satmak kar için kar mizanlarıyla ifade edilmiş..Satmamaktaki zararlarda gösterilmiş..Zaten bu emanetler elimizden çıkacak ve nasıl bunları lehimizde kullanır baki meyveler elde ederiz gösterilmiş..

Hem çok ciddi bir mana için;

İşarat’ül İ’caz da demiş;

“”””……..Diğeri, emr-i tekvînîdir ki, fıtrî kanunlarla âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ, ilmin i’tâsı, mânen ameli emrediyor; zekânın i’tâsı, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekâyı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı mânen ve tekvînen emrediyor…”””

Buyurarak her cihazın kendine münasip bir mevkide bir maksad ve mana ile Sıla-i Rahimi bulunduğunu gösteriyor…
Yerli yerinde kullanmanın yaratılış maksadlarıyla bir nevi musalaha etmek..teklif ile uzlaşmak ve imtihanı lehinde neticelendirecek şifreleri ve inayeti yanına almak anlamına geliyor.
Çünkü Hilkatin amacı doğrultusunda emaneti uhdesine alan teslihat görür…
Hayat dayanmak,imtihanda kuvvet bulmak,zorlukları aşmak,kendinle başa çıkmak ancak bu vediaların yerli yerinde istimaliyle inayete mazhar olmakla mümkün..Hem de Allah’ın yardımını kazanmak ancak onun sevdiği şeyleri yerine getirme çabasında bulunmakla olabilir…Sevgisine mazhar olmak onun sevdiği şeyleri sevmek,Rızasına nail olmak,O’nun sevdiği.. En sevdiği Zat’a A.s.m benzemek ona benzeyenlerle onlara benzemeye çalışanlarla olabilmekle mümkündür…
Onun Hidayetiyle nimetlenmek,İlimle amel etmek öğrendiği ile yaşamaya çalışmak ..ve o hal üzere buluna bilmek bir ihlasın neticesidir..Ve ihlas, Hidayet nurunun İntibah sümbülü vermesinden hasıl olan bir kesbi zaviyedir..Muhafazası zor olan bu makbul açı ise teyakkuz, iltica ve yolculukta sebatkar ve kanaatkar bir hâdimlikle İn’ama vasıl bir Vehbi kala ile korunulabilir…
Hayat içinde ,kısa bir ömürde İnsan bu inayet-i daimeye; kendi mahiyetini bilmesi ve onu yaratıcısını bilmeye vesile etmesi ve onun ile malikine teslim olması noktasından ulaşabilir…
Bu imtihanın mükellef kıldığı tecrübede insan ,bütün bu kitabı yazan Zatın terkibini işlediği kanunlara uygun hareket etmeli..Verilen bütün verilmişleri verenin istediği istikamette hassasiyetle istimal etmeli…
İyi dostlarla, güzel ve Allah’ı CC.hatırlatır kardeşlerle beraber olarak ve münasebetlerimizi bu doğrultuda sağlayarak hayat-ı içtimaiyemizi güçlendirmeliyiz…
Kuvve-i maneviyemizi kıracak malayani şeylerden uzak durarak hakkımdaki Rahmeti zahmete çevirlebilmekten içtinap etmeli..Hafızamızda gönlümüzde kalbimizdeki güzelliklere sonsuzluğa yakışır ölçüler içinde sermedi hüsnün levhalarını yerleştirecek temaşa ve sohbetlerde bulunmalıyız..İlk eklediğimiz paragrafta buyurulan:

“Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekberle mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediyye ile tahalluk ve sün-net-i nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır."

Evet,Efendimizin Ahlâkı ile ahlâklanmak üzere gayur ve o ahlâkın, Edeb-i Furkan-i insibağı ile tezahür etmiş bu mahsus Ahlâk-ı Aliyeyi ve sün-net-i seniyesini İhya ile vazifeli olarak şahsiyetimize bu ulvi sıfattan bir siret-i nur bulmalıyız İnşallah…

Otuzuncu sözde geçen şu aşağıdaki ifadeyle.. bu müstakim yolun istikametli yolcularının tebliğ ettikleri ahkam ile denilmiş ki:



“””Nübüvvet ise, gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiye ile ve secâyâ-yı hasene ile tahallûk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyeye itimad, ihtiyacını görüp gınâ-yı İlâhiyeden istimdad, kusurunu görüp aff-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhân olmaktır diye, ubudiyetkârâne hükmetmişler.”””



Allahümmeihdinassıratelmüstakim


"Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin"


El Fatiha


m_safiturk
Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. âmin. Sözler

2

15.02.2010, 09:25

Allah razı olsun..ne güzel bir ders..Kaleminize bereket, yüreğinize sağlık İnşallah.

4

15.02.2010, 14:10

Gerçekten çok güzel bir ders olmuş ..

Allah razı olsun
Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir
Aklın Nuru
fünûn-u mdeniyedir

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

5

15.02.2010, 17:26

amin..

bastan asagi acizligimi hissettiren bir dersti..

masaallah..Allah razi olsun ve herdaim onun sevdigi kullar arasinda olasiniz / olalim insaallah..
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir