Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

11.12.2009, 23:32

Eşref Edib`in "Said Nursî" makalesi

1882`de Serez`de (Orta Makedonya) dünyaya gelen Türk matbuatının mücahit kalemi Eşref Edib Fergan, İstanbul`da vefat etti.

Eşref Edip, Üstad Bediüzzaman`ın sâdık dostu, Risâle–i Nur`un samimî bir müdafiî olarak da bilinir.

Bu meyanda birçok makale ve eseri vardır.

1908`de, önce Sırat–ı Müstakim, daha sonra Sebilürreşad ismiyle mecmua neşreder. Aynı isimle bir de matbaa kurar.

Said Nursî ile ilk tanışmaları tâ o yıllara kadar gider. Yaklaşık 50 sene müddetle, dostluk ve kardeşlik münasebetleri devam eder.

Hayatta iken, Üstad Bediüzzaman`ı ve kudsî dâvâsını neşriyat yoluyla müdafaa etmekten geri durmayan Eşref Edip, o mübarek zâtı vefatından sonra da anlatmaya ve dâvâsını savunmaya devam eder.

İşte, onun bu takdire şâyân hizmetlerinden bir nümûne–i misâl.

1963`te Sebilürreşad yayınları arasında neşrolan "Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk: Tenkid ve Tahlil" isimli broşürün ilk sayfalarında—Bediüzzaman`ın vefatının 3. yıldönümü münasebetiyle—Eşref Edib`in şu tahlili yer alır:

Bediüzzaman Said Nursî

Bir asra yakın zaman yaşayan bu mübarek zat, 23 Mart 1960`ta (25 Ramazan 1379) Urfa`da Rahmet–i Rahman`a kavuştu.

Cenaze namazı Ulu Cami`de kılındı, Halilürrahman Dergâhı`na defn edildi. Allah, gani gani rahmetine mazhar eylesin.

Bu nadide ve kıymetli varlığın şahsiyetini, mesleğini, eserlerini tetkik ve tahlil etmek, üzerinde muhtelif noktalardan işlemek, teşhisine çalışmak, ilmî ve içtimaî bir vazifedir.

Vefatının üçüncü Ramazan`ı olmak münasebetiyle, bu hususta ilmî bir tahlil ve tenkitte bulunmayı münasip gördüm.

Şöhreti memleketimizin ve tâ Hindistan`a kadar İslâm dünyasının her tarafını kaplayan, Almanya`da nâmına enstitü açılan bu zât kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi nedir? Muhtelif halk tabakaları arasında şâyân–ı hayret derecede kuvvetli rabıtalar (bağlar) husûle getirmesinin sırrı ne idi? Bu bir tarikat mı? Bir cemiyet mi? Yoksa siyasî bir teşekkül mü?

Gerek idarî, gerek adlî olarak, bu hususta çok takipler yapıldı. Derin tetkikler, uzun ve müselsel (zincirleme) muhakemeler cereyan etti.

Ne tarikat, ne cemiyet, ne de bir siyasî teşekkül olduğu hakkında herhangi bir neticeye varılamadı. En ufak bir delil bile elde edilemedi...

O halde ne idi?

Bir savcının (Afyon savcısının) tahminine göre, memlekette lâakal 500–600 bin kişi nasıl olmuş da bu zâtın etrafında toplanmıştı? Ve bu âdet, günden güne neden artıyordu?

* * *

Evet, ortada bir topluluk vardı. Fakat bu topluluk, kànunun müdahale çerçevesine girmiyordu.

Bir cemiyet gibi programı, teşkilâtı, âzası yoktu. Bir parti gibi siyasî bir programa ve teşkilâta tâbi değildi. Kazıyye–i muhkeme haline gelen mahkeme kararıyla, bu cihet tebeyyün ve tahakkuk etmişti.

Böyle maddî yollardan gidilmek şartıyla, daha senelerce tahkikat ve tetkikat yapılsaydı, yine bir neticeye varılamazdı.

Çünkü bu, gönüllerde yaşayan ruhî bir rabıta idi.

Belki de, devr–i sâbık (tek parti) hükûmetleri, üzerine fazla gitmekle bu işi alevlendirdi, genişletti, önüne geçilemez bir hale gelmesine sebep oldu.

İstibdat ve diktatörlük zamanının Dahiliye Vekilleri, bu harekete "irtica" damgasını vurabilmek için çok çalıştılar. Fakat, muvaffak olamadılar.

Hapisler, nefiyler, taarruzlar, kitle halinde tevkifler, muhakemeler... Hiçbir şey kâr etmedi. Bilâkis, bunlar şöhretinin yayılmasına hizmet etti.

Ortada mesuliyeti mucip, kànuna aykırı hiçbir şey yoktu. Ortada, yalnız bir "Risâle–i Nur" vardı.

Bu Risâleler, elyazısıyla yüzlerce, binlerce nüshası etrafa dağılıyordu.

Bu Risâleler, toplatıldı. Mahkeme yoluyla, ehl–i vukufa tetkik ettirildi. Yine, kànuna aykırı hiçbir şey görülmedi.

Yüzlerce mahkeme kararıyla da, bu hakikat teyid edildi.

Risâle–i Nurların, vatana millete zararlı, dolayısıyla kànunlara aykırı hiçbir tarafının bulunmadığı gerçeğinin, bilirkişi raporlarıyla ve âdil mahkeme kararlarıyla da kesinlik kazandığını anlatan Eşref Edib`in makalesi, şu sözlerle devam ediyor:

...........................

...Bu itibarla, Risâleler alabildiğine çoğaldı. `İhvan–ı Safâ` risâleleri gibi bir mahiyet aldı.

130 parçadan ibaret olan bu Risâleler, binlerce sahife teşkil eder. Bazı Risâleler kısa makaleler şeklinde, bazısı da birer kitap halindedir.

Elyazması Nur Risâleleri, para ile satılmaz, meccânen dağıtılırdı. Eski harflerle (Osmanlıca) kitap basımı kànunen yasak olduğu için, bu Risâleler elyazısıyla mütemadiyen istinsah ediliyor, çoğaltılıyordu. İşini gücünü terk edip, hayatını bu hizmete vakfedenler vardı. Kur`ân–ı Kerim`i yazan hattatlar gibi, Nur Risâlelerini istinsah edenler de ecir ve sevaba nail olduklarına itikad ederlerdi. Son zamanlarda bu Risâleler yeni harflerle de basılmaya başladı.

İşte, ortada bu Risâlelerden başka hiçbir şey yoktu. Ne tarikat, ne cemiyet, ne de bir siyasî parti.

...Üstad Bediüzzaman, müddet–i hayatında günde bir kap yemekten fazla yemek yemiş değildir. Çoğu zaman, ekmeğini suya bandırarak geceyi geçirdi.

Gece gündüz ibadetle meşguldü. Yanında, Kur`ân`dan başka hiçbir kitap yoktu.

Bütün ilhamını Kur`ân`dan alırdı. Kendi yazmaz, dikte eder, talebeleri yazardı.

Hapishanede tecrit edildiği, kimseyle görüştürülmediği halde, Nur Risâleleri yazılıp intişar ederdi. Talebeleri de, Nur Risâlelerini yazmak suçuyla mahkûm olarak hapishaneye, Üstad`ın yanına girmeyi en büyük zevk ve sevab addederlerdi.

Zahiren bakanlar, Üstad`ı bir tarikat ehli zanneder. Halbuki, tarikatla bir alâkası yok. O bütün kuvvetini iman ve Kur`ân hakikatini neşr ve iman hizmetine vermişti.

Üstad`ın talebelerine verdiği dersin fâtihası şudur: "Biz ehl–i tarikat değil, ehl–i hakikatiz. Rehberimiz Kur`ân, şiârımız iman ve irfandır.

Filhakika, bir Nur Talebesinin imanı şâyân–ı hayret derecededir. İman hakikati karşısında, hayatın hiç kıymeti yoktur.

Bütün gayeleri iman ve irfandır. Dünyevî hiçbir ihtirasları yoktur. Bu derece ahlâk ve fazilet sahibidirler.

Farzları ifaya son derece itina ederler. Menhiyattan (günahlardan) şiddetle içtinap ederler. Çalışkandırlar. Hayatlarını kazanırlar. Büyük feragat sahibidirler. Ayrıca, Komünizm ve Masonluğa karşı fikrî mücadeleyi en büyük vazife telâkki edeler.

İmân ve irfân mektebi

...Nur Talebeleri, Komünizm ve Masonluğu imâna musallat olan iki büyük ejder olarak kabul ederler. Yeryüzünde imansızlığı yerleştiren ve yayan bu iki teşekküldür. İman hudutlarını bunların taarruzundan korumak, her mü`min için bir vazifedir, derler. Onun içindir ki, üniversiteler ve halk tabakaları arasına yayılan Nur Talebeleri, bu iki cereyanla mücadele halindedirler.

...Nur Risâlelerinin ve talebelerinin hedefi, imânı kurtarmak, kalplere İlâhî irfanı yerleştirmektir.

Nur Talebelerinin imânı, irfâna dayanır. Evet, irfân üzerine kurulan bir imân... Cehâletin en büyük düşmanıdırlar.

Bu itibarla, buna bir mektep, bir ekol desek daha münasip olur: İmân ve irfân mektebi...

Bu imân ve irfân mektebinin resmî binası, programı, teşkilâtı, tahsisatı, idaresi, merkezi, şubesi, âmiri–memuru yoktur.

Hiçbir kayda tâbi değil. Yalnız, gönüller üzerine kurulmuş bir müessese...

Said Nur Üniversitesi

...Nur imân ve irfân mektebi, zamanla, mekânla mukayyet (kayıtlı) değil. Hududu yok.

Bu mektebin yalnız bir kitabı var: Kur`ân.

Bütün ilhamları bu kitaptandır. Bu kitap, bitmez tükenmez bir hazinedir. Gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün asırları doyurmaya bu hazine yeter.

Nur Risâleleri, bu hazinenin damlalarıdır.

Kalbinde imân ve irfânı olan her mü`min, bu mektebin talebesidir. Hiç kimseden izin almadan, hiçbir kayda tâbi olmadan bu mektebe girebilir.

Çünkü, bütün mü`minler, bu mektebin tabiî talebesidir.

Nur Risâleleri, birer derstir. Kişi onları isterse kendisi istinsah eder (çoğaltır), isterse hazır yazılmış veya basılmış olarak alır, okur, istifade eder.

Artık, o vicdanıyla, kalbiyle, ruhuyla başbaşadır. Arada hiç bir vasıta yoktur.

Nur Risâlelerinin müellifi (Bediüzzaman), yalnız bir "Üstad"dır. Dersini vermiştir. O kadar... Tıpkı, bir üniversite hocası gibi...

* * *

Üstad Said Nur, çok yüksek bir zekâ ve irfân sahibi idi. İmandan ibaret bir varlık...

O, mü`minler için bir imân ve irfân mektebine ihtiyaç duymuş. Kalpleri dalâlet eşkıyasının taarruzlarından koruyacak bir üniversite...

Bunu da, gönüller üzerinde kurmuş. Temelleri, dünya durdukça yıkılmasın, sapasağlam yaşasın diye...

Üstad, derslerini vermiş, kenara çekilmiş. Artık bu mektebi mü`minler kendi kendine idare etsinler, demiş.

Ne ücret, ne ünvan, ne pâye, ne heykel... Hiçbir şey istemiyor.

Vazifesini yapan bir muallim, bir profesör gibi, kalbi neş`e dolu olarak ecel–i mev`udunu bekledi; böylece, nihayet Hakk`a yürüdü.

İşte, Said Nur Mektebinin, Said Nur Üniversitesinin mahiyeti bence budur. Bunu anlamayan devr–i sâbık (geçmiş dikta devri), bundan ne kadar korktu, ne kadar heyecanlar geçirdi.

Bunu bertaraf etmek için ikinci bir Menemen bile ihdas etmeyi düşündü.

Buna bir "irtica" damgası vurmak için çok çalıştı. Fakat, muvaffak olamadı. Boş yere hem kendini zorladı, hem de bu mübarek zâtı türlü sıkıntılara, tazyiklere mâruz bıraktı. Zindanlarda ömrünü çürüttü. Hapishanelerde bile ihtilâttan (görüşmekten) men`etti.

Netice ne oldu?

Bir savcının tahminine göre, en az beş–altı yüz bin talebe Anadolu`nun her tarafına yayıldı.

Talebenin her biri işiyle, gücüyle, yahut dersiyle, tahsiliyle meşgul. Kànuna aykırı en ufak bir hareketleri yok.

Gönüller üzerine kurulan böyle bir irfân mektebinin kapanmasına imkân var mı?

2007-12-14
Lâtif Salihoğlu / Yeni Asya

2

11.12.2009, 23:57

Allah razı olsun Ruhefza. Evet ya bizim öğrencilik yıllarımızda dersanede Eşref Edip'in, Üstadımıza ait olan Tarihçesi vardı.Sonradan basılmaz oldu sanırım..
Yalnız o mu..hatta Ağabeylerin, Üstadımıza yazdıkları mektupları hatırlıyorum kitap olarak..Ama onlar Risale-i Nur'a girmeyen mektuplardı.

Muhammed

Moderatör

  • "Muhammed" bir erkek

Mesajlar: 1,122

Konum: The Collection of Risale-i Nur

Meslek: The Collection of Risale-i Nur

Hobiler: The Collection of Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

3

01.05.2010, 19:38

EŞREF EDİP FERGAN KİMDİR?

Eşref Edip Fergan (1882-1971)

II. Meşrutiyetin ilanından sonra Sırat-ı Müstakim adlı haftalık dergiyle yayıncılığa başlamıştır. Sebilürreşad’ın da sahibidir. Uzun yıllar İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılan saldırı ve tenkitlere yazılarıyla cevap vermeye çalışmıştır. Fikri istikametini bozmadan devam ettirdiği yayıncılık hayatında sıkıntılarla karşılaşmış, sansür ve kapatmalara maruz kalmıştır. Bediüzzaman ve talebelerine karşı yapılan haksızlıkları eleştirerek onlara destek olmuş, yayınlarında kendilerine yer vermek suretiyle bir çok kişi tarafından tanınmalarına vesile olmuştur. 1908 yılından itibaren Bediüzzaman Said Nursi ile tanışmış, birbirlerinden ayrı kaldıkları zamanlarda bile irtibatı koparmayarak selamlaşmışlardır. Bediüzzaman bir mektubunda kendisi için, “kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım” ifadelerine yer vermiştir.

Eşref Edip, 1882 yılında Selanik’de doğdu. Babası İslam Ağa ve annesi de Nefise Hanımdır. Okul eğitimine Serez’de bulunan Sıbyan Mektebinde başladı. Daha sonra Rüştiye Mektebini de Serez’de okudu. Bu arada Kur’an eğitimini gördü ve “Hafız” oldu. Bununla birlikte dini dersler de aldı. Arapça derslerini okudu. Memleketinde bir yıl kadar Şer’i Mahkeme kâtipliği de yaptı.

İstanbul’a gelen Eşref Edip Hukuk Fakültesine girdi. Burada okuduğu süre zarfında Medrese eğitimini de alarak kendini yetiştirmeye çalıştı. Yavaş yavaş çevre edindi ve dönemin ünlü simalarıyla yakın dostluklar kurdu. Bu dönemde cereyan eden fikri mücadele ve yazılara ilgi duyarak yayın işiyle ilgilenmeye başladı. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Sırat-ı Müstakim adıyla haftalık dergi çıkardı ve böylece yayıncılık hayatı başlamış oldu. Bu derginin yayınlanmasında Mehmed Akif, Musa Kazım ve Mahmud Esad gibi düşünce ve fikir adamlarının desteğini aldı. Derginin ilk sayısı 27 Ağustos 1908 tarihinde yayınlandı.

Eşref Edip, Ebül’ula Mardin ile birlikte 182 sayı çıkardı. Bu sayıdan itibaren Ebül’ula Üniversite hocalığına başladığı için tek imtiyaz sahibi olarak dergiyi yayınlamaya devam etti. Bu arada derginin adını da Sebilürreşad olarak değiştirdi. Batı yanlısı yazarlarla fikri mücadelelere girerek İslami değerleri savundu.

II. Meşrutiyetin ilanından sonra fikri alanda çok büyük mücadeleler yaşandı. Eşref Edip dergisinde, mütedeyyin ve Türkçü yazarların yazılarına yer verdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında İttihat Terakkinin yanlış bulduğu bazı siyasi faaliyetlerini sert bir şekilde eleştirerek muhalefette bulundu. Bu fikri mücadele ve farklı düşüncelerinden ötürü bir süre dergi yayınına ara vermek zorunda kaldı.

Yaklaşık bir buçuk yıl yayın hayatına ara veren Eşref Edip, savaş sonrasında işgal altında bulunan İstanbul’da yeniden Sebilürreşad’ı yayınlamaya başladı. Milli Mücadele’nin başlamasından sonra Anadolu Hareketine destek verdi. Mehmed Akif ile birlikte Milli Mücadelecilere arka çıktı. İşgal altında bulunan İstanbul’da derginin yayınlanamayacağı endişesiyle Anadolu’ya geçti. Önce Kastamonu ve daha sonra Ankara’da dergisini yayınlamaya devam etti.

Mehmed Akif’in, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yaptığı vaazları dergisinde yayınlayarak Milli Mücadele şuurunun güçlenmesine katkıda bulundu. Derginin Anadolu’nun ücra yerlerine ulaştırılmasında askeri birliklerden istifade etti. Bunlar aracılığıyla insanlara ulaştırmaya çalıştı. Ankara’da, Mehmed Akif ile Taceddin Dergahı’nda birlikte bulundu. İslam Şurasını toplamak gayesiyle Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Ahmed Senusi ve Mehmed Akif ile birlikte fikir teatisinde bulundu.

Eşref Edip, Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra İstanbul’a geri döndü ve burada dergisini yayınlamaya devam etti. Cumhuriyetin ilanından sonra Tek Parti iktidarı boyunca dine ve İslami değerlere karşı takınılan tavra karşı fikri alanda mücadele etti. Yaptığı muhalefetten ötürü dergisi sansüre uğradı. Şeyh Said hadisesi bahane edilerek çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunundan sonra çok sayıdaki yayınla birlikte kendi dergisi de kapatıldı, tutuklanarak Ankara ve Diyarbakır’da İstiklal Mahkemelerinde yargılandı. Daha sonra beraat etti.

1932 yılında Mısır’a giden Eşref Edip burada bulunan Mehmed Akif ile görüştü. Buradan döndükten sonra İslam-Türk Ansiklopedisi’ni çıkararak yayın hayatına yeniden başladı. Bu çalışmayı, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan İslam Ansiklopedisi’nde yer alan yanlışları ortaya çıkarmak ve doğruları göstermek amacıyla yaptı.

Eşref Edip 1948 yılında Sebilürreşad’ı yeniden yayınlamaya başladı. Dergide Ali Fuat Başgil, Cevat Rifat Atilhan, Kazım Nami Duru, Ömer Rıza Doğrul ve Hasan Basri Çantay gibi müelliflerin yazılarına yer verdi. Yıllarca CHP’ye karşı mücadele veren ve yanlışlarını eleştiren Eşref Edip, 1950 öncesinde Celal Bayar’ın, dini konularla ilgili sergilediği yanlış tutum ve davranışlarını da eleştirdi. Bu eleştirilerden oldukça etkilenen Celal Bayar, derginin kapatılması maksadıyla dönemin başbakanı Şemsettin Günaltay’a müracaat etti. Ancak, isteği kabul görmedi.

Eşref Edip, Sebilürreşad’ı 1966 yılına kadar yayınlamaya devam etti. Bu süre zarfında yapılan yanlışlara, haksız eleştirilere şiddetle karşı çıktı. Din ve vicdan hürriyetine programlarında yer veren siyasi partileri bu girişimlerinden ötürü destekledi. Diğer taraftan din ve vicdan özgürlüğüne getirilen sınırlama ve engelleri de sert bir şekilde eleştirdi. Bu arada dergisinde Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili yazılara da yer verdi.

Risale-i Nur ve müellifine uygulanan baskı ve tazyikler artarak devam ettiği dönemde Eşref Edip’in yayınlarında kendilerine yer vermesi ve müspet manadaki tavrı takdir topladığı gibi basın yoluyla çok sayıda kişinin Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a ilgi duymasına ve onları tanımasına vesile oldu. Bediüzzaman talebelerine yazdığı bir mektubunda şu ifadelere yer vermektedir:

“Eşref Edip kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad'da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir…” (Emirdağ Lahikası, s. 281). Bunun yanında, ayrı bulundukları zamanlarda, İstanbul’a giden talebelerine Eşref Edip’i ziyaret edip selamlarını iletmelerini tembihleyen Bediüzzaman, ona verdiği değeri müşahhas bir şekilde gösterdi. Selamı götüren ve kendisiyle görüşen Mustafa Sungur, Eşref Edip’in duyduğu memnuniyeti ve gösterdiği alakayı hatıralarında nakletmektedir (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler 4, İstanbul 1994, s. 35-37).

1952 yılında Bediüzzaman Said Nursi ile görüşen Eşref Edip, bu görüşmeden sonra duygu ve düşüncelerini kaleme aldı. 1908 yılından beri tanıştığı, ancak, uzun zamandır görüşemediği Bediüzzaman Hazretleriyle hasret gideren ve duygu dolu ifadelere yer veren Eşref Edip, “Devr-i Saadette, Müslümanlığın ilk kuruluş zamanlarında olsaydı, Hazreti Peygamber, Kabe’deki putların parçalanması vazifesini ona verirdi. Şirke ve putperestliğe o derece düşmandır” demek suretiyle Bediüzzaman’ı veciz bir şekilde tavsif etti (Tarihçe-i Hayat, 1994, s. 541).

Eşref Edip 1971 yılında vefat etti. Naşı Edirnekapı Şehitliğine defnedildi.

Eşref Edip, aralarında “Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nur, Hayatı Eserleri Mesleği” adlı eseri olmak üzere bir çok eser de kaleme aldı. Eserlerinden bazıları şunlar: Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk, Mehmed Akif Hayatı ve Eserleri, İnkılap Karşısında Akif-Fikret, Gençlik-Tan’cılar, Misyoner ve Müsteşriklerin Yazdıkları İslam Ansiklopedisi’nin İlmi Mahiyeti, Pembe Kitap, Çocuklarımıza Din Kitabı, Kur’an-Garp Mütefekkirlerine Göre Kur’an’ın Azamet ve İhtişamı Hakkında Dünya Mütefekkirlerinin Şehadetleri.
Bismillahirrahmânirrahîm

" Dedim:''Çok yalnızım.”
Dedi: “Ben sana çok yakınım
.”


Bakara: 186 Ayeti Kerime

Bu konuyu değerlendir