ı'lem eyyühe'l-aziz! Eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zılliyeti sende ise, taahhüt, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsın, daima rahatsız olursun.
Çünkü, noksanları tedarik, mevcutları telef olmaktan muhafaza ile daima evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun.
Halbuki, o nimetler, Mün'im-i Kerîmin taahhüdü altındadır.
Senin işin Onun sofra-i ihsanından yiyip içmekle şükretmektir.
şükürde bir zahmet yoktur. Bilâkis, nimetin lezzetini arttırır. Çünkü şükür, nimette in'âmı görmek demektir.
ın'âmı görmek, nimetin zevalinden hasıl olan elemi def eder.
Zira, nimet zâil olduğundan, Mün'im-i Hakikî onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın.
Evet; [img:335:42]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/sozl1/b977.gif[/img] olan âyet-i kerime, hamdin ayn-ı lezzet olduğuna delâlet eder.
Çünkü, hamd, in'am şeceresini, nimet semeresinde gösterir. Ve bu vesileyle zeval-i nimetin tasavvurundan hasıl olan elem zâil olur.
Çünkü, şecerede çok semere vardır, biri giderse, ötekisi yerine gelir. Demek hamd, ayn-ı lezzettir.
Mesnevi-i Nuriye | Habbe | 104
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"