Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

17.03.2009, 12:37

Modernizm ve Bediüzzaman

MODERNıZM VE BEDıÜZZAMAN

Geçmişten günümüze doğru bir yolculuk yaparak,Avrupalılaşma konusunda, Bediüzzaman’ın konuya ilişkin düşüncelerini anlamaya çalışalım.
Bediüzzaman Hazretleri buyururlar ki;’’Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor biz burada oynuyoruz, O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammane tahribimizle, eser-i telkini icra ederiz.’’
Mecaz ve kinayelerle süslü bu satırlar, aslında bize bir çok şey anlatmaktadır.
Bu bağlamda ; Avrupa, Modernleşme, Osmanlı üçlüsüne kısaca temas etmekte fayda mülahaza ediyorum.
Avrupalılaşma veya diğer adıyla Modernleşme, diğer bir tabirle Muasır Medeniyet; Osmanlı-Türkiye bağlamında son iki yüz yıldır, hayatımızın bir çok alanında etkisi hissedilen bir kavramdır.
Tarihi süreç olarak olarak, kökleri Batı’daki Rönesans ve reform hareketlerine kadar uzanır.
Batı aleminde , bu hareketlerle bir AYDINLANMA VE MODERNıZM olayı hem akım olarak , hem de hayat tarzı olarak başlamıştır.
Bediüzzaman’ı ve O’nun gibi düşünenleri , anlıyabilmek için , Batı’daki Rönesans , Aydınlanma ve Modernizm terimlerini , bunların ne anlama geldiğini ve özellikle batıda ve bizdeki yansımalarını çok iyi analiz etmemiz gerekiyor.
Aksi takdirde ; Bediüzzaman’ı ,o günün şartlarında ve bu gün anlamakta güçlük çekeriz.
Bu sebeple adı geçen terimlere kısaca değinirken, bu akımların , Avrupa’da ve bizdeki yansımalarına da kısaca değinelim:
Rönesans , Reform , Aydınlanma süreci; Ortaçağ sonrasında , Avrupa’nın floransa’sında başlıyan bu hareket ; Kilise’nin baskısına bir başkaldırı hareketidir.Dolayısıyla; dayatmacı pozisyonundaki, tahrif edilmiş olan hıristiyanlığa , O’nun akidelerine bir başkaldırma , bir isyandır bu......
Bununla beraber, Dini olan herşeye bir antipati başladı. Buna karşılık, insan aklına önem verilmeye çalışıldı. Bu , beşerin aklın öncülüğünde ilerlemesiydi. Buna , RıSALELERDEKı TABıRLE ‘’FELSEFE’’ DıYORUZ.
Bu dönemde , beşeri olan her şey ilahlaştırıldı. Sanat ve bilim yüceltildi. Maneviyattan ve manevi değerlerden hiçbir iz yoktur bu sanat ve bilimde....!
VE MODERNıZM...........: Modernizm , 18 yy da aklı esas alan , manevi değerleri reddeden bir anlayışla başlar....Decart isimli düşünür Modernizmin öncüsüdür.
Modernizmde , pozitif ve materyalist bir dünya görüşü hakimdir. Bu anlayış herşeyi maddede görmekte ve aramaktadır. Bunlardan bir iki tanesini hatırlamaya çalışalım....:
Agust komt : Pozitivizmin kurucusu , 1798- 1857 yılları arasında yaşamıştır. Akla dayalı bilimi esas almıştır. DıN’ı ıNSANLIğIN ıLERLEMESıNE ENGEL OLARAK GÖRMÜşTÜR....!
Frederik Nickhe :1844-1990 yılları arasında yaşamıştır. Niheilizm’in kurucusudur. Felsefesi , hiçliktir , yokluktur. Ben hiçim. Hiçbir şey de yoktur...diyor.Kendini ve kainat’la birlikte Allah’ı inkar ediyor.
Bu filozof , 1889 da delirmiş , 1900 de de ölmüştür.
Freud : Hakeza , 1856-1939 yılları arasında yaşamış ve ölmüştür. Bu da , bilinçaltı denen olgu’ya her şeyi yüklemiş. Sürrealizm’in öncüsüdür.Akıl ve mantığı bir kenara iterek, bir nevi akıldan istifa eden bir anlayış. Bilinçaltına yöneliyor...ınsanın gerçek yüzünün rüyalarda ortaya çıktığını söylüyor..
TOPYEKUN , MODERNıZMı OLUşTURAN FıKıR AKIMLARININ, HEPSı ıLAHSIZDIR.............!
Demokritos , diye bir filozof daha var..Demokritos bunların çağdaşı olmamakla birlikte , hepsinin fikir babası sayılır. Maddeci , materyalist bir anlayışa sahiptir.
11.yy da yaşamış , ‘’ Maddenin yok olmayacağı’’ fikri O’ nundur. Yani:’’ Yoktan var olmaz, varda yok olmaz’’ diyen , yine maneviyatsız , ilahsız bir anlayış.
Bunlara sofist diyoruz. Bediüzzaman’da bu sofistlerden , risalelerde sıkça bahseder.
Naturalizm (Tabiatçılık) diye bir akım daha var Avrupa’da. Adı üzerinde , tabiatı , doğayı tek gerçek bilgi olarak ele alır. Onlar’a göre herşeyi tabiat yapmaktadır. Gördüğümüz herşey tabiatın bir eseridir.
YANı; TABıATA ıALAHLIK VEREN BıR ANLAYIş.
Batı’daki temsilcileri ; Paul Alex , Henri Kart , Leon Henik , Emile Zola da bu sanat dalının üstadı olarak kabul edilir.
Bizde bu akımın öncüsü , Beşir Fuat’tır.
Tabiiuyyun fikrinin , müslümanlardaki ilk temsilcisi ; Ebubekir Zekeriya Er Razi’dir.(841-926) Er Razi sistemini , Allah , Zaman , Mekan , Ruh ve Madde ( 5 ezel) tezi üzerine kurmuştur.
Akıl , iyi ve kötüyü , Allah’a ait şeyleri bilmeye yeterlidir.Peygamber , Vahiy gibi şeylere gerek yoktur. Diyor. Tabiatperest.......
Bediüzzaman mücadelesini verirken , Avrupa Modernistleriyle birlikte , ıslami Tabiiyyunlarında , köklerine kibrit suyu dökecektir.
Naturalizm ; Materyalizm ve pozitivizimle aynı anlama gelmektedir. Anlıyacağınız , Batı’da ne kadar izm varsa hepsi dinsizdir. Hepsi ılahsızdır.Bunlar , eski Yunan ve Roma Medeniyyetinin çocuklarıdır.
.
Modernizm denen, bir anlamda ilahsızlık hareketinin içerisinde Freud, Nietzche, Engels , Marx gibi isimler hepimizin hatırlayabileceği isimlerdir.
Materyalizm, maddeci anlayış; Modernizmin sonucudur. Bu da beşerin - Divan-ı Harb-i Örfi ve Sünuhat sh.115 Yeni Asya Neşriyat 1993 ıst.
19- Lem’alar 23. Lem’a sh.436 Yeni Asya Neşriyat 2005 0cak
20- Tarihçe-i Hayat Isparta Hayataı sh.549 ıst. Temmuz 2001
21- Divan-ı Harb-i Örfi ve Sünuhat sh.63 Yeni Asya Neşriyat Haziran 2001
22- Divan-ı Harb-i Örfi ve Sünuhat sh.52 Yeni Asya Neşriyat Haziran 2000 ıst.
saadetini selbetlemiş ve dünyayı kana bulamıştır.
Modernizmin yani FELSEFE diyoruz buna Bediüzzaman’ın diliyle. Beşere hediyesi ,1. Dünya savaşıyla insanlığı kana bulamıştır…
Bediüzzaman’ın tabiriyle kur’un-u ula’nın (Yani ilk çağların) tüm pisliklerini bir defada kusmuştur. (2) Bununla ilgili olarak aklımızda kalması gerekenler şunlardır. Modernizm akılcıdır, Modernizm insanın aklını yüceltmiştir, Modernizm tabiatperesttir, Modernizm insanın sanatını yüceltmiş ve ilahlaştırmıştır.
Daha özü şu; Modernizm dediğimiz olay(yani Avrupalılaşmak; en yoğun şekilde materyalizm ve emperyalizmin 200 yıldır hayatımızı istila eden sistemleşmiş halinden başka bir şey değildir.
Jean Celvin 16 yy’da yaşamış, Reform hareketinin Fransa ve ısviçre’de yayılmasına çalışmış Hıristiyan din adamı, Kalvinizmin kurucusu; Hıristiyanlığın özüne dönmesi için mücadele vermiştir.
Kalvinizm, Hıristiyanlığın kendi içerisindeki bir problem. Katolikler Hıristiyanlık akidelerine daha mutaasıptır.
Ahirete ve münzevi hayata önem verirler.
Protestanlar bu dünyaya daha çok önem verirler.
Kalvinist inancın yaygın olduğu toplumlar ticaret ve ekonomiye daha çok eğilim gösterirler. Hakeza Kalvinistler de daha maddeci ve madde peresttir.
BUNU; ıSLAM’A YAMAMAYA ÇALIşMANIN NE ALEMı VAR.!
Hani bizde derler ya: Dam başında saksağan vur beline kazmayı… NE ALAKA YANı..!
Bakın, asırlardır, bizim çocuklarımıza öğretilen ve örnek gösterilen, modernist batının şahsiyetlerinden birkaç örnek verelim. Mektep yüzü gören herkesin tanıdıkları bunlar:

a- Albert Dürer : Alman Ressam.
b- Villiem şekspir : ıngiliz Yazar-Makteb, Kral lir.
c- Victor Hugo : Sefiller.
d- Cervantes : ıspanyol Yazar- Donkişot.
e- Hanaredo Balzac : Fransız Yazar- Vadideki Zambak.
f- Mikelanj : ıtalyan Ressam- Heykel Traş- Musa Heykeli, Davut Haeykeli.
g- Leonardo Vinci : (1452-1519) ıtalyan Ressam- Monaliza-Heykel Traş.

RÖNESANS ıTALYA’NIN FLORANSA KENTıNDE DOğMUşTUR.
h- Donetello : Heykel Traş.
i- Coibert :Heykel Traş.
j- Dante : Fransız yazar.
k- Makyavel :Düşünür.
Ya; bunlar; çırılçıplak resimler, heykeller yapan, ilahsız, inaçsız, ınsana ve tabiata önem veren sanatçılar…sözüm ona …!
Asırlarca Türk çocuklarına, birer kahraman olarak lanse edilip… eserlerinden övgüyle bahsedildi ve ediliyor.
Bundan sonra bir paragraf açalım. I.Dünya savaşıyla insanlığa bir musibet yaşatan Avrupa, yani Modernizm.. Aklın, felsefenin, tabiatperestliğin insanlığa neye mal olduğunu gördü. Bediüzzaman’ın tairiyle O’nun insanlığa sunduğu reçete, o iki pis hediye onun başını yedi. (3)
MODERNıZMıN ıFLASI!
I. Dünya savaşından sonra Avrupada Modernizme karşı yeni fikirler üretilmeye ve yayılmaya başlanıldı.
Bu harekete de Postmodernizm diyoruz.
Modernizm anlayışına karşı oluşturulan sanat ve düşünce anlayışının genel ismi POSTMODERNıZM’dir.
Bu hareket akla önem verirken aynı zamanda maneviyata yöneldi. Kilise ve O’nun değerlerine de önemli ölçüde yer vermeye başladı. Yani hem maneviyata hem de akla önem verdi. Sistemleşmiş haliyle 1960’ta Amerika’yı, 1970’ten itibaren de Avrupayı tesiri altına aldı.
şu an Avrupada yaşana sancı budur.
Eskiye göre bizim açımızdan olumlu bir durumdur bu.
Ama; Türkiye sistem olarak modernist Avrupa’nın etkisindedir.
Halen Modernist Avrupaya takılıp kaldığımız içindir ki; resmi görevle olsa dahi Mekke’ye gitmekten içtinap ederiz.
Hala modernist Avrupaya takılıp kaldığımız içindir ki; başörtülü kız çocuklarına okuma hakkını vermeyiz.
Hala modernist Avrupa’ya takılıp kaldığımız içindir ki; Üniversitede okuyan kız çocuğunun başörtülü annesini, onun en mutlu günü olan, mezuniyet törenine almayız.
Hala modernist Avrupa’ya takılıp kaldığımız içindir ki; şehit ailelerin çağrıldığı törene başörtülü şehit annesini almayız.
Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen anlayışla şu bizim anlayışımızın ne farkı var Allah aşkına.
Postmodernizmin bizdeki temsilcileri şerif Mardin ve Alev ALATLI’dır.
Antiparantez şunu da ifade edeyim ki; II. Mahmud döneminden bu yana Avrupa’yı taklide başlayan ve Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye’de de devam eden Avrupalılaşma hareketi günümüz itibari ile modernist Avrupa’nın etkisindedir.
Yani anlıyacağınız, Avrupa’nın 50-60 senedir terk ettiği düşünce ve hayat tarzını biz hala devam ettiriyoruz. Yani onlarıda geriden takip ediyoruz.
şimdi de bu hareketlerin bizde ki yansımalarına bir göz atalım.
ınsanlık tarihinde altın çağını yaşıyan Osmanlı ımparatorluğu , amansız bir hastalığın pençesinde kıvranmaktadır. Dünyaya adalet dağıtan Osmanlı , artık yoktur. ılimde , fende , teknikte , sanatta , edebiyatta milletlere öncülük eden Osmanlı , içerisine düştüğü hastalıktan kurtulmanın yollarını aramaktadır.
Dini ve dünyevi zafiyet gittikçe artmıştır. II. Viyana bozgunundan sonra bir türlü eski haşmetine kavuşamamıştır.
Bir zamanlar , yeryüzü coğrafyasında , bir küffar vardır birde Osmanlı. Küfrün temsilciliğini Bizans ; ıslam’ın , imanın temsilciliğini de Osmanlı yapmaktaydı.
Yerkürenin yirmi üç milyon kilometre karelik muazzam iklimlerinde , imanın , vahdaniyetin , ila yı kelimetullahın bayraktarlığını yapan mübarek ecdat.
Osmanlı Hanedanlığının , atının nallarının bastığı her yerde , adalet vardır. ınsan hakları vardır. Din ve vicdan hürriyeti vardır.
Hatta ; Topkapı Sarayının içerisinde , Cihan Hükümdarı Sultan Fatih tarafından , Hıristiyan cariyelerin ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için , küçük bir kilise bile yaptırılmıştır.
Aziz atalarımın ulaştığı her yerde , mazlumların gözyaşı dinmekte , barış ve kardeşlik tohumları ekilmektedir.
Bir tek gaye için yaşadılar ; o da , Allah’ın adını yaymak , ve Kuran’ın bayraktarlığını yapmaktır.
Nasıl olurda , Avrupalı kendilerini geçer. Nasıl olurda , Fransa’sı , Avusturya’sı , Almanya ‘sı ilimde , fende , sanatta , teknikte Osmanlı’dan ilerde olurdu?
Hani bir defasında Fransuva , dedem Süleyman’dan yardım istemiştide ; O da O’na bir mektup bir name yazmıştı ya; ben ki Balkanların , ben ki Anadolu’nun , ben ki , Irak’ın , ben ki Suriye’nin, ben ki Cezayir’in , ben ki Fas’ın , ben ki Tunus’un, ben ki …. Ben ki……ben ki ….. Osmanlı memleketlerinin Sultanı, yüce Kanuni Sultan Süleyman Han. Sen ki Fransa’nın kralı Fransuva’sın.
Diye hitabetmişti.
Nerdeydi şimdi o günler………???
Bir defasında da;
Ta…Asırlar önce , Dedem Sultan Yıldırım’a bir haber ulaşmıştı. Avusturya’da Müslümanlara zulüm yapılmaktaydı.
Bir mektup , bir name yollamıştı Avusturya’nın kralına ve demişti ki Dedem Yıldırım: Ehl-i imana bu zulmü yapmasınlar. Yoksa Sen Pier’in kilisesinde atıma ot yedirmesini bilirim.
Nerdeydi şimdi o günler??
Tarihi şan ve şerefle dolu olan mübarek ecdadın torunlarına ne olmuştu ki bu hale düşmüşlerdi??
Hayret….!
Hayret ettiler….Nasıl olurda, kendilerinden ilerde olurdu Avrupalı?
Bu hayret bir müddet sonra hayranlığa dönüşecek , daha sonrada taklide dönüşecekti.
Bu taklide dönüşme noktasında Hz. Bediüzzaman ve taabiileride haykıracaktı;
Mübarek Üstad. Kadrini kıymetini hala bilemediğimiz , gereken değeri veremediğimiz Üstad;
‘’Ey cihangir Asya ordularını kahraman evlatlarının torunları olan din kardeşlerim. Beş yüz senedir yattığınız yeter…!Artık Kur’an’ın sabahında uyanınız.’’(4)
Ama hiçbir feryat , hiçbir haykırış uyuyan Osmanlı devini uyandırmaya güç yetiremiyecektir.
Koca Osmanlı’yı yönetenler kararlarını vermiştir:
‘’Efendiler eski tebalarını taklit edeceklerdir.’’
19. yy . da Osmanlı aydını iki gurupta toplanacaktır. Her iki gurupta , Osmanlı’nın Batı karşısında teknoloji açısından geri kaldığını belirtmektedir. Ancak , Avrupa’nın seviyesine nasıl çıkılacağı konusunda hemfikir değillerdir.
Bunlardan birinci gurup: ‘’ ıcab-ı Asra intibak’’ dedikleri , topyekun Avrupalılaşmayı, batılılaşmayı savunur.
ıkinci gurup aydınlar ise; ‘’ seçicidir.’’
Geleneksel değerleri toptan retdetmezler.’’ Batıdan geleni tasnife tabi tutalım. Bünyemize uyanları alalım. Manevi değerlerimizi koruyalım…’’derler.
Yalnız şunu bilmemizde fayda var: ‘’ Modernleşmeyi , topyekun Batılılaşmayı esas alanlar, genellikle otoriter yönetimin idarecisi konumunda olmuşlardır.’’ (5 )
Genellikle diyorum çünkü; II. Abdulhamit kısmen bunun dışındadır.
Bu çerçevede ilk batılılaşma yoğunlaşması II Mahmut devrinde olmuştur.
Bu devirde sarık yerine fes getirilmiştir. Mehteran Bölüğü yerine , Askeri Bando Takımı kurulmuş , misafirlerin Avrupa protokollerine göre ağırlanması kabul edilmiştir.
Yeniçeri Ocağı kaldırılmış. Sekban-ı Cedid kurulmuş. Devlet Teşkilatlanmasında Avrupa tarzında yeniliklere gidilmiştir.
Bu gibi sebeplerle II Mahmut’a, ‘’ Gavur Padişah’’ yakıştırması yapılmıştır.
Sonra , Padişah Abdulmecit döneminde , O’nun Sadrazamı yani başbakanı Mustafa Reşid Paşa tarafından Tanzimat Fermanı ilan edilmiştir.(1839)
Bu, Batı tarzı yenileşme fermanını müteakip , Auguste Comte tarafından Mustafa Reşid Paşa’ya yazılan mektupta; ‘’ Pozitivizm adı verilen bu yeni DıNE Osmanlının hazırlanması’’ istenmiştir.(6) .(Ougust Comte, Pozitivizmin kurucusudur.)
Tanzimat Döneminde , şinasi , Fikret , Cenap , Kemal gibi yüzlerce öğrenci, tahsil için Avrupa’ya gönderildi.
Özelliklede Fransa’ya…
Batı’nın ilim , fen ve tekniğini almaları için gönderilen bu öğrenciler , maalesef , Batı tarzıkonuşmayı , Batı tarzı giyinmeyi , Avrupalı gibi yaşama modelini alarak Osmanlı’ya döndüler…Oysa , onlar Avrupa’dan bize fen ve ilim getireceklerdi.
Bu öğrenciler , özellikle Fransa’daki Milliyetçilik hareketlerinden etkilenerek, Osmanlı’da ayrılık tohumlarını ektiler. ıslam’ın rettettiği Kavmiyetçilik fikrini yaydılar.
Avrupa Modernizmi ve Fransa Materyalizmini hazırlayan düşünürlerin eserleri , ders kitabı olarak , Osmanlı mekteplerinde okutulmaya başlandı.
II Mahmut Döneminde , Avrupai tarzda Tıp Fakültesi açıldı.Dili Fransızca idi.
Dilinin Fransızca olmasından dolayı , ülkemizde yaşayan azınlıklar öncelikle bu okulları tercih ettiler.
Bernard vs. gibi hocalar Avrupa’dan ders vermek için getirildi.
Avrupa’dan ders vermek için getirilen hocalar; ‘’ Fransa’da bile , bu kadar Fransızca kitabı , bir okulda bulmak mümkün değil’’ diyorlardı.
Bu ders kitaplarının hepside , Materyalist ve Modernist bir muhtevaya sahipti.
Ve dolayısıyla: OSMANLI’NIN ÇOCUKLARI ARTIK , MATERYALıST BıR DÜşÜNCEYLE EğıTıLMEYE BAşLAMIşLARDI…!
Osmanlı şehirlerinde , ıngilizler, Fransızlar bir çok okullar açtılar.
1910 Yılına kadar , sadece Amerika’nın , Türkiye’de ki okullarının sayısı 378 dir.
Kahramanmaraş’ta Amerika’nın bir tane özel okulu vardı.
Amerika nere….Maraş nere….!
Abdulhamit döneminde bol miktarda , Avrupai tarzda eğitim veren okul açıldı.
Bu okullardan mezun olan öğrenciler; ıslam’ı geri kalmışlığın sebebi olarak görüyorlardı.
‘’Abdulhamit’in açtırdığı okullardan mezun olanlar; Abdulhamit’in sonunu hazırladılar.’’
II Meşrutiyetten sonra, Türkçülük akımı yaygınlaştı…Türkçe Sure….Türkçe Namaz….Türkçe Ezan söylemleri gittikçe arttı. ıbadetlerimizi Türkçe yapalım diye yazıp çizmeye başladılar.
1914 Yılında , Emanuel isimli Ermeni’nin öncülüğünde , ilk defa Türkçe Kur’an basılsı.
Almanya’da Martin Luter, ıncil’i,Almanca’ya çevirmişitir.Bizdekilerin de ilham kaynağı Martin Luter’dir.
Taklit ve aşağılık duygusu bunların genlerine işlemiş.
Cumhuriyetin mimarlarından Hamdullah Suphi Tanrıöver ; Dinde reform yapılması gerektiğini ısrarla savunur.
Yine ilham kaynakları Avrupa’dır. Onlar Hıristiyanlık inancında reform yaptılar ya , bizimkilerde kendi dinlerinde yapmalılar….
Ama , bunları savunanların , ıslam falan diye bir dertleri yok zaten. Demiş ya şair:’’ Dinime dahleden bari Müslüman olsa.’’
Camilere sıra , sandalye koyarak , müzik eşliğinde ibadet yapalım derler.
Kaynakları kilise ya…!
Mahmut Esat Bozkurt , Ziya Gökalp aynı çizginin adamlarıdır.
Kazım Karabekir bu çizgiye şiddetle karşı çıkar.
ısmet; ‘’Hocaları toptan ortadan kaldırmadıkça , Batılılaşma mümkün olmaz.’’ Diyecektir.
Ve….Ve….Yaman bir mücadele başlıyacaktır….!
Bu mücadele tarihe geçecek Destan bir mücadele olacaktır….!
Modernizim…..Ve…..Bediüzzaman…..!
Tüm bu fikirler , yılmaz bir ıslam Kahramanı’nın göğsünde paramparça olacaktır.
ıman , felsefeye meydan okuyacak ve Bediüzzaman kazanacaktır….!
Bakın yakın geçmişten birkaç hatıra nakledeyim…..Neler yapılmak istenmiş neler yapılmış bir anekdot :
Yıl 1950 öncesi. Yer Kahramanmaraş.
Ulu Camii’nin arkasında , Belediye binasının önündeki meydanda, ihale yapılmaktadır. Çuvallara doldurulmuş Kuran-ı Kerimler ihale usulüyle satışa sunulmuştur. ıhaleyi alacak olan bakkal…kırtasiyeci esnaf ne yapacak bunları ? kağıt olarak kullanacaktır..yırtılıp , Kur’an sayfalarına sattıkları mamülleri saracaklardır….
Cami meydanının tam karşısında bir kıraathane vardır…Merdivenle çıkılır oraya….Mekan bu gün itibarıyle aynen durmaktadır. Kıraathanede nargile içenler arasında ..YiğıT YÜREKLıLERDEN BıRı VARDIR…Ne oluyor orda diye sorar…Derlerki durum böyle böyle…Bu yiğit yürekli Maraşlı Ziya Kadıoğlu’dur..ıhaleye girer ve alır…Magralı Mahallesinden Yusuf Emmi’ye haber salar…Beş-on tane katır alsın gelsin der….Yusuf Emmi , beş-on katırla gelir…Kadıoğlu der ki: Yusuf Emmi al bu çuvalları katırlara yükle , Ahırdağı’na götür, oradaki taşocaklarına göm…..
Güzel yurdumun toprakları altında , sadece toplu katliam mezarları değil aynı zamanda , toplu Kur’an mezarlarının da olduğunu bu hadiseyle öğrenmiş bulunuyoruz.
ıkinci anekdot:
Yıl 1950
Mayıs’ın 14 ü.
DP . Kahraman maraş’tan 7 milletvekili seçiyor Büyük Millet Meclisi’ne…
Maraşlı , Milletvekillerini Ankara’ya ugurlamak için toplanmıştır, bu günkü Kıbrıs meydanının bulunduğu alana.O zamanlar oraları boş tarladır.Bu günkü ışbankası’nın önü ana- baba günüdür….
Milletvekillerini bir cip götürecektir…Milletvekili seçilen, Sarbon Üniversitesi mezunu Selahaddin Hüdaioğlu cipin tekeri üzerine çıkar…Bir ayağıda topaldır Hüdaioğlu’nun. Kalabalığa doğru döner…Ve bir konuşma yapmak ister…Sorar.. Der ki …Bizi seçtiniz Ankara’ya gönderiyorsunuz….Ey Maraşlı bizden ne istiyorsunuz?????
Meydandaki kalabalıktan tek bir haykırış yükselecektir….Aç Maraşlı…Çıplak Maraşlı….Yoksul Maraşlı …Aş istemez …ış istemez…Ekmek istemez….
Kalabalıktan kulakları yırtan bir çığlık yükselir…hep bir ağızdan…_Kur’an’ımızı istiyoruz…..Ezanımızı istiyoruz…. Dinimizi istiyoruz……!
Ezanın aslına uygun okunması için meclise 27 imzalı bir önerge verilir….ımza verenlerden birisi de DP Maraş Milletvekili Ahmet Kadıoğlu’dur.
Bundan tam iki ay sonra, Çarşamba günü, Ezanın aslına uygun okunması için vilayete yazı geliyor.
Maraşlılar Cuma gününü bekliyorlar….Kurbanlar hazırlanıyor…O gün aç Maraşlı , Yoksul Maraşlı..Kapısındaki bir keçisini, bir koyununu çekip geliyor Ulu Camii’nin önüne ..Kurbanlar hazırlanıyor….
Ezan , Kahramanmaraş Ulu Camii’nden aslına uygun okunurken Kurbanlar kesiliyor…Maraşlı Bayram yapıyor ALLAHUEKBER…ALLAHUEKBER…. sesleri arasında…..
‘’ Bu anekdotlar, o gün DP Ocak Başkanı olan ve halen hayatta olan Zekeriya Bağrıaçık’ a aittir.’’
Evet ne demiştik; ıman felsefeye meydan okuyacak ve Bediüzzaman kazanacaktır….Allah’a şükür Bediüzzaman kazanmıştır…Bediüzzaman’ın davası kazanmıştır…
Sonra Osmanlı Tahtına Abdülmecit , Abdülaziz , sonra II Abdulhamit sonra V. Mehmet Reşad , sonrada Vahdettin geçecektir.
Pozitivizm Osmanlı’nın bünyesine Beşir Fuat , Ahmet Ziya ve yakından tanıdığımız Ziya Gökalp’in eliyle yerleşmiştir.( 7 )
Osmanlı’daki bu kargaşa ortamında , ilk yiğit ses, Büyük vatan şairi, Hürriyet şairi Namık Kemal’den gelir.
Namık Kemal ,’’Avrupa’dan gelen yeniliklerin , başarılı olabilmesinin , ıslami kimlikle uyum sağlayabildiği ölçüde başarılı olabileceğini’’ söyler. ( 8 )
Ve Yeni Osmanlılar hareketini başlatır. Bunlar , Avrupalılaşmaya karşı , ihtiyatlı yaklaşırlar.
Hürriyet ve ıbret Gazeteleri’nde neşrettiği makaleleriyle mücadelesini sürdürür.
Ve der ki: ‘’ şeriat gibi , tagayyürden masun bir eser var iken , niçin , inkılab-ı zariyattan ef’al-i insaniyeyi , isnad-ı hukuk eyliyelim.’’
Yani: Allah’ın kanunları , Allah’ın öğretileri varken , niye insan fiillerinin eseri olan hukuka uyalım ki…..(9)
Cevdet Paşa , döneminin muhafazakar aydınlarından birisidir..Cevdet Paşa’da Batı’dan gelen yeniliklere karşı peşin hükümlü olmamış, ülke yararına gördüğü yeniliklerin alınmasında öncülük etmiştir.( 10 )
Ama , artık Osmanlı , Modernizmin etkisi altındadır.Bu bağlamda , Avrupa’nın deneme tahtasıdır.
Kısacası , akla dayalı , tabiatperest bir anlayış , sanatta , kültürde , eğitimde hakim olmaya başlamıştır.
Burada şu tarihi bilgiyide aktarmada fayda mülahaza ediyorum:
Mithat Paşa ve arkadaşları , II Abdulhamit’ten Meşrutiyeti ilan etme sözü aldıkları için , Padişah Abdulaziz’i tahttan indirirler. V. Murat’ın da sağlık durumunun müsait olmadığını ileri sürerek , II.Abdulhamit’i Osmanlı tahtına oturturlar. ( 1876 )
II.Abdulhamit , Mithat Paşa’yı Sadrazam yapar.
1876 da , II.Abdulhamit , Mithat Paşa ve arkadaşlarına verdiği sözü yerine getirir ve I.Meşrutiyet’i ilan eder.
1878 de azınlıkların Meclis’te çoğunluğu sağladığını gören II.Abdulhamit , Meclis-i Mebusan’ı fesheder.
1889 da Mithat Paşa ve arkadaşlarının , ıttihad-i Osmani olan isimleri değişir ve ıTTıHAT VE TERAKKı diye bir platform yani gurup oluştururlar.
23 Temmuz 1908’ de II.Abdulhamit , II. Meşrutiyet’i ilan eder.
31 Mart olayı bahane edilerek , ıttihat ve Terakki üyeleri Mithat Paşa , Enver Paşa VE Cemal Paşa , II.Abdulhamit’i 13 Nisan 1909
da , tahttan indirirler.
Osmanlı ımparatorluğu’nun son yıllarında , ıttihat ve Terakki Partisi iktidardadır. Ve topyekun Batılılaşma , her yönüyle başlamıştır.
ıttihat ve Terakki’nin tek ideoloğu Ziya Gökalp’tir.Bu isim , sonradan kurulacak olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin de en etkili ideoloğu , sosyal ve siyasi hayattaki fikir babası olacaktır.
ıttihat ve Terakki’nin marifetiyle , Osmanlı I.Dünya Savaşı’na katılacaktır.
Avrupa , tüm emperyalist duygularıyla , Osamanlı-ıslam Mülkü’nü paramparça edecek , Osmanlı ımparatorluğu’da tarihteki yerini alacaktır.
Ve tüm bu çalkantılar , hengameler arasında ,Anadolu’dan , Doğu’nun sarp yalçın kayalıklarından , yiğit ve gür bir haykırış duyulacaktır.
‘’Ey bu vatan gençleri Frenkler’i taklide çalışmayınız.’’
Bu Anadolu Yiğidi’nin gür sesi , Bu Kahraman’ın Müslüman haykırışı , Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar duyulacaktır.
Ve bu sesin etkisi ,çağları aşacak , kendisini Asya’da , Avrupa’da , Amerika’da , Avusturalya’da kuvvetle hissettirecektir.
Bu ses hiç şüphe yok ki Bediüzzaman’ın sesidir.
Bu ıslam Kahramanı’nın tokadı , Modernizm’in suratında patlıyacaktır…
Bu ıman kahramanı’nıntokadı , her şeyi maddede arıyan Avrupa’lı aklın beyninde patlıyacaktır.
Bu büyük Kutb’un , bu Büyük Müceddid’in tokadı , Avrupalı Tabiatperestlerin , naturalistlerin , maddeperestlerin , modernistlerin ve bilumum ateistlerin dünyalarını başlarına yıkacak , Tabiatperestliği parça parça edecek , KÜFRÜN BELıNı KIRACAKTIR…!
Yerüzünün , Avrupa tarlasına ekilen ve neşvü nema bularak , tüm ıslam dünyasını istila eden bu Modernizm , diğer adıyla Felsefe Hareketi , sonuçta ; Deccali ve Deccalizm’i doğuracaktır. O’da Rusya’dan başlıyarak , tüm dünyayı kasıp kavuracaktır.
Küfür , ınkar-ı Uluhiyyet değişik isimler adı altında ; sosyalizm , komünizm , Kapitalizm , Liberalizm Asya’ı , Avrupa’yı azgın sel suları gibi kaplıyacak ve bir şahs-ı manevi hüviyetine bürünecektir.
Taa…11. Yüzyılda , Demokrites tarafından tohumları ekilen maddecilik , maddeperestlik , bir anlamda maddenin ezeliyeti fikri ; çürütülmek için , Kur’an’ın deryasından süzülen , Risale-i Nur hareketini bekliyecektir.
Dolayısıyla , Üstad Bediüzzaman’ın da dediği gibi ; Risale-i Nur , yalnız bir kal’ayı tamir etmiyor. Asırlardan beri biriken problemleri…Cevap arıyan soruları hallediyor…!
Eski Roma ve Yunan dehaları , filozofları sürekli akıl ve madde ekseninde eserler verip , her defasında beşerin saadetiyle oynamışlardır.
Bediüzzaman her fırsatta , şiddetle Avrupa’nın bu yüzüne karşı çıkmış , Müslümanların saadetinin , Garp husumetinde olduğunu vurgulamıştır.
Burada , önemle ve özellikle bir hususun altını çizmek istiyorum: Said Nursi , Felsefe’ye toptan karşı değildir.
Bunu , Emirdağ Mektupları’nda şöyle izah eder:
‘’Risale-i Nur’un şiddetle tokat vurduğu felsefe , mutlak değildir. Belki , muzır kısmınadır. Çünkü : Felsefe’nin , insanların toplum hayatına ve ahlakına ve san’atın yükselmesine hizmet eden kısmı Kur’an’la barışıktır. Risale-i Nur , bu kısmına ilişmiyor.’’ Diyor. ( 11 )
Kur’an Ayetleri’nin yorumundan , te’vilinden ve tefsirinden ibaret olan Tabiat Risalesi , asırlara dayanan tabiat perestlik fikrini çürütmüştür.
Üstad Said Nursi diyor ki:
‘’ Kur’an’ın nuruyla varlıklara bakmıyan filozofların en ileri gidenleri , bakmışlar ki , tabiat ve sebepler vasıtasıyla , bu varlıkların meydana gelmesinde müşkilat gördüklerinden , bunlar iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı , Sofestai olup , insanın özelliği olan , akıldan istifa ederek , ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek , kainatın vücudunu inkar etmeyi , hatta kendilerinin vücutlarını inkar ederek , mutlak bir cehalete düşmüşlerdir.
Bir kısmı da bakmışlar ki , dalalette, sebep ve tabiat , yaratma noktasında , bir sinek ve bir çekirdeğin yaratılmasında çok zorluklar ve akıl üstü bir güç gerektiriyor , Onun için yaratılışı inkar etmişler. ‘’Yoktan var olmaz , var da yok olmaz’’ deyip , işin içinden çıkmışlar. ışte , sen gel , diyor Üstad Said Nursi ,ahmaklığın , cehaletin en aşağı derecesinde , en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör. Dalaletin , inkarın , insanı ne kadar maskara yaptığını gör ibret al…..! Diyor….ve onlara varlıkların diliyle ders vermeye başlıyor.
Bakın yine Bediüzzaman , Demokrites ve O’nun yolunda gidenlere nasıl ders veriyor :
Yoktan varoluşu , varlığında yok olabileceğini Kur’ani ayetlerle izah ettikten sonra ; Kudret sahibi Allah’ın iki tarzda yaratması vardır. Biri ıhtira ve ıbda iledir , yani hiçten ,yoktan vücut veriyor. Ona lazım olan her şeyi de yoktan yaratıp eline veriyor.
Diğeri , ınşa ve Sanat iledir.
Hem ıbda , hem ınşa tarzındaki yaratma olayı , varı yok etmek , yoku var etmek en kolay , belki daimi ve umumi bir kanunudur.
Bir baharda , üç yüz elli bin canlı türlerini ; şekillerini , sıfatlarını , belki zerrelerden başka , bütün keyfiyetlerini , ahvallerini , hiçten , yoktan var eden Kudret’e karşı :’’Yoğu var edemez ‘’diyen adam yok olmalı…’ (12 )
Diyerek Demokrites ve yolunda gidenleri ilzam ediyor.
Ey esbabperest ve tabiata tapan biçare adam , diye natüralistlara , doğaya gerçeklik ve güç verenlere seslenen Bediüzzaman , tabiatın kendisinde bir güç olmadığını , bilime , fenne , dayanarak , bilimsel delillerle bu gücün Allah olduğunu isbat ediyor.
Ve eserinin sonunda diyor ki:
Ey ahmak ul humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar , arkana bak ;zerrelerden yıldızlara kadar , bütün mevcudat , ayrı ayrı dillerle şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri , bir olan , Celal sahibi Sanatkar’ı , Allah’ı gör. Ve o sarayı yapan ve o defterde , sarayın proğramını yazan , Nakkaş-ı Ezeli’nin cilvesini gör.Fermanına bak Kur2an’ı dinle . O hezeyanlardan kurtul!’’diyor.( 13 )
Yine Kur’an’dan , Kur’an Ayetleri’nden yola çıkılarak yazılan şualar’ın büyük bir bölümü , şirke , ilahsızlığa karşı , Vahdaniyet’in delillerini çürütülmez bürhanlarla sıralıyarak , büyük darbeler vurmuş ; şirki , putperestliği , tabiat perestliği param parça etmiştir.
Yine ; Asa yı Musa , Sözler , Lem’alar gibi eserleriyle , asrın söz sahibi Bediüzzaman Modernizmi ve onun Felsefesini temelinden sarsarak , ıslam Ümmetlerine bir ışık , bir ab-ı hayat olmuştur.
‘’13 Asır önce , şeriat-ı Gara teessüs ettiğinden , ahkamda Avrupa’ya dilencilik etmek , Din-i ıslam’a büyük bir cinayettir.’’diyen (14) Said Nursi :
‘’Biz Osmanlı Milleti erkeğiz , milli kabiliyetimizin mert duruşuna , kadınların elbiseleri gibi süslü , sefahat ve hevesler , israflar yakışmıyor….Aldanmıyalım…’’( 15 )
Buyurarak :
‘’ Ecnebilerdeki medeni terakkiyata , yükselişe yardım edecek , fen ve sanayi gibi noktaları memnuniyetle alacağız.’’ Diyor. ( 16 )
‘’Medeniyeti alma konusunda , Japonlara uymamız lazım. Onlar , Avrupa Medeniyeti’nin iyiliklerini almakla beraber , milli adetlerinimuhafaza ettiler. Bizim milli adetlerimiz , ıslamiyet’le geliştiği , ve yerleştiği için , iki yönden de adetlerimize sarılmamız gerekir.’’ Diyen Said Nursi ;
Avrupa Medeniyeti’nin beş ana esas üzerine kurulduğunu söylüyor.
‘’Onların dayanak noktası kuvvettir. Kuvvetin neticesi tecavüzdür. Hedefi menfaattir. Hayat düsturu kavgadır. Mücadeledir… ınsan tabakaları , sınıfları arasındaki bağları unsuriyete , menfi milliyetçiliğe dayanır…’’
Onların medeni göründüklerine bakmayın. Eğer , onların , içi dışlarına çevrilse , kurt , yılan , ayı , hınzır , maymun postu görülecektir.’’ Diyen Bediüzzaman Hz. leri :
‘’ Hz. Muhammed’in ( sav )düzenlediği ve emrettiği ıslam Medeniyeti’nin , bunların aksine ; insanların dayanak noktalarının , kuvvet değil hak olduğunu , hakkında adaleti netice vereceğini , hedefimizin menfaat değil , fazilet erdemlilik olduğunu , insanları birbirine bağlıyan bağların ırkçılık değil, din birliği ve vatan olduğunu , ıslam’da hayat düsturunun , cidal ve kavga yerine , yardımlaşma ve ittihat olacağını ‘’ beyan ediyor. (17 )
Yine Bediüzzaman :
‘’ Bizim muradımız , Medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa , Medeniyetin , günahları ve kötülükleri değil ki ; ahmaklar , o kötülükleri ve sefahatleri iyilik zannedip , taklit edip , malımızı harap ettiler ve Dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Avrupa Medeniyeti’nin günahları , iyiliklerine galip gelerek , insanlık iki dünya savaşıyla , iki dehşetli tokat yiyerek ; O günahkar Avrupa Medeniyeti’ni yerle bir etti…Ve öyle bir kustu ki yeryüzünü kanla bulaştırdı….! ‘’ (18 )
ınşallah istikbaldeki ıslamiyet’in kuvvetiyle , medeniyetin iyilikleri galip gelecek ve yeryüzünü pisliklerden temizleyecektir…
Her kıştan sonra , bir bahar , her geceden sonra , bir gündüz olduğu gibi , nev-i beşerin dahi bir sabahı , bir baharı olacaktır ınşallah. ıslamiyet’in güneşi ile sulhu umumi dairesinde , hakiki medeniyeti görmeyi Rahmet-i ılahiye’dan bekleyebilirsiniz..’’ ( 19 )
Diyor ve devamla :
‘’ Ey bu vatan gençleri ; Frenkleri taklide çalışmayınız. Acaba , Avrupa’nın size ettikleri , hadsiz zulüm ve düşmanlıktan sonra , hangi akılla onların sefahat ve batıl fikirlerine inanıp bağlanıyorsunuz.’’ ( 20 )
Diye , bu Müslüman vatanın gençliğine seslenen Said Nursi , kendisine sorulan ;
‘’ - Sen eskiden doğudaki aşiretlere seyahat ettiğin vakit , onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun , neden kırk seneye yakındır , hazırki medeniyetten , mimsiz olarak bahsediyorsun , hayat-ı içtimaiyeden çekildin , inzivaya sokuldun ? diyenlere, şöyle cevap verir :
‘’ Avrupa’nın hazırki Medeniyeti , semavi kanunun esaslarına aykırı hareket ettiği için , kötülükleri iyiliklerine , hataları zararları , faydalarına üstün geldi.’’ Diyor. Denvamında da : Kur’an Medeniyeti’nin güzelliklerini anlatarak , Müslüman aydına ve kamuoyuna çok çarpıcı misaller veriyor.
Konunun devamında ise ; Medeniyet-i Garbiye-i Hazıra ; yani şimdiki batı medeniyeti, semavi dinleri tam dinlemediği için , insanları hem fakir edip ihtiyaçları ziyadeleştirdi. ıktisat ve kanaat esaslarını bozup ; israf ve tamahı ziyadeleştirerek , zulüm ve harama yol açmıştır.’’ Diyor.
Yine kendisine sorulan ;
‘’ Biz şimdi , an’anevi ve dini ilimlerden ziyade , Batılılaşmaya ve bu Medeniyete muhtacız.’’ Sözlerine karşılık olarakda , şöyle diyor :
Siz farz-ı muhal olarak , hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da , ekser peygamberlerin Asya’da , şark’ta ortaya çıkması ; ekser hükemanın ve filozofların Batı’da gelmelerinin işaretiyle , Asya’yı terakki ettirecek , kalkındıracak , ayağa kaldıracak felsefenin tesirinden ziyade , Din hissi olduğu halde , bu fıtri kanunu nazara almıyarak , Batılılaşmak adına , ıslam an’anelerini bırakırsanız ve Dinsiz bir esas ve kanun yapsanız dahi , dört –beş büyük milletlerin merkezinde olan , Doğu Vilayetlerinde , millet ve vatan selameti için , Din’e , ıslamiyat’in hakikatine katiyen taraftar olmak size lazım ve elzemdir.’’ ( 21 ) diye cevap veriyor.
Yoruma ihtiyaç var mı?
Rusya , Irak ,ıran , Suriye , Arabistan gibi , karma devletlerin ve milletlerin merkezinde olan bizim Doğu Vilayetlerimiz var.
Bu Vatan’a hükmedenler ,Resmi ıdeoloji’nin değişik varyanslarıyla , bu bölgede hükmettikleri için bu gün , vatan ve milletin selameti tehlikede değil mi dir.?
Ey Millet ve Ey Millet’i Yönetenler ! Bu sese kulak verin. Vatan ve Millet’in selameti için , asrın söz sahibi , asrın bediisi , asrın alimi Bediüzzaman'ı dinlemeniz gerekiyor.
Eğer Vatanınızı seviyorsanız ; Bediüzzaman’a kulak verin. Eğer , Milletinizi seviyorsanız ; Bediüzzaman’ın söylediklerini dinleyin.
Ya hu şaşıyorum !
Bize insan haklarını Avrupa ‘mı anlatacaktı.?
Biz kişi hak ve özgürlüklerini , hukukun üstünlüğünü Avrupa’dan mı öğrenecektik.?
Din ve vicdan hürriyeti konusunda , Avrupa’dan mı ders alacaktık.?
Bizim değerlerimize ne olmuştu ki , Avrupa’ya muhtaç olacaktık.?
Elbette , bu topraklarda yetişen kültürün değerlerini , sırf bizden oldukları için , elimizin tersiyle itersek , elin Avrupa’lısı bize insanlık dersi verir.
şu Allah’ın hikmetine bakın ; Bediüzzaman gibi öz be öz bizim malımız olan birisinin , eserlerini ve yorumlarını da Batılılardan öğrenmeye başladık iyi mi.?
Türkiye’de yapılan , Bediüzzaman Sempozyumları’na , Bediüzzaman Kongrelerine katılarak tebliğ sunan ilim adamları ,Türkler’den çok , Avrupa’lı ilim adamları. Bediüzzaman’ı da , Avrupalı’lardan öğrenelim de bakın siz.
Üstad Said Nursi’nin çağdaşlarından , daha doğrusu , Cumhuriyet Dönemi Çağdaşı , Merhum Cevat Rifat Atilhan ; Üstad Hz.leri için bakın ne diyor :
‘’ Ne yazıktır ki ; Bağrımızdan fışkırmış , bize şeref kazandırmış , kararmış gönüllerimizi aydınlatmış , dalalet yoluna sapmış insanları , hak yoluna getirmiş olan , bu muhteşem ve mübarek insan , bizden hürmet yerine sadece tazyik ve zulüm görmüştür.
Ya Rabbi ; Neden bizi böyle her kıymet ve fazileti paçavraya döndürecek kadar pespayeleştirdin.? ‘’ (22)
‘’Biliyoruz sana karşı günahımız çok büyüktür. Yeter Ya ılahi , yeter bu sükut bize.’’ ( 23 )
Ne kadar güzel söylüyor…Ne kadar güzel yazıyor Cevat Rifat Atilhan…Hislerimize tercüman oluyor…Gani gani Rahmet eylesin Allah O’na.
Ve son söz Bediüzzaman ‘dan:
Korkmayınız ..Ümitvar olunuz . şu istikbal inkılabatı içerisinde , en yüksek gür sada , ıslam’ın sadası olacaktır.!


Atilla Yılmaz- Kahramanmaraş 2006














KAYNAKLAR

1- SÜNUHAT sh. 64 Yeni Asya Neşriyat. Haziran 2000
2- Lem’alar . 17. Lem’a sh.168 Yeni Asya Neşriyat. ıst.2001
3- Lem’alar.17.Lem’a sh.168 Yeni Asya Neşriyat. ıst. 2001
4- Divan-ı Harb-i Örfi Sünuhat.sh.46 Yeni Asya Neşriyat.ıst.2001
5- 6-7-8-9-10-Köprü Dergisi Kış. 1998 Adem Ölmez sh.5
11-Lem’alar. 23.Lem’a sh. 452 Yeni Asya Neşriyat ıst.
12- Divan-ı Harb-i Örfi sh.63 Yeni Asya Neşriyat ıst. 2000
13- Tarihçe-i Hayat sh. 118- 229 Yeni Asya Neşriyat ıst. Temmuz 2001
14- Tarihçe-i Hayat ılk Hayatı sh.83 Yeni Asya Neşriyat ıst. Temmuz 2001
15- Tarihçe-i Hayat ılk Hayatı sh.84 Yeni Asya Neşriyat ıst. Temmuz 2001
16- Lem’alar 17. Lem’a sh. 172 ıst. 2001
17- Sünuhat sh. 115 yeni Asya Neşriyat.Haziran 2000
17 – Tarihçe –i Hayat Isparta Hayatı sh.551 Yeni Asya Neşriyat ıst. Temmuz 2001
18

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir