Bakın kardeşlerim görüyorum ki;,İnayeti İlahi ve Tevafuk-u İlahi neticesinde rastgeldiğim üzere anladımki,mesele benim gabiliğim ve kabiliyetsizliğim den kaynaklanan bir şekilde,tam izah edilememiş ve hakikatın izahı olan maksadım tam anlaşılamamış.Bunu yine Tevaku İlahinin iktizası olarak başka bir forumda yazımdan alıntı yapan hasbi bir kardeşimin konuyu işediği yazıdan müşahade eyledim.Bu yüzden daha anlaşılır olmasına dair bir izah yapmaya mecbur oldum.
Allahın,Zat-ı Mahiyet-i Vahidiyeti ile zaman ve mekandan münezzehliği ve kevn ile Zat-ı Mahiyeti Vahidiyetinden olan,Ehadi münasebeti
Allah
u Teala Mahiyet-i i Vahidiyet-i İlahisiyle,zaman mekan ve herşeyden münezzeh.Allah-u Tealanın Mahiyet-i Vahidiyet-inden,bizzat zatından olarak tezahür eden Ehad-i tecellileri ile de herşeye herşeyden daha yakın ve herşeyi kuşatandır:
Peygamberimiz (asv) “Yüce Allah yetmiş bin hicap arkasındadır” (İmam-ı Gazali, İhya-ı Ulum el-Din, 1:101)
Melekler ve Rûh oraya bir günde çıkarlar ki, oranın mesafesi ellibin yıldır. Mearic 4. Ayet
İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklım yürüyüş yaparken, bazan kalbim ile arkadaş olur. Kalb zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor. Akıl berveçh-i mutad, burhan şeklinde bir temsil ile ibraz ediyor. Meselâ:
Fâtır-ı Hakîmin kâinattan sonsuz bir uzaklığı olduğu gibi, sonsuz bir kurbiyeti de vardır.
Evet, ilim ve kudretiyle bâtınların en bâtınında bulunduğu gibi, fevklerin de en fevkinde bulunuyor.
Hiçbir şeyde dahil olmadığı gibi, hiçbir şeyden de hariç değildir.
Evet, âsâr-ı rahmetine mazhar olan sath-ı arzda mâmulât-ı kudrete bak ki, bir parça bu sırra vakıf olasın. Meselâ, biri arzda, diğeri semâda veya biri şarkta, diğeri garpta iki şeyi bir anda yaratan
Sâniin, o yaratılan şeylerin arasındaki uzaklık kadar uzaklığı lâzımdır. Ve keza
herşeyin kayyûmu olduğu cihetle de, herşeyin nefsinden daha ziyade bir kurbiyeti de vardır. Bu sır, daire-i vücub, tecerrüd ve ıtlak hasâisindendir. Ve fâil-i aslînin mâhiyetiyle, zıllî olan münfail arasındaki mübâyenet-i lâzimesidir. Meselâ, şems, timsallerine kayyûm olduğu için, fevkalhad onlara bir kurbiyeti vardır.
Ayinedeki zıl ve gölge ile semâda bulunan asıl arasındaki mesafe kadar da bu’diyeti vardır.
Mesnevi-i Nuriye Şule
Öyle de, o Celîl-i Pürkemâl, o Cemîl-i Bîmisâl, o Vâcibü’l-Vücud, o Mûcid-i Küll-i Mevcud, o Şems-i Sermed, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen Ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaiki tatbik et.
Saniyen: Meselâ,
وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1
bir padişahın çok isimleri içinde Kumandan ismi çok mütedahil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, ta yüzbaşı, ta onbaşıya kadar, geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellîsi vardır.
Şimdi, bir nefer, hizmet-i askeriyesinde, onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı âzamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvanla görüşmek istese, onbaşılıktan ta serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzım gelir.
Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eğer o padişah, evliya-i abdaliyeden nuranî olsa bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mâni olup hâil olamaz.
Halbuki o nefer gayet uzaktır. Binler mertebeler hâil, binler hicaplar fâsıldır. Fakat bazan merhamet eder; hilâf-ı âdet, bir neferi huzuruna alır, lütfuna mazhar eder.
Öyle de, emr-i كُنْ فَيَكُونُ 2 ’a mâlik, güneşler ve yıldızlar emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır.
Onun
huzur-u kibriyâsına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvânî ve esmâî ve sıfâtî yetmiş binler hicaptan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecât-ı tecellîsinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfâtında mürur edip ta İsm-i Âzamına mazhar olan Arş-ı Âzamına uruc etmek, eğer cezb ve lütfu olmazsa binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir. Meselâ, sen Ona Hâlık ismiyle yanaşmak istersen, senin Hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların Hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların Hâlıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın Hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zıllde kalırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.
Bir ihtar: Temsildeki padişah, aczi için, kumandanlık isminin meratibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur. Fakat
بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 3olan
Kadîr i Mutlak, vasıtalardan müstağnidir. Vasıtalar sırf zahirîdirler. Perde-i izzet ve azamettirler. Ubûdiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ı Rububiyetine dellâldırlar, temâşâgerdirler. Muîni değiller; şerik-i saltanat-ı Rububiyet olamazlar.
1 : “En yüce misaller Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.
2 : “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.
3 : “Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.
Sözler 16. Söz 3. Şua
İ'lem eyyühe'l-aziz! Herşeyin, içine melekût, dışına da mülk denir. Bu itibarla insanla kalb, birbirine hem zarf, hem mazruf olur. Çünkü, insan mülk cihetiyle kalbe zarf olur, melekût cihetiyle de mazruf olur.
Bu kaide, Arş ile kevn hakkında da tatbik edilir. Şöyle ki: Arş Zahir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan ism-i Zahir itibarıyla, Arş, mülk, kevn melekût olur. İsm-i Bâtın itibarıyla, Arş, melekût, kevn mülk olur. Demek, Arşa ism-i Zahir nazarıyla bakılırsa, kendisi zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözüyle bakılırsa, kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza, ism-i Evvel itibarıyla,2-
"Arşı su üzerindeyken..." Hud Sûresi: 11:7.
- âyetinin işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ismi Âhir itibarıyla,3-
"Cennetin damı Rahman'ın Arşıdır." el-Münavi, Künuzü'l-Hakaik, s. 78. - hadis-i şerifinin ima ettiği kevnin nihayetini içine alıyor.
Demek, Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisselerle kevn ve vücudun sağını solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur.
M.Nuriye Hubab
Bakınız, Hakiki ve gerçek Vucudun sahibi Hak ve zaman ve mekandan münezzeh olan,Halikıyet-i İlahisinin iktizasıyla, Esma-i İlahisinin tecelli odağı olan Kevn ve eşyanın,İlmi Muhiti Ezelisindeki bil kuvveden,tecell-i Halıkıyyeti ile bil fiile çıkması neticesi itibari ile tüm Esma-i İlahiyenin ve Sıfatı İlahiyenin varlıkta tecelli noktasındaki kesişimi ile;hem Ezel,hem Ebed ve eşyadaki sonsuz acziyet ve fakr ile tecelli edilenin, istidadındaki sonsuz acziyet ve fakr ile ile ortaya çıkan ve tüm İlahi İsimleri ile tanınan ve sonsuza kadar da,bu sonsuz acz ve fakra ve ve bu kayyum keyfiyet ile,İsmi Camiye mazhar olan,eşya ve varlığın,Halıkıyet-i Mutlaka ve Rububiyet-i Mutlaka hakikatı noktasındaki tek ve hakiki ebede koordinatlı,Kevn şeceresinin, asli semeresi ve projesi olan insana,Uluhiyet,Hakilkıyet ve Rububiyet odaklı,sonsuza kadar,sonsuz Esma-i İlahisiyle tecelli edecek olan,-u Teala ve Tekaddes Hazretleri;cisim ,zaman ve mekandan münezzeh, En Nur olan,asla varlıkça ve varlıkta bulunan şuurun en yüksek mertebesi olan akıl ile dahi,Zatı Vahidiyet-i Mahiyet-i Vucud-u tahayyül edilemeyen ve edilemiyecek olan,gerçek Vucud sahibi Vacibul Vucuddur,
Kevn,varlık ve eşya dahi,zaman ve mekan boyutlarına bağlı olarak,Cenabı hakkın hallakıyeti münasebetiyle, zılli vucut sahibi olan varlıklardır.Bediüzzaman Hazretlerinin,18.Mektubu dahi bu meseleye en kati sarsılmaz,dağılmaz, burhan ve hüccetlerden müteşekkil bir ispattır.Eşyanın aslı hakikatı noktasında vehm ve adem bulunsada,
Allahın Halıkıyet münasebeti,olan İrade,Kudret ve İlm sıfatları ile münasebetarlıkla iç içe tecelli eden, Esma-i İlahi ile varlık vucud sahibi olmuş, ademiyetten, vehm den Hallakıyeti İlahinin ,Esma-i İlahisi ile tecellisi neticesi ile icad olunmuştur.Fakat ondandır,(Heme Ezost),''O'' Halikıyet-i İlahi dahi Rahmanın nefesinden Kelam olan ''kün'' ile zuhur etmişdir.Amma o değildir,(Heme Ost),yani bu kevn ve eşya Allah değildir,Estaizubillah.
Şimdi buraya kadar umarım kati olarak anlaşılmışdır ki;ne kevn ve nede eşya vehm değil,hakka nispeti ve hakkın tecellisi neticesinde hakikatdır,vardır.Ve bu kevn ve eşyada Cenab-ı Hakkın tecell-i Halikıyeti ile münasebetdarlığından kaynaklanan,Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyetinden,yani zatından olan, Esma-iİlahi ve Sıfat-ı İlahinin kudret eli nispetinde ki;Vahid-i Ehad-i tecelli, zuhur ve şe'ninden öte;bu kevn ile Zat-ı Vahidiyet-i Mahıyet-i İlahsiyle hiç bir alakadarlığı yoktur,Estaizubillah aslada olamaz.Çünkü Nur-u Mahz olan Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-iVacibul Vucudunu,zaman ve mekanla kayıtlı kusurlu aciz yaratılmış olan, kevni vucut ve vucutlar asla kaldıramaz,Arşı Azamından,bir an tüm perdeler kalkıp, Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-i İlahisi,bir an tecelli etse,Hafizan Allah ne varlık kalır,ne vucud,nede mevcut,herşey mahv ve helak olur.İnşaallah bu kısımda Allahın izni ile anlaşılmıştır.
Zat-ı İlahinin,zaman ve mekandan, yani yaratılmışların ölçü ve mahiyetleriyle kıyas olunamıyacak,tahayyul ve idrak olunamaz, mahluk vasf ve kusurlarından münezzeh,En Nur olan bir Vücudu Hakikisi vardır.O Allahdır ki;Haktır, Vacib dir,Vacibul Vucud,Nurdur,Latiftir,başlangıcı olmayan Evvel,sonu nihayeti olmayan Ahirdir,Zahirdir,Batın,Kemal,
Cemil,Celil olan,Ferd,Hayyu, Kayyumdur.O hiç bir şekilde acz ve kusur ve zayıflığı bulunmayanSamed,Aziz,Kayyum ve Mukim ve dahi bileşiklerden oluşmakdan münezzeh,Zatında kusursuz tekliği ve mükemmelliği olan,Vahid,Ehad,Kamil-i Mutlak,Kemalat-ı Zatiye sahibi olandır.
Eğer buraya kadar ki kısım da tam anlaşıldı ise şu meseleyi izahla konuya son vermeye çalışacağım.Hz.Allah ve Tekaddes Hazretleri,kevn ve eşya ile Halıkıyeti ve Rububiyeti mutlakanın iktizası olan,her bir İlahi Esmasının ve Sıfatının,tecellisi; Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-i Ehadiyet-i hakikatı ile,ile tezahür ve zuhur etmişdir ve sonsuza kadar da,artan bir keyfiyetle de,böyle devam edecektir.Kevn ve eşya yani tüm varlık ve mevcud ve mahlukat;değişik zaman ve mekan boyutlarıyla kapsamlı ve kısıtlı olan,ferşden arşa yüzmilyonlar galaksi ve o alemler ve 7 kat semaları içinde bulunduran Şehadet ve cennet ve cehennem alemleriyle, bir çok Alemleri içinde bulunduran,Gayb Alemlerinin hepsi berzahi, meculi,ne varlık ne de Vacib olmayan, Arş-ı Azamın hakikatı olan,ilk tekvinle,Rahmanın nefesinden Kelam-ı İlahi ile''kün'' hadisesi ile başlayan ,cennet alemlerinin firdevs sınırlarında genişletilen,genişlemesi halen sonsuza kadar devam edecek olan ve muhafaza edilen bir kuşatma ile çevrilmiş,Arş-ı Azamın İstiva Hakikatı ile Allah-u Teala ve Tekaddes Hazretlerinin Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-i İlahileri varlıkdan,mahlukdan,vaciben perdelenmiştir.Allah-u Teala Hazretleri,Arş ve Arş-ı Azama medar,İsmi Batın-i sırrıyla,Kainat ve kainat-ı Suğra olan insandada sırrı Zat-ı Mahiye-ti Vahidden, İsm-i sırrı Ehadiyet ile tecellisi ile istivasına mazhariyete medar Arşlar yaratmışdır.Kalbde böyle bir arşdır ,toprakda,havada suda,...Yani koca kevni Alemi gaybı ve Şehaddetiyle;Homojen ve o homojen yapıdaki birlik ve uyumla birlikte, hotorojen farklılıklarla ve o farklılıkların oluşturduğu Vahidiyet ve Ehadiyete şehadet ettirmesi ile,Gaybi Alemlerde sonsuza kadar sürecek bir genişleme keyfiyet ile,genişletilerek yaratılmış bir balon misal, bir kevn hakikatı olan, bir evren düşünün,işte bu evrenin yukarıları aşşağıları,sağları,solları ve dahi batıları,doğuları,kuzeyleri güneyleri,İsmi Zahir,İsm-i Batın ile,İsm-i Evvel ve İsm-i Ahir ile Evvelinden Ahirine dıştan içe,Ahirinden Evveline dıştan içe kuşatılmışdır.Bu Hakkın Ez Zahir in iktizası En Nur ,Za-tı Mahiyet-i Vahidiyesinin Hakikatının ve İsm-i Batının iktizası,El latif,Vahidiyet-i Ehadiyesi sırrı hakikatının; kevnden, varlıkdan,tüm evrenden perdelenmesidir.İsm-i Zahir itibariyle Arş-ı Azamda perdelenmeye yukarıdaki kısımlarda açıklık getirmeye gayret ettik.İsmi Batın ile ise,Ehadi tecelliyetin sırrı hakikatı olarak,kevni dışından olduğu gibi,içinden Arş a medar,arşlarla da kuşatıp, o arşlarda da tecellisi vardırki;böylece hem dışından perdelendiği gibi, hemde içinden şiddeti zuhurundan bir perdelenme ile tecelli ederek kuşatmışdır.Şimdi buna dair Şeyh-i Ekber hazretlerinin himmetinden bir istifade-i feyz olan Enam suresi ayetinin izahını verip,Bediüzzaman Hazretlerinin himmetine ve tesbitlerine iltica ederek,isitifadeye vesile olması temennisi ile kusurların zatımdan,isabet edilmiş hayırların Allah dan ve ilim sahibi kıldığı büyük Asfiyaların himmetinden olduğunu beyan ederek, meselenin izahına son vereceğim.