Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

08.02.2009, 10:46

Asa-yı Mûsa Dersleri

Burada asa-yı musa derslerine haftalık yer vermeye çalışacağım. Katkılarınızı bekliyorum...

Selamlar...

2

08.02.2009, 10:48

Asa-yı Musa Birinci Bölüm ıkinci Nükte

Cehennemin vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakiki adalete ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler. Çünkü, nasıl bin mâsumların hukukunu çiğneyen bir zâlimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zâlimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, birtek yolsuz merhamete mukabil, yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir.


Aynen öyle de, Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esmâ-i ılâhiyenin hukukuna inkâr ile tecavüz, hem o esmâya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzip ile hukuklarına tecavüz ve mahlûkatın o esmâya karşı tesbihkârâne yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekası olan tezâhür-ü rububiyet-i ılâhiyeye karşı ubûdiyetlerle mukabelelerini ve aynadarlıklarını tekzip ile hukukuna bir nevi tecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulümdür ki, affa kabiliyeti kalmaz,
[img:134:26]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b445.gif[/img]
âyetinin tehdidine müstehak olur. (Nisa Suresi 48; şu muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder.Kim Allah'a ortak icad ederse müthiş bir iftira etmiş, çok büyük bir günah işlemiştir.)

(Lokman oğluna nasihat ederken: "Evladım! dedi, sakın Allah'a eş, ortak uydurma! Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür." , Lokman Suresi 13)

Cehenneme atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz dâvâcılara hadsiz merhametsizlikler olur. ışte o dâvâcılar Cehennemin vücudunu istedikleri gibi, izzet-i celâl ve azamet-i kemal dahi kat'î isterler.

Evet, nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecavüz eden bir adam, oranın izzetli hâkimine dese, "Beni hapse atamazsın ve yapamazsın" diye izzetine dokunsa, elbette o şehirde hapis olmasa da o edepsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak. Aynen öyle de, kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celâline şiddetle dokunuyor. Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor. Ve kemâl-i rububiyetine tecavüzüyle ilişiyor. Elbette Cehennemin pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mucibesi ve vücudunun hikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennemi halk etmek ve onları içine atmak, o izzet ve celâlin şe'nidir.

3

08.02.2009, 10:51

Hem mahiyet-i küfür dahi Cehennemi bildirir. Evet, nasıl ki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennetten bu noktadan gizli haber verir.(Eğer muttaki bir insanın iç dünyası tersyüz edilse içinde bir cennet hayatı görülür.Manen cennet çekirdekleri taşır.) Aynen öyle de, Risale-i Nur'da delilleriyle ispat ve baştaki meselelerde dahi işaret edilmiş ki, küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve mânevî azapları var, eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî cehennem olur(Eğer mürted bir adamın iç dünyası ters yüz edilse o adamın içerisinde cehennemi bir hayat olduğu açıkça görülür. Bu küfürleri içerisinde cehennem tohumları gibidir.
Örnek Bir mürted HACCÂC-I ZÂLıM ;

Haccâc bin Yûsuf, Zâlim lâkabıyla tanınan meşhur Emevî valisidir. Milâdî 661 yılında Tâif’te doğdu. Muâviye’nin saltanatı döneminde yetişti. Halife Mervan’ın ölümünden sonra oğlu Abdülmelik tarafından Abdullah ibni Zübeyr’in kardeşi ve Basra valisi Mus’ab bin Zübeyr’e karşı düzenlenen seferde artçı birlikleri kumandanı olarak tayin edildi. Haccâc’ın Emevî devlet hayatında etkin bir şekilde rol oynaması bu olaydan itibaren başlar. Mus’ab’ın ortadan kaldırılmasından sonra ibni Zübeyr’le mücâdele için Hicaz’a gönderilen 2000 kişilik ordunun başına getirildi. Karargahını Tâif’te kuran Haccâc, Mekke’ye giden yolları keserek şehre gıda sevkiyatını engelledi. Üç ay sonra Mekke’yi kuşattı ve şehri mancınıklarla taşa tuttu. Altı aydan fazla süren kuşatma sonunda şehri ele geçirdi ve Abdullah ibni Zübeyr’i (r.a.) şehid etti.(Hz. Âişe’nin (r. anha) kız kardeşi Esmâ bintu Ebî Bekr’in oğludur. Babası Zübeyr ibni Avvâm, Cennetle müjdelenen on Sahabeden biridir. Babaannesi Safiye, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) halasıdır.
)

Bu yaptıklarından sonra Irak’a vali tayin edilen Haccâc, Irak’ı çok sert bir yöntemle idare etti. Irak’ta Emevîler’e muhalif her hareketi kanlı bir şekilde bastıran Haccâc, 697 yılında yetkileri daha da arttırılarak bütün doğu illerinin valiliğine tayin edildi. Haccâc, yirmi beş yıllık valiliği sırasında Emevîler’in muhaliflerine karşı çok sert ve acımasız davranmış, aralarında Enes bin Mâlik’in de (r.a.) bulunduğu pek çok kişiye zulmetmiş, meşhur muhaddis ve müfessir Saîd bin Cübeyr dahil,cübeyr şehit edilmeden önce haccac'a şer olarak babana senin gibi bir evlad yeter buyurmuştur, 200 bin müslümanı şehid etmiştir. Esmâ binti Ebû Bekir, oğlu Abdullah bin Zübeyir’i şehid ettikten sonra yanına gelen Haccâc’a şöyle demiştir: “Resul-i Ekrem Sakif’ten bir yalancının, bir de zalim, hunhar birinin çıkacağını haber vermişti. Gördük ki yalancı Muhtar es-Sakafî imiş; bozguncu da sensin!”


) ve büyük Cehennemden bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatçikler âhirette sümbüller vermesi noktasında bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder, "Ben onun bir mayasıyım," der. "Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususi nümunesi, benim meyvem olur." (Dünya ahiretin mezrasıdır. H.şerif. Hz. Üstad'ın deyişi ile bu dünyada hem ekiyor hem de ekiliyoruz...)

4

08.02.2009, 10:53

Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür; elbette hadsiz bir cinayettir. Öyleyse hadsiz bir azaba müstehak eder. Madem bir dakika katl, on beş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür. Elbette bir küfür bin katl kadar olması cihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azap çekmesi, o kanun-u adalete muvafık geliyor. Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, Her ne ise... (Kur'ân-ı Hakîmin sırr-ı i'câzıyla hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir mânevî cehennemi dalâlette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada mânevî bir cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde mânevî elîm elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatın amelinde cennet lezaizi gibi mânevî lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalâlete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor. Çünkü, bu zamanda iki dehşetli hal var.

Birincisi: Âkıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yegânesi, aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlûp etmektir. Ve 1- [img:149:32]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/sual2/b714.gif[/img]

1- "Onlar seve seve dünya hayatını ahrete tercih ederler",ıbrahim Sûresi, 3
ayetinin işaretiyle, bu zamanda ahiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevi kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i ımân iken ehl-i dalalete o hubb-u dünya ve o sır için tabi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yeganesi, dünyada dahi Cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki, Risale-i Nur o meslekten gidiyor.

Yoksa, bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalaletin ve sefahetteki tiryakiliğin inadı karşısında Cenab-ı Hakkı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücuduna ispat ile ve onun azabı ile insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yolu ile ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, "Cenab-ı Hak Gafurü'r-Rahimdir, hem Cehennem pek uzaktır" der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlup olur. ışte, Risale-i Nur ekser muvazeneleriyle küfür ve dalaletin dünyadaki elim ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-i meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip aklı başında olanları tevbeye sevk eder. O muvazenelerden, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Sözlerdeki kısa muvazeneler ve Otuz ıkinci Sözün Üçüncü Mevkıfındaki uzun muvazene, en sefih ve dalalette giden adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor. Mesela, ayet-i Nurda, seyahat-i hayaliye ile hakikat olarak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz. Tafsilini isteyen, Sikke-i Gaybiyenin ahirine baksın.
şualar 15. şua
)

Kur'ân-ı Hakîmin Cennet ve Cehennem hakkındaki mucizâne izahatı ve Kur'ân'ın tefsiri ve ondan gelen Risale-i Nur'un Cennet ve Cehennemin vücutlarına dair hüccetleri, daha başka beyana ihtiyaç bırakmamışlar.

5

08.02.2009, 10:54

[img:362:71]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b446.gif[/img]
Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. 'Bunları boş yere yaratmadın, ey Rabbimiz,' derler. 'Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Sen de bizi Cehennem ateşinin azâbından koru. âl-i ımran Sûresi: 3:191.

(Amin.)

Bu ayetin 2017 tarihinde çoğu insan tarafından anlaşılacak ve tevhide yaklaştıracağına dair işaretler varmış...

Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Onun azâbı dâimî bir helâktır. Gerçekten de orası ne kötü bir durak, ne kötü bir konaktır! Furkan Sûresi: 25:64-65.

Günlük muhasebe yapmalıyız. Bu günkü ameller acaba beni cennete mi cehenneme mi götürüyor? Hayır mı şer mi? Çok günah mı yaptıklarım?...

Dikkat ediniz Allah'ın ticaret eşyası çok pahalıdır. Dikkat edin Allah'ın ticaret eşyası cennettir. H.şerif

Cennet ucuz değil, cehennem ise lüzumsuz değildir....

Ayrıca Dünya Cennet'in mezrasıdır.

Elmas saraya, kömür sobaya layıktır. ıkisinin özü de karbondur...

Cevşende çok sık geçen Allah'ım bizi cehennemden koru ifadesi cehennemin gerçek dehşeti anlamaya bizi itmeli ve gerçek anlamda cehennemden korkmalıyız...ınsanın eğer aklını yitirmemişse en mühim meselesi cehennemden kurtulmaktır...

6

13.02.2009, 22:13

Dokuzuncu Mesele



[img:304:72]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b454.gif[/img]

ilâ âhiri'l-âye...
Bismillah.
Peygamber, kendisine Rabbinden indirilen Kur'ân'ı tasdik edip ona îmân etti. Mü'minler de onunla beraber îmân ettiler. Onların hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îmân etti. Onlar, 'Biz Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız; birine inandığımız gibi hepsine de inanırız' diyerek îmân getirdiler. Bakara Sûresi: 2:285.

Bu âyet-i ecma' ve âlâ ve ekberin bir küllî ve uzun nüktesini beyan etmeye, bir dehşetli mânevî suâl ve bir azametli ve ılâhî bir nimetin inkişafından neş'et eden bir hal sebebiyet verdiler. şöyle ki:
Mânen ruha geldi: Neden bir cüz-ü hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen Müslüman olmaz?(Allah ın isimleri kitap ve resullere a.s'lar taşır. Aynı şekilde imani şartlarda insanı Allah'a taşır. Hepsi bir bütündür. Birbirileri ile alakalı bir zincirin halkaları gibidirler... ) Halbuki, Allah ve âhirete iman, bir güneş gibi o karanlığı izale etmek lâzım geliyor. Hem neden bir rükün ve hakikat-i imaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen ıslâmiyetten çıkar? Halbuki sair erkân-ı imaniyeye imanı varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor.

Elcevap: ıman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü, herbir rükn-ü imanî, kendini ispat eden hüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam olur. Öyleyse, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında birtek rüknü, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. (karıncayı emirsiz bırakmayan Allah şuur sahibi olan akıllı insanı nebisiz bırakmaz. Bu rükün Allah a bizi götürüyor. Adil ismi ile...

Çoğu küfür sahipleri kabül ü adem değil belki ademi kabül ediyorlar. Allah yokdur demiyorlar ve biz inanmıyoruz diyorlar. inanmayışlarını dava etmiyor ve göz yumuyorlar... kabül ü adem Allah ın yok olğunu ,haşa, ispat herektiriyor... ıman ise hüküm ve davadır. Allah ın varlığını ispat davası ile iman dimdik ayakta kalıyor... )Git gide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur; hem maddî, hem mânevî Cehenneme gider. ışte biz bu makamda, gayet muhtasar işaretlerle ve Meyve Risalesinde haşrin ispatında, sair erkân-ı imaniye haşri de ispat ettiklerini kısacık hülâsalarla beyanı gibi, bu makamda dahi mücmel fezleke ve muhtasar hülâsalarla, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle bu nükte-i âzam Altı Noktada beyan edilecek.

7

15.03.2009, 12:30

Onuncu Mesele ---Emirdağ Çiçeği

Kur'an'da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır .

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Gerçi bu Mesele, perişan vaziyetimden müşevveş ve letafetsiz olmuş. Fakat o müşevveş ibare altında çok kıymetli bir nevi i'câzı kat'î bildim. Maatteessüf ifadeye muktedir olamadım. Her ne kadar ibaresi sönük olsa da, Kur'ân'a ait olmak cihetiyle, hem ibadet-i tefekküriye, hem kudsî, yüksek, parlak bir cevherin sedefidir. Yırtık libasına değil, elindeki elmasa bakılsın. Eğer münasipse 'Onuncu Mesele' yapınız. Değilse, sizin tebrik mektuplarınıza mukabil bir mektup kabul ediniz. Hem bunu gayet hasta ve perişan ve gıdasız, bir iki gün Ramazan'da mecburiyetle, gayet mücmel ve kısa ve bir cümlede pek çok hakikatleri ve müteaddit hüccetleri derc ederek yazdım. Kusura bakılmasın. Haşiye (Denizli Hapsinin meyvesine Onuncu Mesele olarak Emirdağının ve bu Ramazan-ı şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir. Tekrarat-ı Kur'âniyenin bir hikmetini beyanla ehl-i dalâletin ufûnetli ve zehirli evhamlarını izale eder. )

(Kur'an'daki tekerrür ve hitabın insanların ve dinsizlerin saldırısı veya müslümanların merakını gidermek için yazılmıştır...

Kur'an da neden insan üslubu kullanılmış veya aynı şeyler neden çokça tekrar edilmiş... bunun açıklamasıdır...)

8

15.03.2009, 12:31

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ramazan-ı şerifte Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânı okurken, Risale-i Nur'a işaretleri Birinci şuada beyan olunan otuz üç âyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sayfası ve yaprağı ve kıssası dahi Risale-i Nur'a ve şakirtlerine, kıssadan hisse almak noktasında bir derece bakıyor. Hususan Sûre-i Nur'dan âyâtü'n-nur("Allah yerlerin ve göklerin nurudur..." Nur 35), on parmakla Risale-i Nur'a baktığı gibi, arkasındaki âyât-ı zulümat dahi muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Adeta o makam, cüz'iyetten çıkıp külliyet kesb eder. Ve bu asırda o külliyetin tam bir ferdi Risale-i Nur ve şakirtleridir diye hissettim.
Evet, Kur'ân'ın hitabı, evvelâ Mütekellim-i Ezelînin rububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev-i beşer, belki kâinat namına muhatap olan zâtın geniş makamından, hem umum nev-i beşer ve benî âdemin bütün asırlarda irşadlarının gayet vüs'atli makamından, hem dünya ve âhiretin, arz ve semavatın, ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinatın rububiyetine ve bütün mahlûkatın tedbirine dair kavânin-i ılâhiyenin gayet yüksek ihatalı beyanatının makamından aldığı vüs'at ve ulviyet ve ihâta cihetiyle, o hitap öyle bir yüksek i'câzı ve şümûlü gösterir ki, ders-i Kur'ân'ın, muhataplarından en kesretli taife olan tabaka-i avâmın basit fehimlerini okşayan zâhirî ve basit mertebesi dahi, en ulvî tabakayı da tam hissedar eder. Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asırda ve her tabakaya hitap ederek taze nazil oluyor.

9

15.03.2009, 12:33

Ve bilhassa
[img:152:31]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b456.gif[/img]
çok tekrarla deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Ad ve Semûd ve Fir'avunun başlarına gelen azaplarla baktırıyor.

[/img]

( Bu asır geçmişteki bütün gelişmelere varis olmuştur. Binlerce yılın ayrı ayrı memkeletlerinde buluşlarına da varis olmuştur bu asır...

Teknoloji böyle ilerlerken nasıl hızlanma artıyorsa.. Öyle de geçmişteki kavimlerden gelen küfür ve melahet ve fuhuşiyet gelişiyor... Adeta bir memleket bir dünya hükmüne geçiyor...

Ad, Semud ve eyken gibi halkların rezaletleri bir gecede belki binlerce defa bir şehir mesela ıstanbul'da yaşanıyor... Bu küfürlerin de asırdaki insanlara varis oluşudur...

Dolayısı ile Bu kavimlere yapılan hitaplar ve o kavimlerin Kur'an da anlatılışı bu devir insanları için daha elzemdir... Daha gerekir... Çünkü insanlar artık tümüne birden muhatap oluyor... Kur'an a sarılmak bu devirde daha hayatidir...
)

Ve mazlum ehl-i imana, ıbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor. (Kötü kişileri uyaran Kur'an iyi insanlar için ise peygamberleri a.s'ları akibetleri ile teselli veriyor... işte sizin mükafatınız böyle olacak diye insanları bu yolda kılıyor...)

10

15.03.2009, 12:34

Evet, nazar-ı gaflet ve dalâlette vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acip âlem ve mevcut ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i'câz ile dersini veren Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan, aynı i'câz ile, nazar-ı dalâlette câmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun'-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'ân-ı Azîmüşşanın elbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevap bulunması; ve bütün cin ve ins toplansa onun mislini getirememesi; ve bütün benî âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması; ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması; ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması; ve çok iltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi; ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misilli hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır. Ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirtlerine kazandırır.
(GAfil kafirler zanamın geçmişine bakarlar ve gitti bitti derler... Giden göç eden insanlar öldü ve bir perişanlık içinde çürüdü derler...

Ehli iman ise gaflete düştüğünde ve tam bunu düşünürken Kur'an geçmişi sinema gibi önüne sermektedir. Salih kavimlerin saadetli akıbetini gösterir. Geçmişin yol oluş olmadığını ve yok olmadığını ve Kur'an da geçen az bir miktarı gibi tamamıyla her zerresi ile kayıt altına alındığını..iyilik ve kötülüklerin karşılıksız kalmayacağını açıklar ve gafleti kaldırır... ıyiliğin mükafatı ve kötülüğün cezasından bahseder...Kur'an Tekrarlamalar ile de anlatıma canlılık ve heyecan katar...

Ve Kur'an ı anlamadan okusak bile her harfi için 10 sevap yazılır. Bu onun kutsiyetini ve yüceliğini ve Allah kelamı oluşunun bir meyvesidir...
Öyle ki insan güzel bir yazı yazıyı 10 kez okusa bıkıyor. Ancak hafızlar binlerce kez okudukları halde Kur'an dan bıkmıyorlar...

Hasta birisinin yanında çok konuşursanız rahatsızlık duyacaktır. Kur'an sesi saatlerce dinletilse dahi lezzet alacaktır...

ışte Kur'an ın bu tekrarlarından feyz alması Kur'an ın Allah kelamı olduğunu gafil ve sapmışlara böylece ispat ediyor...Tekrarlarının hoş ve lezzetli letafetli oluşu ve hadiseleri canladırıcı olması sebebiyle ibreti daya iyi aldırıyor...
)

11

15.03.2009, 12:35

Ve tercümanın ümmiyet mertebesini tam riayet etmek sırrıyla, hiçbir tekellüf ve hiçbir tasannu ve hiçbir gösterişe meydan vermeden selâset-i fıtriyesini ve doğrudan doğruya semadan gelmesini ve en kesretli olan tabakat-ı avâmın basit fehimlerini tenezzülât-ı kelâmiye ile okşamak hikmetiyle, en ziyade sema ve arz gibi en zâhir ve bedihî sayfalarını açıp o âdiyat altındaki hârikulâde mu'cizât-ı kudretini ve mânidar sutûr-u hikmetini ders vermekle lûtf-u irşadda güzel bir i'caz gösterir. (Bu asırda ise geçmiş bütün kanunlar hukukçularla inceleniyor hukuki işler... Sonuçda 5 10 yıl sonra kanunlar yamanıyor yada değiştiriliyor... TOpluma göre şiddeti artıyor yada azalıyor... ışte Kur'an 1400 senedir hiç değişmedi ve hep Mükemmel kanunlara sahip oldu... Bu onun insan kelamı olmayacağını gösteriyor...

Yüzlerce hukuk profesörü bir araya gelse bırakın prof.ları bütün insanlar ve cinler birleşse bu kitabın bir benzerini yazamazlar... Tüm alemleri de beraberinde içine almaktadır Kur'an... Mükemmel bir kanunlar manzumesidir...

Tarihte toplumlar ne zaman Kur'an a sarılırsa o zaman yücelmişlerdir. Ayrıldıklarında ise çökmüş mahvolmuşlardır... Bu sadece hukuki yönü ile ispattır...

Edebi, Gaybi onlarca yönde Kur'an Allah kelamı olduğunu ispat eder ve gafilleri susturur ve tekrarlarla ehli imanı kuvvetlendirir...Avvam kafileden olan yüzde 80 insanları da çok kolay irşad eder...Her kesim insanı kapsar külliyeti ile...)

12

15.03.2009, 12:36

Tekrarı iktiza eden dua ve dâvet, zikir ve tevhid kitabı dahi olduğunu bildirmek sırrıyla, güzel, tatlı tekraratıyla birtek cümlede ve birtek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatap tabakalarına tefhim etmekte ve cüz'î ve âdi bir hâdisede en cüz'î ve ehemmiyetsiz şeyler dahi nazar-ı merhametinde ve daire-i tedbir ve iradesinde bulunmasını bildirmek sırrıyla tesis-i ıslâmiyette ve tedvin-i şeriatta Sahabelerin cüz'î hadiselerini dahi nazar-ı ehemmiyete almasında(sahebelerin amelleri ile ayetler nüzul oluyor ve yanlışlar veya bilinmezler aşılıyor ve fıtrata en uygun emirler indiriliyordu...), hem küllî düsturların bulunması, hem umumî olan ıslâmiyetin ve şeriatın tesisinde o cüz'î hadiseler, çekirdekler hükmünde çok ehemmiyetli meyveleri verdikleri cihetinde de bir nevi i'câzını gösterir.

(Yoldaki felaketlerin bana isabet etmemesi, her nefes alış verişim gibi yüzlerce ibadetin her biri için yapılan tesbihler bu meyveler ve hayattaki nimetler için çok gerekir...)

13

15.03.2009, 12:37

Evet, ihtiyacın tekerrürüyle tekrarın lüzumu haysiyetiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallere cevap olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren ve koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak ve zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz'iyat ve külliyatın tek bir Zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek ve kâinatı ve arzı ve semavatı ve anâsırı kızdıran ve hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı ılâhîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşetli ve geniş bir inkılâbın tesisinde, binler netice kuvvetinde bazı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i'caz ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir.

(Nasıl ki insan muhtelif hâcât-ı cismâniyeye muhtelif vakitlerde muhtaçtır... Meselâ: Havaya her an, harârete, suya her vakit, gıdâya her gün, ziyâya her hafta muhtaçtır. Öyle de hâcât-ı mâneviye-i insaniye de muhteliftir: bir kısmına her an muhtaçtır-Lâfzullah gibi; bir kısmına her vakit muhtaçtır-Bismillâh gibi; bir kısmına her saat muhtaçtır-Lâ ilâhe illâllah gibi-ve hâkezâ, kıyas et.
)

14

15.03.2009, 12:40

Meselâ, birtek âyet olup yüz on dört defa tekrar edilen Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Risale-i Nur'un On Dördüncü Lem'asında beyan edildiği gibi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi hergün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır.
Hem meselâ, Sûre-i Ta Se Me'de sekiz defa tekrar edilen şu


[img:183:36]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b457.gif[/img]

(Rabbin ise, şüphesiz ki, kudreti herşeye galip olan ve rahmeti herşeyi kuşatan Allah'tır. şuarâ Sûresi: 26:9. )

(Ba ismin ile hali. Bismillah "Allah ın ismi ile".)

âyeti, o sûrede hikâye edilen peygamberlerin necatlarını ve kavimlerinin azaplarını, kâinatın netice-i hilkati hesabına ve rububiyet-i âmmenin nâmına o binler hakikat kuvvetinde olan âyeti tekrar ederek izzet-i Rabbâniye, o zâlim kavimlerin azabını ve rahîmiyet-i ılâhiye dahi enbiyanın necatlarını iktiza ettiğini ders vermek için binler defa tekrar olsa yine ihtiyaç ve iştiyak var ve îcazlı ve i'cazlı(az sözle mücizevi bir anlatımdır...) bir ulvî belâgattır.

Hem meselâ, Sûre-i Rahmân'da tekrar edilen
[img:170:31]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b458.gif[/img]

(Ey insanlar ve cinler, Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? Rahmân Sûresi: 55:13. )

(Bismillahirrahman.. Rahman olan ve her kuluna rahmetiyle muamele eden Allah'ın ismi ile...)

âyeti ile Sûre-i Mürselât'ta

[img:173:33]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b459.gif[/img]

(Yazıklar olsun o gün yalanlayanlara! Mürselât Sûresi: 77:15. )âyeti
(Bismillahirrahmanirrahim. Rahman olan ve her kuluna rahmetiyle muamele eden ve zalimlerin zulmünü karşılıksız bırakmayıp, mazlumlara haklarını verecek olan Rahim Allah'ın ismi ile...

buradaki zalim bazen kabil.bazen firavun. bazen deccal.zulme uğrayan bazen habil.bazen musa a.s. bazen mehdi as.'dır...

Her zulme karşı zalimlere karşı ve kainattaki her hayra karşı geçmiş gelecek tüm mazlumların en büyük silahi ve tesellisi ve referansı Bismillahirrahmanirrahim.)
, cin ve nev-i beşere, kâinatı kızdıran ve arz ve semâvâtı hiddete getiren ve hilkat-ı âlemin neticelerini bozan ve haşmet-i saltanat-ı ılâhiyeye karşı inkâr ve istihfafla mukabele eden küfür ve küfranlarını ve zulümlerini ve bütün mahlûkatın hukuklarına tecavüzlerini asırlara ve arza ve semâvâta tehditkârâne haykıran bu iki âyet, böyle binler hakikatlerle alâkadar ve binler mesele kuvvetinde olan bir ders-i umumîde binler defa tekrar edilse yine lüzum var ve celâlli bir îcaz ve cemalli bir i'câz-ı belâgattır.

15

15.03.2009, 21:17

Allah razı olsun. Takip ederek katkıda bulunuyorum :D

16

16.03.2009, 21:10

Amin ecmein. :)

17

31.03.2009, 15:58

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyânın Mekke sûreleriyle, Medine sûreleri belâgat noktasında ve i'caz cihetinde ve tafsil ve icmal veçhinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmeti şudur ki:

Mekke'de, birinci safta muhatap ve muarızları, Kureyş müşrikleri ve ümmîleri olduğundan, belâgatça kuvvetli bir üslûb-u âlî ve i'cazlı, muknî, kanaat verici bir icmal; ve tespit için tekrar lâzım geldiğinden, ekseriyetle Mekkiye sûreleri erkân-ı imaniyeyi ve tevhidin mertebelerini(imani ve tevhidi meseleler) gayet kuvvetli ve yüksek ve i'cazlı bir îcaz ile tekrar edip ifade ederek, mebde' ve meâdı, Allah'ı ve âhireti, değil yalnız bir sayfada, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede, belki bazan bir harfte ve takdim, tehir ve


Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdat etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et, kurtar ve bize necat ver .

târif ve tenkir ve hazf ve zikir gibi heyetlerde öyle kuvvetli ispat eder ki, ilm-i belâgatın dâhî imamları hayretle karşılamışlar. Risale-i Nur ve bilhassa Kur'ân'ın kırk vech-i i'câzını icmalen ispat eden Yirmi Beşinci Söz zeyilleriyle beraber ve Kur'ân'ın nazmındaki vech-i i'câzı hârika bir tarzda ispat eden Arabî Risale-i Nur'dan ışârâtü'l-ı'câz tefsiri bilfiil göstermişler ki, Mekkiye olan sûre ve âyetlerde en âlî bir üslûb-u belâğat ve en yüksek bir i'câz-ı îcâzî vardır. (Mekkî ayetlerin özellikleri ile Medenî ayetlerin özellik ve kapsamları oldukça farklılık arzetmektedir. Tebliğ açısından da bu farklılığı görmek mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber, Mekke'de ıslâm'ı yaymaya başlayınca, karşısında Mekke toplumunu bulmuştur. Mekke toplumu, alışmadığı, bitmediği yeni bir durumla karşılaşmış ve kendisine oldukça yabancı olan bu durumu kabullenmek istememiştir. Bunun yanında bu toplumun içinde son derece edebî açıdan üstün insanlar da vardı. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim bunlara da hitap edecekti. Fakat bu toplum aynı zamanda müşrik ve putperest bir toplumdu. Kur'ân-ı Kerim bunlara da hitab etme durumunda ve bu şirk ve putperestlikten onları temizleme mecburiyeti ile karşı karşıya idi. Bundan dolayı Mekkî ayetler kısa, ifadeler veciz, tabirleri hararetli ve vurguludur. Bunun yanında bu ayetler, Allah'ın birliğinden, O'nun sıfatlarından, kudretinden. yaratmasından bahsetmektedir. Nitekim; "De ki: O Allah birdir. Allah sameddir. Kendisi doğurmamıştır ve doğrulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır" (el-ıhlâs 112/1-4) ayetleri bunu açıkca göstermektedir. Bu sure Kur'ân-ı Kerim'in özüdür. Tevhid inancını, bir kaç kelime ile çok kapsamlı bir biçimde özetlemektedir.


Mekkî ayetler, inanç, düşünce ve fikir yönünden sağlıklı bir toplum oluşturmayı hedef almıştır. Bu ayetlerde ahlâkî emir ve hükümler yer almaktadır. Böylece inananların özellikle kuvvetli bir imana sahip olmaları amaçlanmakta, yanlış ve manasız inançlarını kınamakta ya da reddetmektedir. Nitekim; "Ve diri olarak gömülen kız, hangi günahı yüzünden öldürüldü, diye sorulduğu zaman... " (et-Tekvîr 81/8-9) ayetlerinde cahiliye dönemine ait bir çirkin olayı ortaya koyarak bu ve benzeri batıl âdetleri kınamakta ve önlemektedir. Mekkî sureler ve ayetlerde hukukî konular bulunmadığı gibi, namaz hariç ibadete ait hükümler de bulunmamaktadır. Nitekim Yunus, Ra'd, Furkan, Yâsîn, Hadîd sureleri Mekkî sureler olarak kabul edilmekte olup, bu surelerde ahkâm ayetlerine rastlanılamamaktadır. Bu sureler genelde iman esasları, yaratma, Allah'ın sıfatları, peygamberlerin inanmayanlarla olan mücadeleleri ve bu toplulukların acıklı sonları ve ibret verici kıssaları anlatılmaktadır.
)

18

06.04.2009, 20:16

Alıntı

cümlesinin tekrarında, tevhid gibi kâinatça en büyük hakikat ve mahlûkatın rububiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetli bir vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev-i insanın en dehşetli meselesi ve ubudiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle, binler defa tekrar edilse yine azdır.


şekavet-i ebediyeden kurtulmak en büyük meselemizdir.ılk dert idam olacak adam için idamdan kurtulmaktır.

Elhâsıl: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribâtta eli gayet uzun ve hasenâtta eli gayet kısa cüz-i ihtiyârî nâmında bir irâden var. O irâdenin bir eline duâyı ver ki, silsile-i hasenâtın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.

19

06.04.2009, 20:18

Amma, Medeniye sûre ve âyetlerde, birinci safta muhatap ve muarızları ise, Allah'ı tasdik eden Yahudi ve Nasârâ gibi ehl-i kitap olduğundan, mukteza-yı belâğat ve irşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vâzıh ve tafsilli ve üslûpla ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usulünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşeleri ve sebepleri olan cüz'iyatın beyanı lâzım geldiğinden, o Medeniye sûre ve âyetlerde, ekseriyetle tafsil ve izah ve sade üslûpla beyanat içinde, Kur'ân'a mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla, birden o cüz'î teferruat hâdisesi içinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz'î hâdise-i şer'iyeyi küllîleştiren ve imtisâlini iman-ı billâh ile temin eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve imaniyeyi ve uhreviyeyi zikreder, o makamı nurlandırır, ulvîleştirir.

Risale-i Nur, âyetlerin âhirlerinde ekseriyetle gelen

[img:451:79]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/sozl2/b567.gif[/img]
(Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kâdirdir. Bakara Sûresi: 2:20. şüphesiz ki Allah herşeyi hakkıyla bilir. Ankebut Sûresi: 29:62. Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar. Rum Sûresi: 30:27. Onun kudreti herşeye galiptir, O çok bağışlayıcıdır. Rum Sûresi: 30:5.)

gibi tevhidi ve âhireti ifade eden fezlekelerde ve hâtimelerde ne kadar yüksek bir belâğat ve meziyetler ve cezâletler ve nükteler bulunduğunu, Yirmi Beşinci Sözün ıkinci şûlesinin ıkinci Nurunda o fezleke ve hâtimelerin pek çok nüktelerinden ve meziyetlerinden on tanesini beyan ederek, o hülâsalarda bir mucize-i kübrâ bulunduğunu muannidlere de ispat etmiş.

(ıradeyi nasıl kötülükten çekeriz:
Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor.
Hem meselâ, Cehennem azâbını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfarla ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennemin inkârına cesaret veriyor.

Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultân-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir mânevî adâvet-i ılâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-i ılâhiyeye dair kalbe gelse, katî bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hâkezâ, bu üç misale kıyas edilsin ki, ("Kazandıkları günahlar, kalblerini kaplayıp karartmıştır." Mutaffifîn Sûresi: 83:14)sırrı anlaşılsın.
)

20

06.04.2009, 20:23

Meleyani şeyler şerire olan ilgiyi arttırır. ıstiğfar ise şerre olan eğilimi keser...


Evet, Kur'ân, o teferruat-ı şer'iye ve kavânin-i içtimaiyenin beyanı içinde birden muhatabın nazarını yüksek ve küllî noktalara kaldırıp, sade üslûbu bir ulvî üslûba ve şeriat dersinden tevhid dersine çevirerek, Kur'ân'ı, hem bir kitab-ı şeriat ve ahkâm ve hikmet, hem bir kitab-ı akîde ve ımân ve zikir ve fikir ve dua ve dâvet olduğunu gösterip, her makamda çok makasıd-ı irşadiye-i Kur'âniyeyi ders vermesiyle Mekkiye âyetlerin tarz-ı belâğatlarından ayrı ve parlak mucizâne bir cezâlet izhar eder. Bazan iki kelimede, meselâ,[img:110:35]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/mekt/b999.gif[/img]( Alemlerin Rabbi. ) ve [img:36:29]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/sozl2/b569.gif[/img] de, [img:36:29]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/sozl2/b569.gif[/img] ( Rabbin)
tabiriyle ehadiyeti ve [img:90:29]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/asa/b465.gif[/img]
ile vâhidiyeti bildirir, ehadiyet içinde vâhidiyeti ifade eder.
Hattâ bir cümlede, bir zerreyi bir gözbebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi, güneşi aynı âyetle, aynı çekiçle göğün gözbebeğinde yerleştirir ve göğe bir göz yapar.
Meselâ, [img:132:28]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/sozl1/b644.gif[/img] (Yeri ve göğü yaratan Odur. Hadîd Sûresi: 57:4. )

âyetinden sonra

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir