Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

09.12.2008, 22:27

nurdan seçme damlalar

şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten li'l-Âlemîn Zâtın (A.S.M.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sekam-ı kalbîdir.

Meselâ, kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur'ân'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.

Çünkü mâsum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.

Risale-i Nur'da kat'iyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, "ıstirahatimizin selbine sebep oldular" diye rivâyet-i sahiha vardır.

O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz mâsumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman mâsumlar da yanarlar; onlara acımamak olmuyor. Fakat, cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.

(Kastamonu Lahikası)



ışte bütün bunlardan anlaşılıyor ki; cihad ve cizye yalnız insanları değil, kainatı dahi küfrün belasından kurtarıyor. Hem yine anlaşılıyor ki; cihad ve cizye her ne kadar sureten menfi bir mesele olarak gözükse de, aslında müsbet bir hakikatin ünvanıdır. Fakat maalesef Üstadın dediği gibi, bazan zıd zıddını tazammun edermiş. şu anda da, bağyden (terörden) medeniyeti muhafaza eden cihad için haşa terör denmektedir. Üstad Hazretleri bu hususu şöyle ifade etmiştir:



Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bağy (terör) ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.

(Hakikat Çekirdekleri 35. Vecize)



Görüldüğü gibi Üstad Bediüzzaman, cihad-ı maddîyi şiddetle müdafaa etmiş, hatta asrımızda olduğu gibi o zaman da cihadın medeniyete muhalif olduğunu iddia edenlerin bu sözlerini reddetmiş, aksine cihadın, hakiki medeniyetin lazımı olduğunu şu sözleriyle beyan ve isbat etmiştir:



Sual: Hal-i hazırdaki medeniyet, dinî cihada müsaade etmediği ve fetva vermediği halde ıslamiyet ile bu medeniyet-i hazıra arasında tatbikat nasıl olur?

Cevab: Vakta ki medeniyet, müdafaa için gayr-ı meşru vasıtaları bile meşru kılıp cevazına fetva verdiği halde nasıl bütün şeriatların tesbit ve emr ettikleri cihada müsaade ve teşvik etmeyecek? Dünyada rezalet bulundukça faziletin ona karşı cihad etmesi zaruridir. Muhakkak cihad ebedidir!!!

Sonra bizim mevki ve mekanımız ki bize çok geniş olup başkaları gibi dar değildir- tedafü mevkiidir, tecavüz değil... Ve dinimizin esası da buna işaret eder. Çünki bizi müdafaa mevkiinde durduruyor. Çünki kelimesi işaret ediyor ki bizim en evvel vazifemiz davettir. Sonra onlara karşı cihadla müdafaa yaparız.

(Arabi Hutbe-i şamiye/ Teşhis-ul illet)



Üstad Bediüzzaman burada da, bütün şeriatların cihadı tesbit ve emrettiklerini bildirmektedir. O halde, başta Kuran ve Resul-i Ekrem (A.S.M.) olarak, bütün semavi kitabların ve peygamberlerin emir ve tatbik ettikleri bir cihad hakikatini hangi kuvvet yeryüzünden kaldırabilir? Demek cihad ebedidir.

Hem yine buradan anlaşılıyor ki cihad, her ne kadar sureten tecavüz gibi gözükse de, hakikatte tedafüdür, yani müdafaadır. Çünkü cihad, medeniyet ve fazileti rezalete karşı müdafaa etmekte ve kafirlerden cizye alıp onları zelil ederek, onların rezaletlerine mani olmaktadır. Hem yeryüzünü fitne ve fesaddan ve şu asrın tabiriyle terör denilen bağiyden muhafaza etmektedir. O halde cihad hakiki medeniyet ve faziletin bir lazımıdır. şu ayet-i kerimeler de bu hususu beyan etmektedir:


Meali: Eğer Allah-u Teala insanların bir kısmıyla diğer bir kısmını def etmeseydi (yani cihad vasıtıyla kafirlerin şerrini müminlerle bertaraf etmeseydi). Yeryüzünde fesat olacaktı ve yer onların günahlarından dolayı fesada gidecekti, yani kıyamet kopacaktı. Velakin Allah-u Azimüşşan alemler üzerine fazl u rahmet sahibidir (cihadı farz kılmakla bu şerr u fesadı def etmiştir).

(Beyzavi-ıbni Abbas-Bakara-251)


Meali: şirk ve küfür fitnesi kalmayıp, ibadetler yalnız Allaha halis olup, din-i ıslamdan gayri din kalmayıncaya kadar küffar ile harbedin. Eğer küfürden vazgeçip Müslüman olurlarsa muhakkak Allah onların amellerini görür ve hayırlarının mükafatını verir.

(Beyzavi-ıbni Abbas-Enfal-39)

Yine Üstad Bediüzzaman Hazretleri, şeriat-ı teklifiye cihadı emrettiği gibi, adetullah denilen şeriat-ı fıtriye ve tekviniyenin dahi cihadı emrettiğini şöyle ifade etmiştir:



ılmin i'tası, manen ameli emrediyor; zekânın i'tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekâyı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.

(ışarat-ul ıcaz)



Üstadın bu sözünün manası şudur ki; Bir alimin tasvir ettiği gibi; nasıl sobadaki ateş, dumanının çıkması için bir menfez bulamazsa, içerideki insanları boğar ve zehirler, öyle de;Cenab-ı Hakkın insanın içinde dercettiği ve yaktığı cesaret ateşine, fıtrî ve müsbet bir mecra verilmezse, yani hariçteki kafirlere karşı cihad yolunda sarf edilmezse, o vakit dahilde kullanılır. Bu ise dahilî fitnelere, ihtilaflara ve gıybet gibi her türlü menfî tahribata sebebiyet verir.

Keza Üstad müteaddit eserlerinde cihadın hikmet ve maksadını ve büyük hayırlar ihtiva ettiğini beyan etmiştir. şöyle ki:

Bir hükûmet, mücahede ettikçe cesareti artar, terkettiği zaman cesareti azalır ve binnetice cesaret de, hükûmet de söner, mahvolur.

(ışaratül icaz-164)



Hayr-ı kesîr için, şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesîri intac eden bir şer terkedilse; o vakit şerr-i kesîr irtikâb edilmiş olur. Meselâ: Cihada asker sevketmekte elbette bazı cüz'î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesîr var ki, ıslâm küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terkedilse, o vakit hayr-ı kesîr gittikten sonra şerr-i kesîr gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem meselâ: Gangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; halbuki zahiren bir şerdir. Parmak kesilmezse, el kesilir; şerr-i kesîr olur.

(12. Mektub)



Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesîr terkedilmez. Terkedilirse, şerr-i kesîr olur. Zekat ve cihadda olduğu gibi.

(ışarat-ul ıcaz)


Risale-i Nurun çok yerlerinde Hazret-i Üstad, cihad-ı maddînin farziyetini, Resul-i Ekrem (A.S.M.) ve ümmetinin cihad ile vazifedar olduğunu beyan etmiştir. şöyle ki:



ıncil'de, ısa'dan sonra gelen ve ıncil'in birkaç âyetinde "Âlem Reisi" ünvanıyla müjde verdiği Nebinin tarifine dair: ışte şu âyet ( gösteriyor ki ( ayeti : "Sahib-üs seyf ve cihada memur bir peygamber gelecektir." Kadîb-i Hadîd, kılınç demektir. Hem ümmeti de onun gibi sahib-üs seyf, yani cihada memur olacağını, Sure-i Feth'in âhirinde :

âyeti, ıncil'in şu âyeti gibi, başka âyetlerine işaret edip, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm sahib-üs seyf ve cihada memur olduğunu ıncil ile beraber ilân ediyor.

(19.Mektub)



Hem ıncil'de, Esma-i Nebevîden "Sahib-ül Kadîbi ve-l Herave" yani "seyf ve asâ sahibi." Evet sahib-üs seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.

(19.Mektub)



Nebiyy-i Ümmi'ye nisbeten gayb hükmünde olan, ıncil'in Sahabeler hakkındaki ihbarını ihbardır. Evet ıncil'de, âhirzamanda gelecek Peygamber'in (A.S.M.) vasfında gibi âyetler var. Yani: Hazret-i ısa (A.S.) gibi kılınçsız değil, belki sahib-üs seyf bir peygamber gelecek, cihada memur olacak ve onun sahabeleri dahi, kılınçlı ve cihada memur olacaklardır. O kadîb-i hadîd sahibi, reis-i âlem olacak. Çünki ıncil'in bir yerinde der: "Ben gidiyorum, tâ âlemin reisi gelsin." Yani: Âlemin Reisi geliyor. Demek oluyor ki; ıncil'in bu iki fıkrasından anlaşılıyor ki: Sahabeler, çendan mebdede az ve zaîf görünecekler. Fakat çekirdekler gibi neşvünema bularak yükselip kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffarın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılınçlarıyla nev'-i beşeri kendilerine müsahhar edip, reisleri olan Peygamber'in (A.S.M.) ise, âleme reis olduğunu isbat edecekler. Aynen şu Sure-i Feth'in âyetinin mealini ifade ediyor

(7. Lema)



Eskiden beri i'la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i ıslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile kendini, yek-vücud olan âlem-i ıslâm'a fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i ıslâmiyenin felâketi; âlem-i ıslâmın saadet ve hürriyet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zira şu musibet, maye-i hayatımız olan uhuvvet-i ıslâmiyenin inkişafını hârikulâde ta'cil etti.

(Hakikat Çekirdekleri 52. Vecize)





Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umumî'de fariza-i cihadda avcı hattında ne kadar fırsat buldumsa kalbime tulû' eden nükteleri yazıyordum. Derelerde, dağlarda hücum ederken kaydederdim.

(Emirdağ Lahikası-90)



Hem zâlime karşı miskinliği esas tutan Hıristiyanlık, nihayat tecellüd, cebbarlıkta; ve zâlime karşı cihad, izzet-i nefsi esas tutan ıslâmiyet-eyvah!-nihayet miskinlikte karar kıldı.

(Sünuhat)



Meşhurdur ki: Bir zaman ıslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: "Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek." O demiş: "Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir." ışte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.

(17. Lema, 13. Nota)


Hem baş tarafda cihadın kısımlarında anlatıldığı üzere, Üstad Hazretleri de dahildeki cihad ile hariçteki cihadın ayrı ayrı olduğunu, maddi kılıcın ancak hariçteki kafirlere karşı çekilebileceğini, dahilde ise Kuranın parlak nuru ile ve kati ve mukni delillerini göstererek mücahede edilmesi gerektiğini ve dahilde asayişi muhafazanın bir üss-ül esas olduğunu belirtmiştir. ışte bu noktanın iyice kavranması gerekmektedir. Hariçteki cihadın hükümlerini dahilde tatbik etmek ve asayişi bozarak masumların zarar görmesine meydan vermek nasıl büyük bir hata ise; dahildeki mücahedenin ahkamını, hariçteki kafirlerle mücahedede tatbik etmek ve maddi cihadın muktezasını ibtal etmeğe çalışmak, ondan daha büyük bir hatadır. Zira böyle bir iltibasla maddi cihadı inkar etmek; hem Kuran-ı Azimuşşanın ve Resul-i Ekremin (A.S.M.) Sünnet-i Seniyyesinin ve hem de Üstadın dediği gibi bütün edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azamını inkar etmek ve sahabe-i kiramın gittiği ve Üstad Bediüzzaman gibi bütün ehl-i sünnet ulemasının tesbit ettiği ve bilfiil takib ettikleri Cadde-i Kübra-i Kuraniyeyi terk etmek demektir. Üstad Hazretleri şeriatı gayet iyi bildiği ve şeriatın ahkamına son derece riayet ettiği için, 1. Cihan Harbinde talebeleriyle beraber şehadet arzusuyla ve ıla-i Kelimetullah için maddeten cihad etmiş ve farz-ı kifaye olan cihadı ümmet namına deruhde eden Devlet-i Osmaniye ile kahraman ordusunu medhedip teşvik etmiştir. Amma dahildeki mücahedesinde ise, siyaseti terk ederek daima asayişi muhafaza etmiş ve Kuranın manevi icazından tereşşuh eden Risale-i Nur ile, mücahede-i maneviyesini ahir ömrüne kadar sürdürmüş ve talebelerine de hep bu hususu ders vermiştir. Bu sebeble Üstadın dahildeki manevi cihad ve asayişi muhafaza ile alakalı beyanatını, hariçteki küffara karşı olan maddi cihada tatbik etmek, yukarıda da zikredilen şeriat-ı Garranın esasatına muhalif olduğu gibi, Üstadın bizzat kendi ifadelerine ve tarihçe-i hayatına da muhalifdir. şimdi bu noktada Üstadın bu hususu izah eden bazı ifadelerini buraya dercediyoruz:



ıslâmiyet, selm ve müsalemettir; dâhilde niza ve husumet istemez.

(Lemeat-719)



Evet mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. ...düsturu ile ki: "Bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes'ul olamaz." ışte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i ıslâm'da asayişi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da; vazife-i ılahiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz."

Ben de Celaleddin-i Harzemşah gibi, "Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir." deyip ihlas ile hareket etmeyi Kur'andan ders almışım.

Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.

(Emirdağ Lahikası-2, S-241)



Bu zamanda ehl-i ıslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..

(16. Lema)

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir