Bediüzzaman nasıl bir zamanda gelmiş ki, zamana bir "ışık" gibi düşmüş?
Yıl: 1898
Tahtta ıkinci Sultan Abdülhamit vardır ve saltanatının yirmi ikinci yılındadır.1891 den beri şeyhülislamlık makamında olan Mehmed Celaleddin Efendi ile beraber, o günün elverişsiz şartları içinde kendisine has tarzda hilafet politikası takip etmektedir.Hindistan Müslümanları arasında Hilafet Komitesi o senelerde kurulmuştur.Rusların kuşkulu ve devamlı Takiplerine rağmen Hivye ve Buhara gibi Rus işgali altına düşmüş Müslüman ülkelerde Cuma hutbelerinde Sultan Hamit’in ismi anılmaktadır.En uzak ıslami beldelerden ıstanbul’a hususi heyetlerin gelmesi devam etmektedir.
Dini faaliyetlerin teşvik ve himaye ettiği şahıslar arasında, Japonya’da ıslamiyet’in yayılmasına çalışan Abdurreşit ıbrahim de vardır.
1887 de Japon ımparatoru Motso-Hito, yeğenini Osmanlı Padişahına göndermişti.Sultan Hamit iki sene sonra Ertuğrul Fırkateynini, amiral Osman Paşa kumandasında Mikado’ya imtiyaz nişanı ve değerli hediyelerle Japonya’ya göndermişti.
Osmanlı denizcileri Japonya’da büyük alaka görmüşler, imparator mutadın dışına çıkarak misafirleri bizzat kabul etmişti.Uzak şark’ın dört tarafından gelen Müslümanlar gemiyi ziyaret etmişler, kendilerine Osmanbey matbaasında Hafız Osman hattı hususi olarak imal ettirilmiş şamua kağıdına bastırılan müzehheb Kur’an-ı Kerim’ler hediye edilmişti.Yirmi üç bin tonluk bu gösterişli harp gemisi, tekne ve kazanları hayli eski olduğu için dönüşte 1890 senesi eylülün on sekizinci gecesi Yokohama’dan Koba’ya giderken Koşinazaki feneri yakınında şiddetli fırtınadan batmış, 525 denizcimiz boğulmuştu.
Osmanlı denizcilerinin şahsiyeti, Japonya’da derin tesirler yapmıştı.Manevi mevzulara şahsen alaka duyan ve şinto dinini Joponlar için kifayetli bulmayan imparator, semavi dinler, bu arada ıslamiyet üzerine tetkikler yapmış, Abdurreşit ıbrahim ve şehabettin Mercani’den bilgi almıştı.
EğER BEN O DıN ADAMLARINI BULABıLSEM..
Aradan sekiz yıl geçmiş, Japonya’dan ımparatorun bir başka yeğeni Prens Noga riyasetinde bir heyet ıstanbul’a gelmişti.Mikado, Osmanlı Hakanının kendisine 1889’da gönderdiği hediyelere mukabil kıymetli armağanlar, fakat bu arada hususi kaydıyla bir de mektup göndermişti:
"ıslam dininin bilhassa tefekkür, gaye, felsefe ve manevi terkibi üzerinde şahsen kendisine izahat vermek için Japonca bilen yoksa, tercihen ıngilizce, Fransızca veya Almancası kifayetli Osmanlı din ve maneviyat alimleri " istiyordu.
Mektupda kendi tetkiklerine göre itikadları tatbik de edilerek, Hristiyan ve Musevi dinlerine göre ayrı hususiyet taşıyan ıslamiyetin dini tatbikatına ait misaller ve bu arada içtimai tesanüd müesseseleri, vakıflar gibi hayır-hasenat mevzularında da izahat ve tafsilat rica ediliyordu.
ılmiye ve medreselerin içinde bulunduğu vaziyeti, şahsiyetlerin kifayetsizliklerini çok iyi bilen Sultan Hamid, muvaffakiyeti halinde saltanatının tarihteki müstesna şeref hadisesi olacağı kadar ıslam aleminin belki kaderini değiştirecek mevzuu şeyhülislam Cemaleddin Efendiye açtı,fikrini sordu.
Netice hazindi…
şahsiyet mahrumiyetinin hicranı içinde çaresizdiler:
Karşı tarafın samimi, gönülden olduğuna şek şüphe olmayan arzusuna, pek mahir olduğumuz müsbet- menfi arası, zaman kazandıran oyalayıcı bir cevap verildi, bir tablo kadar şahane müzehheb elyazmalı, ceylan derisi cildli dini kitaplar gönderildi, zaman istenildi.
Bu zaman, ne Motso-Hito ölünceye, ne Sultan Hamid tahttan indirilinceye kadar son bulmamıştı.Osmanlı Hakanı kalbinde ve vicdanında yar olan hadiseyi Selanik’te sürgün olarak yaşadığı 1909’da muhafızı olan, Cumhuriyet devri başvekillerinden Ali Fethi Okyar’a anltırken şöyle der:
" Eğer ben Japon ımparatorunun istediği kıymette din ve maneviyat şahsiyeti bulabilseydim, evvela kendi milletimi kurtarırdım"
kaynak: Üç Devirde Bir Adam,Fethi Okyar'ın Hayat ve Hatıraları