Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

24.05.2008, 23:48

Sınırsız nimetlere, sınırlı şükür...

Sınırsız nimetlere, sınırlı şükürle nasıl mukabele edilebilir?

Eğer desen: “şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”

Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir îtikad ile. Meselâ, nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir, “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım.” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünkü, sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”

ışte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyyetinin derece-i sadâkat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.

Aynen öyle de, âciz bir abd, namazında “Ettehıyyâtü lillah” der. Yani, bütün mahlûkatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesâbıma umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler Sana takdim edecektim. Hem, Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. ışte şu niyet ve îtikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir.

Nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Hem meselâ, kavun, kalbinde nüveler sûretinde bin niyet eder ki, “Yâ Halıkım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim.” Cenâb-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibâdet gibi kabul eder. “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır,” (Câmiü’s-Sağîr, 6:291, 292) şu sırra işaret eder.
Hem, “Mahlûkatının sayısınca, Zâtına lâyık şekilde, Arşının ağırlığınca, kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamd ederek Seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz. Bütün peygamberlerinin, evliyâlarının ve meleklerinin tesbihâtıyla Seni tesbih ederiz.” gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti, şu sırdan anlaşılır.

Hem, nasıl bir zâbit bütün neferâtının yekûn hizmetlerini kendi nâmına padişaha takdim eder; öyle de, mahlûkata zâbitlik eden ve hayvanât ve nebâtâta kumandanlık yapan ve mevcudât-ı arzıyeye halîfelik etmeye kàbil olan ve kendi hususi âleminde kendini herkese vekil telâkkî eden insan, “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz” (Fâtiha Sûresi: 5.) der; bütün halkın ibâdetlerini ve istiânelerini, kendi nâmına Ma’bud-u Zülcelâle takdim eder.
Hem “Bütün mahlûkatının bütün tesbihâtıyla ve bütün masnuâtının dilleriyle Seni tesbih ederiz” der; bütün mevcudâtı kendi hesâbına söylettirir.
Hem, “Allahım! Kâinatın zerreleri ve onlardan mürekkeb varlıkların adedince Muhammed’e rahmet eyle” der; her şey nâmına bir salâvât getirir. Çünkü, her şey nur-u Ahmedî (a.s.m.) ile alâkadardır. ışte, tesbihâtta, salâvâtlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.

(Sözler, 24. Söz, 5. Dal, 2. Meyve, s. 325)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

2

25.05.2008, 00:02


Nimetler şükür ister

ınsan ne kadar büyük başarı elde ederse etsin, ne kadar çok ve büyük nimetlere kavuşursa kavuşsun, “Bütün bunlar Rabbimin fazlındandır, Onun ihsan ve ikramıdır” demeli ve şükretmelidir.

Karun’u tehlikeye götüren nokta sahip olduğu nimetleri ALLAH’tan değil, kendinden bilmesiydi. Oysa neye sahipsek ALLAH’a borçluyuz. Elimizle, gücümüzle, aklımızla, fikrimizle mi elde ettik sahip olduklarımızı? Elde ettiklerimiz de; elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, aklımız, fikrimiz de ALLAH’ın ikramları değil mi?

“Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” diyen ilim sahibi Âsaf göz yumup açıncaya kadar Belkıs’ın tahtını huzuruna getirdiğinde Hz. Süleyman, “Bu Rabbimin bir lütfudur. şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan ediyor. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Kim nankörlük ederse, bilsin ki Rabbim ganî ve kerîmdir, kimsenin şükrüne muhtaç olmadığı gibi, sonsuz kerem ve lûtuf sahibidir”1 demişti.

Nimetler şükür içindir, şükür ister. Yine onca saltanata sahip olan Hz. Süleyman, karıncanın sözünü işittiğinde tebessüm etmiş “Ey Rabbim, bana, anne ve babama ihsan buyurduğun nimetlere şükretmeyi ve rızâna kavuşturacak işler yapmayı bana ilhâm et. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat” demişti.2

Doğu ve Batıyı fetheden, hükmünü herşeye geçiren Hz. Zülkarneyn, düşmanlara karşı o günün ilmî imkânlarından yararlanarak büyük bir set yapmış ve başarısını “Bu Rabbimden bir rahmet eseridir”3 diye Rabbinden bilmiş, şükür ve hamdetmişti.

Yüz binlerin ebedî hayatlarının kurtulmasına vesile olan büyük bir ilim ve iman hazinesi olan Risâle-i Nur Külliyatını bize armağan eden Bediüzzaman Hazretleri “Nefs-i emmâreme bir sille-i tedib” başlığı altında nefsi şöyle susturmuştu: “Eğer binler meyve veren incirin menşe-i olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu, hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura, belki bir hakkın var.

“Halbuki, sen daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz’î ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkıs ediyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla iptal ediyorsun ve temellükle [sahiplenmekle] gasb ediyorsun.

“Senin vazifen fahr değil şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazûdur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil hudabînliktedir…”4
Ne kadar önemli değil mi?

Dipnotlar:

1- Neml Sûresi: 40. 2- Neml Sûresi: 19. 3- Kehf Sûresi: 98. 4- Sözler, s. 209.

şaban DÖğEN
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir