Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

41

16.05.2008, 12:21

Hatta şöyle bir şey aklıma geldi. Çiçek bir mahluktur. Üstünde Halıkına mahsus bir sanat vardır. O sanatın icra ve tatbikinde lazım olan kanunlar o masnununo hayatın Halıkını gösterir sikkelerdir. O çiçek ve ona verilen hayat Sanii gösterir hatemlerdir. O çiçeğin ihyası Sani ve Halık'ını gösterir turralardır.

Anlıyorum ki; Allah kudret içinde Adetullahına ait tasarruf, tasarruf içinde hikmetleri ve o hikmetlerin icra ve tatbikini nazara veriyor. Yoksa o Zat ait ve kudretine ait turraları bir anda mülahaza için küre-i arz büyüklüğünde ve vüsatinde bir göz, kalb, akıl gerekiyor.

Mesela, Kur'an arzın hilkatinden bahsederken en küçük bir cüz' ve masnuu olan sinekten bahsediyor. O sineğin hayatı bir sikke, hayat sahibi olması bir hatem ve ihyası ise turra oluyor.

ışte tabiatçılar o masnuun mesela çiçeğin mesela sinağin hayatına ait kanunların icra ve tatbikindeki sikkeleri görüyor. O kanuna ait tasarrufun o mahlukun Saniine ait hatemler olduğunu mülahaza edemiyor. O kanunlara tasarruf veriyor. O mahluka sahib olarak o sikkeleri görüyor.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

42

16.05.2008, 12:53

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""


Yaratılan mahluklar sanatlı yaratılıyor. Yani bir mahlukta sikkeler var.O sanatlarla müzeyyen masnuların her sayfasına mühürler koyuluyor ve sonra o mahluk mükemmel olarak yaratılıyor sonra da hatemle tescilleniyor en son damga vuruluyor.ışte o sikkeleri cem eden hatem en sonunda her mahlukun simasına ve heyet-i mecmuasına en son bir damga olarak Halık-ı Küll-i şey tarafından vuruluyor ve Halık-ı Küll-i şeyi gösteriyor.


Abi 22. Söz ikinci Le'ma'da hayat üstüne koyduğu o sikkelerden bir numune veriyor. Sonra diyor; Evet, Hâlık-ı Mevt ve Hayat, şu destgâh-ı dünyada, hikmetiyle, hayatı öyle bir kanun-u emriye-i mu'ciznümâ ile idare ediyor ki, o kanunu tatbik ve icrâ etmek, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir Zâta mahsustur.

Sonra üçüncü Lemada bütün zihayatın üstünde hatemler olduğundan bahsedip şöyle diyor: Demek şu zîhayatı halk etmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir.

Sonra dördüncü Lemalarda ihya üzerindeki Turralardan bahsediyor. Bir temsil verdikten sonra şöyle diyor: ışte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit, o zerreye her şeyi görür bir göz, her şeye muhît bir şuur vermek lâzımdır.

Sekizinnci Lemada söyle denildikten sonra: "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım, bu vatanım dahi onun mensucudur." Demek en ednâ bir mahlûka Rubûbiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur; ve en basit bir hayvanı tedbîr ve tedvîr etmek, bütün hayvanâtı, nebâtâtı, masnuâtı kabza-i Rubûbiyetinde terbiye edene has olduğunu kör olmayan görür.


Onuncu Lem'ada noktayı koyarcasına: Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinâtı, arkalarında bir usta ef'âlinin mükemmeliyetini gösterir; o ef'âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir; ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın sanatına dâir sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir; ve o sanat ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o sanat sahibinin şuûn-u zâtiye denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir; ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misilli;

ışte ben anladım ki: Küre-arz içinde ki mesela hayat üstündeki, tedbir, tedvir, terbiye,tanzim, tanzif tavzif, teshir, tasrif ve idaresindeki tatbik ve icrasına ait kanunlar olan teavün, tesanüd, teanuk, tecavüb;teşabüh, tenasüb, intizam, insicam, lütuf ve merhamette görünen sanat ve fiiler sikkelerdir.

ışte o teavün, tesanüd, tecavüb;teşabbüh,tenasüb, intizam, insicam, lütüf ve merhamet, şefkate ait tedbir, terbiye ve hakeza idaresindeki her tasarruf ve ona ait ve gösterir ünvan ve esma ,zevilhayatın iaşesi, feth ve tevzii hatemdir. Onların arkasında işleyen ve ihya eden Kudret eli Turradır.

Anlamışmıyım Abi

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

43

16.05.2008, 14:07

Bu çiçek kimin turrası (ıMZASI YANı KıM HıÇTEN VARETMışSE)ise, kimin sikkesi(DAMGASI YANı KıM ÇıÇEğE RENK,HAYAT,KOKU,TERBıYE VERMışSE) ise ve kimin mührü (ÇıÇEğı BÜTÜN ÖZELLıKLERıYLE KıM ıCAD ETMışSE) ise ve kimin nakşı(KıM şEKıL VERMış,SÜS VERMışSE) ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir.

44

16.05.2008, 18:20

Alıntı sahibi ""Ceka""

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""


Yaratılan mahluklar sanatlı yaratılıyor. Yani bir mahlukta sikkeler var.O sanatlarla müzeyyen masnuların her sayfasına mühürler koyuluyor ve sonra o mahluk mükemmel olarak yaratılıyor sonra da hatemle tescilleniyor en son damga vuruluyor.ışte o sikkeleri cem eden hatem en sonunda her mahlukun simasına ve heyet-i mecmuasına en son bir damga olarak Halık-ı Küll-i şey tarafından vuruluyor ve Halık-ı Küll-i şeyi gösteriyor.


Abi 22. Söz ikinci Le'ma'da hayat üstüne koyduğu o sikkelerden bir numune veriyor. Sonra diyor; Evet, Hâlık-ı Mevt ve Hayat, şu destgâh-ı dünyada, hikmetiyle, hayatı öyle bir kanun-u emriye-i mu'ciznümâ ile idare ediyor ki, o kanunu tatbik ve icrâ etmek, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir Zâta mahsustur.

Sonra üçüncü Lemada bütün zihayatın üstünde hatemler olduğundan bahsedip şöyle diyor: Demek şu zîhayatı halk etmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir.

Sonra dördüncü Lemalarda ihya üzerindeki Turralardan bahsediyor. Bir temsil verdikten sonra şöyle diyor: ışte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit, o zerreye her şeyi görür bir göz, her şeye muhît bir şuur vermek lâzımdır.

Sekizinnci Lemada söyle denildikten sonra: "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım, bu vatanım dahi onun mensucudur." Demek en ednâ bir mahlûka Rubûbiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur; ve en basit bir hayvanı tedbîr ve tedvîr etmek, bütün hayvanâtı, nebâtâtı, masnuâtı kabza-i Rubûbiyetinde terbiye edene has olduğunu kör olmayan görür.


Onuncu Lem'ada noktayı koyarcasına: Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinâtı, arkalarında bir usta ef'âlinin mükemmeliyetini gösterir; o ef'âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir; ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın sanatına dâir sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir; ve o sanat ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o sanat sahibinin şuûn-u zâtiye denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir; ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misilli;

ışte ben anladım ki: Küre-arz içinde ki mesela hayat üstündeki, tedbir, tedvir, terbiye,tanzim, tanzif tavzif, teshir, tasrif ve idaresindeki tatbik ve icrasına ait kanunlar olan teavün, tesanüd, teanuk, tecavüb;teşabüh, tenasüb, intizam, insicam, lütuf ve merhamette görünen sanat ve fiiler sikkelerdir.

ışte o teavün, tesanüd, tecavüb;teşabbüh,tenasüb, intizam, insicam, lütüf ve merhamet, şefkate ait tedbir, terbiye ve hakeza idaresindeki her tasarruf ve ona ait ve gösterir ünvan ve esma ,zevilhayatın iaşesi, feth ve tevzii hatemdir. Onların arkasında işleyen ve ihya eden Kudret eli Turradır.

Anlamışmıyım Abi

Muhabbetle

Rabbim razı olsun muhterem kardeşim.ıstifademiz ve istifazamız artıyor.Bu derslere çokihtiyacımız var.Devam inşallah.

45

16.05.2008, 19:41

Elhasıl şöyle diyebilir miyiz?.

Sikke hayata vurulmuş. Hatem zihayatta görülüyor. Turra ise ihyada var..
...
Peki Allah dört şekilde halk ediyor denmiş. ıbda, ihya, inşaa ve terkip.

ıbda ve ihya Kudrete bakar. ınşaa ve terkip hikmete ait.

O zaman turra ibda ve ihyada var. Hatem inşaada görülür, sikke terkipte mevcuttur ,denilebilir mi?

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

46

17.05.2008, 16:22

Alıntı sahibi ""Ceka""

Alıntı sahibi ""osmanoğlu""

Sarhoşluk: Bir şeyin hakikatini bazı arızalarla görememek; farkedememek. Fakat sarhoşluk geçicidir. Ayılma ve doğruyu bulma ihtimali vardır. Katî bir hüküm ifade etmez.
Divanelik: Hakikati bilmediği halde bildiğini zannetmek. Yanlışa doğru gibi hüküm vermek. Hezeyan! Divanelik bir karar, bir hüküm ifade eder.

Ne dersiniz?


Evet Abi, güzel bir tarif olmuş. Yanlız divanelikte de doğruyu bulma ihtimali var.

Küfür divaneliktir.

Dalalet sarhoşluktur.


Amennâ ve saddaknâ! Divanelikte de doğruyu bulma ihtimali vardır. Benim söylemeye çalıştığım şuydu: Sarhoşlukta henüz karar yok. Sarhoşluk hayrette kalma, hakikati görememe veya ulaşamama diye düşündüm. Dolayısı ile sarhoşlukta verilmiş bir karar, bir hüküm yok gibi.
Divanelik ise bir karar, bir hüküm ifade ediyor diye düşünüyorum. Adam saçma olduğunu bildiği halde bir hükme inanıyor, onun doğruluğunu kabul ediyor diye düşündüm. Yani sarhoşluk henüz neticeye varmadan, bir hükme ulaşmadan hadisenin üstünü örtmek. Divanelik ise bir neticeye ulaştığını bilmek; yanlış da olsa o hükmü tasdik etmek.
Elbette ki sarhoşluktan ayılıp hakikati görme ihtimali olduğu gibi, divanelikten vazgeçip küfrü, yanlışı terketme doğruyu bulma ihtimali de vardır.
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

47

17.05.2008, 16:33

Alıntı sahibi ""Ceka""

Elhasıl şöyle diyebilir miyiz?.

Sikke hayata vurulmuş. Hatem zihayatta görülüyor. Turra ise ihyada var..
...
Peki Allah dört şekilde halk ediyor denmiş. ıbda, ihya, inşaa ve terkip.

ıbda ve ihya Kudrete bakar. ınşaa ve terkip hikmete ait.
O zaman turra ibda ve ihyada var. Hatem inşaada görülür, sikke terkipte mevcuttur ,denilebilir mi?

Muhabbetle


Burası biraz aklıma takıldı!
ıbda ve ihya Kudret'e bakar demişsiniz. "ıbda ve ihya"da "ilim" veya "hikmet" veya "irade" v.s. yok mu? Yahut tersinden okursak: "ınşa ve terkip"te yine "ilim" veya "kudret" v.s. yok mu?
Sanırım ben anlatılmak isteneni kavrayamadım. Hakkınızı helâl edin kardeşim; biraz daha açmak mümkün mü?
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

48

17.05.2008, 23:09

Yoktan, hiçten var etmek ve hayat vermek Allah'ın kudratine sonsuz gücüne Kadir ismine baktığı gibi, varolanlardan yeni bir şey var etmek, biraraya getirmek de Allah'ın Hakîm ismine yani himetine bakar. Hatta bu ikincisi gayte cüz'i manada insanlarda da bulunmaktadır. Bazı gafiller yaratk fiilini hikmetten hakikate geçemediklerinden insalara da atfedebilmektedirler (haşa)

Risale-i Nur'un değişik yerlerinde lisan-ı ızdırari terimi kullanılmaktadır. Bunun tam olarak ne manaya geldiğini fehmedemedim ağabeylerim. Yarımdılarınızı istirham ediyorum. Allah razı olsun...

49

19.05.2008, 13:44

Alıntı sahibi ""osmanoğlu""


Burası biraz aklıma takıldı!
ıbda ve ihya Kudret'e bakar demişsiniz. "ıbda ve ihya"da "ilim" veya "hikmet" veya "irade" v.s. yok mu? Yahut tersinden okursak: "ınşa ve terkip"te yine "ilim" veya "kudret" v.s. yok mu?
Sanırım ben anlatılmak isteneni kavrayamadım. Hakkınızı helâl edin kardeşim; biraz daha açmak mümkün mü?


Estağfirullah Abi ben sadece soruyorum. ılme sahip olmuşumda soruyor değilim.

Talebe makamında yine fikrimi yazabilirim.

ınşa ve terkipin arkasında işleyen zaten Kudret elidir. Yani Kudretli olan Zat izzetini hikmeti ile gizliyor. Ancak, o Kudretin görülmesini murad ediyor. Bu vazife Mü'mine ait. O Hikmet perdelerini aralayıp Kudreti imanın kemaline göre görmemiz isteniyor.

Fazla vaktim olmadığı için bu kadar yazdım. Sorunuz hakkında böyle bir fikre sahibim.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

50

19.05.2008, 18:53

Alıntı sahibi ""talhagenc""


Risale-i Nur'un değişik yerlerinde lisan-ı ızdırari terimi kullanılmaktadır. Bunun tam olarak ne manaya geldiğini fehmedemedim ağabeylerim. Yarımdılarınızı istirham ediyorum. Allah razı olsun...


LıSAN-I IZTIRARÎ
Muztar: Zorlanmış, cebrolunmuş, çaresiz kalmış, mecburiyet içinde olan.
Lisan-ı ıztırâri; Çaresizlik lisanıyla; mecburiyet içinde olmak, mecbur kalmak.
Lisan-ı ıztırâri; Çaresizlik lisanıyla, mecburiyet dolayısıyla muztar kalarak istemek, başka çare bulamamak manâlarını içerdiğini sanıyorum. Yani herbir zîruhun, sair bütün sebeplere müracaat ettiği halde matlubunu elde edememesi, çıkar yol bulamaması, çaresiz müracaat etmek mecburiyetinde kalması anlamlarını içeriyor gibi. Lisân-ı ıztırâri sahibi kimseye “muztar” deniyor. Çaresiz kalan, mecbur olan anlamlarında.
“Lisân-ı ıztırâri”ye, Risale-i Nur’da pek çok örnek bulabiliriz. Aşağıda bu meseleye örnek olabilecek, bu kelimenin anlaşılmasını sağlayabilecek birkaç misal alalım:
[i]“Vahşetinden, ahmaklığından, "Hariçten kimse müdahale etmeyip, o saray içinde o eşyadan birisi o sarayı müştemilâtıyla beraber yapmıştır" diye taharrîye başlıyor. Hangi şeye bakıyor, o vahşetli aklı dahi kabil görmüyor ki, o şey bunları yapsın. Sonra, o sarayın teşkilât programını ve mevcudat fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olan bir defteri görür. Çendan, elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan o defter dahi, sair içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki, o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak, bilmecburiye, eşya-yı âhare nispeten, kavânîn-i ilmiyenin bir ünvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defteri münasebettar gördüğünden, "ışte bu defterdir ki, o sarayı teşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş" diyerek, vahşetini ahmakların, sarhoşların hezeyanına çevirmiş.”(23.Lem’a-187)
“Veya lisân-ı ıztırârıyla bir duâdır ki, muztar kalan herbir zîruh, katî bir ilticâ ile duâ eder, bir hâmî-i meçhûlüne ilticâ eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.” (23. Söz-287)

“Acaba nizam-ı âlemdeki san'attan daha dakik, daha acip, daha garip, cins-i kudret-i mümkinattan daha uzak, akıl tasavvur edebilir mi? Elbette edemez. Zira fünun, gösterdikleri fevaid ve hikem ile bizzarure Sâniin kast ve san'at ve hikmetine şehadet ettiklerinden ukulü kabul etmeye muztar etmişlerdir. Yoksa, bu bedihiyattan en küçük bir hakikati, akıl kendi kendine kalsaydı, kabul etmezdi.” (Muhakemat-116)
[/i]Bilmem size bir faidesi olur mu kardeşim?
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

51

19.05.2008, 18:59

Alıntı sahibi ""Ceka""

Alıntı sahibi ""osmanoğlu""


Burası biraz aklıma takıldı!
ıbda ve ihya Kudret'e bakar demişsiniz. "ıbda ve ihya"da "ilim" veya "hikmet" veya "irade" v.s. yok mu? Yahut tersinden okursak: "ınşa ve terkip"te yine "ilim" veya "kudret" v.s. yok mu?
Sanırım ben anlatılmak isteneni kavrayamadım. Hakkınızı helâl edin kardeşim; biraz daha açmak mümkün mü?


Estağfirullah Abi ben sadece soruyorum. ılme sahip olmuşumda soruyor değilim.

Talebe makamında yine fikrimi yazabilirim.

ınşa ve terkipin arkasında işleyen zaten Kudret elidir. Yani Kudretli olan Zat izzetini hikmeti ile gizliyor. Ancak, o Kudretin görülmesini murad ediyor. Bu vazife Mü'mine ait. O Hikmet perdelerini aralayıp Kudreti imanın kemaline göre görmemiz isteniyor.
Fazla vaktim olmadığı için bu kadar yazdım. Sorunuz hakkında böyle bir fikre sahibim.

Muhabbetle


Anlatmak istediğinizi şimdi daha iyi anladım. Allah razı olsun. Siz bir harikasınız!
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

52

20.05.2008, 00:11

Alıntı sahibi ""talhagenc""


Risale-i Nur'un değişik yerlerinde lisan-ı ızdırari terimi kullanılmaktadır. Bunun tam olarak ne manaya geldiğini fehmedemedim ağabeylerim. Yarımdılarınızı istirham ediyorum. Allah razı olsun...

REMıZ

Arkadaş! Bilhassa
muztar olanların dualarının büyük bir tesiri vardır.
Bazan o gibi duaların hürmetine, en büyük birşey en küçük birşeye musahhar ve muti olur.

Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir mâsumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar.
Demek dualara cevap veren Zat, bütün mahlûkata hâkimdir.
Öyleyse, bütün mahlûkata dahi Hâlıktır.

Mesnevi-i Nuriye

53

20.05.2008, 00:31

Üçüncü nevi dua: ıhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır ki, bu da iki kısımdır.

Eğer ıztırar derecesine gelse veya ihtiyac-ı fıtrîye tam münasebettar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmışsa veya sâfi, hâlis kalbin lisanıyla ise, ekseriyet-i mutlaka ile makbuldür. Terakkiyât-ı beşeriyenin kısm-ı âzamı ve keşfiyatları, bir nevi dua neticesidir. Havârık-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, mânevî bir dua neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidatla istenilmiş, onlara verilmiştir. Lisan-ı istidatla ve lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ile olan dualar dahi, bir mâni olmazsa ve şerâit dahilinde ise, daima makbuldürler.


Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 290

Yani bizim yaşadığımız devirde belki medeniyet harikası dediğimiz, hayatımızı kolaylaştıran şeyler çoktur, fakat bunun yanı sıra bizlerin o makinaların yaptıkları işleri yapacak vaktimiz ve de bedeni gücümüz bizim ceddimizle kıyaslandığında çok eksilmiştir..
O ihtiyacımıza binaen, bir çeşit zorda kalışımıza inayet babından Rabbimiz tarafından bizlere ihsan edilmiştir..
Bir çoğumuzun evlerinde çamaşır ve bulaşık makinası olmasına rağmen, bizler gene de vakit darlığından ve bir çok hastalıktan şikayette bulunmaktayız..
Bir de o makinaların yaptığı işleri yaptığımızı düşünsek, onların aslında bizim aczimize binaen ihsan edildiğini çok daha iyi anlarız..
Evet bu asrın insanı, bundan 1 asır evvelki insandan çok daha aciz ve gücü hiçbirşeye yetmemektedir..
Teknolojiyle de olsa hizmete muhtaç biçareleriz..

54

20.05.2008, 14:02

O zaman lisan-ı ızdırari dediğimiz dille dua etmek insanın ihtiyarında olan birşey değil. Yanlış mı anlamışım?

55

20.05.2008, 14:09

Baş dilinden ziyade, zorda kalmışlığın ve muhtac oluşun lisanı diye anladım..

56

20.05.2008, 14:09

yani? :roll:

57

20.05.2008, 14:15

Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir mâsumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar.

Bu cümlede bizzat ihtiyar vardır..
ışte bizim o zorda kalışımız zaten bir çeşit lisandır..
Nasılki Rabbimiz bize şah damarımızdan yakındır..
Bizim her halimizi gören ve bilendir..
Bu ihtiyaç lisanı elbetteki ihtiyarımızladır..
ıhtiyaç olarak gördüğümüzü, ihtiyarımızla yani tercihimizi kullanarak isteriz tabiki..
ıstemediğimiz, ihtiyacımız olmayan şey dua olur mu ki..
Dua zaten istemektir..

58

20.05.2008, 15:25

Yani kendi ihtiyarımızla kendimizi zor durumda bırakarak mı dua etmeliyiz?

59

20.05.2008, 15:49

Yağmurun muayyen vakitlere tahsis edilmeyip gizli kalması ,muhtaçlara ve zorda kalmışlara tam vaktinde yetiştirilmesi lisan-ı ızdırarinin lisan-ı hal ile yapılan bir nevi duaya vesile olmasına delildir. şuursuz çiçek yağmursuzlukla sarıp solmaya başlaması vaktinde, o halini gören bir Zatın, onun imdadına yetişmesi bu nevi duanın makbuliyetini gösterir. .

Oysa insan kali duaya da mükelleftir. Ama çoğu kez zaruretinin defini yanlış ilaçta görür ve onu ister. Hem dua ile beraber sebeblere müracat ile halinin define çalışır. Ancak, iktidarı şerçe kuşu kadar olmayan insan, bir türlü o sebeplerden ve yaptığı dualardan müspet bir sonuç göremez. Zarureti ziyadeleştiği noktada "umulmadık bir yerden, umulmadık bir vakitte hatta umulmadık bir şekilde" ihtiyacı görülür.

ışte ben anlıyorum ki lisan-ı ızdırari makbul bir duaya vesiledir. Rahmaniyete bakar. Rahman isminin idaresi altında tasarrufunu gösterir. Bir hikmeti budur.

Lisan-ı kal ile yapılan dua ise Rahimiyete bakar. Rahmeti celb eder. Bir hikmeti budur.

Lisan-ı ızdırari mahlukatın aczini gösterirken, insan, lisan-ı kal ile o aczini gördüğünü , iktidarının hiç hükmünde olduğunu ve tasarrufa yetkili olmadığını görmek ile mükelleftir. Herşeyin idaresi ve tasarrufu elinde olan Kadir ve Hakim bir zatın ancak o ihtiyacı giderebileceğini anlar ve ona müracat eder.

...

Basit bir iki cümle ile fikrimi söylemek istedim. Ama gördüm ki, hakikaten çok derin konulara sıçrıyor. Hissettim avlayamadım.
Yardımsız olmaz,dedim.
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

60

20.05.2008, 16:47

Alıntı sahibi ""talhagenc""

Yani kendi ihtiyarımızla kendimizi zor durumda bırakarak mı dua etmeliyiz?

Talha kardeşim, iktibas ettiğim "Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir mâsumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar." cümledeki adam, kendini bilerek mi attı denize, "aman zor durumda kalayım ki duam kabul olsun".. :)

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir