Bütün hayâtımda, hayat-ı ictimâiye-i beşeriyeden (insaların toplum hayatında) kat‘î bildiğim ve tahkîkatların bana verdiği netice şudur ki, muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husûmete en lâyık sıfat husûmettir.
Yani hayat-ı ictimâiye-i beşeriyeyi te’mîn eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyâde sevilmeye ve muhabbete lâyıktır.
Ve hayat-ı ictimâiye-i beşeriyeyi zîr u zeber eden düşmanlık ve adâvet, her şeyden ziyâde nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeye müstehak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.
Bazan insanın gurûru ve nefisperestliği, şuûrsuz olarak ehl-i îmâna karşı haksız olarak adâvet eder; kendini haklı zanneder. Halbuki bu husûmet ve adâvetle, ehl-i îmâna karşı muhabbete vesîle olan îmân, ıslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli esbâbı istihfâf etmektir, kıymetlerini tenzîl etmektir. Adâvetin ehemmiyetsiz esbablarını, muhabbetin dağ gibi sebeblerine tercîh etmek gibi bir dîvâneliktir.
Mâdem muhabbet adâvete zıddır. Ziyâ ve zulmet gibi, hakîkî ictimâ‘ edemezler. Hangisinin esbâbı galib ise, o, hakîkatiyle kalbde bulunacak; onun zıddı, hakîkatiyle olmayacak.
Meselâ: Muhabbet hakîkati ile bulunsa, o vakit adâvet şefkate, acımaya inkılâb eder. Ehl-i îmâna karşı vaziyet budur.
Yâhud adâvet hakîkatiyle kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mümâşât ve karışmamak, zâhiren dost olmak sûretine döner. Bu ise tecâvüz etmeyen ehl-i dalâlete karşı olabilir.
Biz muhabbet fedâîleriyiz, husûmete vaktimiz yoktur
Mektûbât
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"