Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

14.10.2010, 07:12

Eskişehir Hapishanesindeki müşahede


Âyet-i Kerime Meâli
Kitap verilenlere de, müşriklere de “İslâmı kabul ettiniz mi?"
diye sor. İslâma girerlerse doğru yolu bulmuşlardır. Eğer yüz
çevirirlerse, senin üzerine düşen tebliğ etmektir. Allah ise, kullarının
her hâlini hakkıyla görür.

Âl-i İmran Sûresi: 20





14.10.2010










Eskişehir Hapishanesindeki müşahede

Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet
Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun
avlusunda gülerek raksediyorlardı.

Üçüncü Mesele Gençlik Rehberi’nde izahı bulunan ibretli bir hadisenin hülâsası şudur:

Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet
Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun
avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli
sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış
kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap
çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş,
gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan
nefret görüyorlar kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine
ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler.
Geldiler, sordular. Ben dedim: “Şimdi beni kendi halime bırakınız,
gidiniz.”

Evet, gördüğüm hakikattır, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün
âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir
ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hadisatı sinema ile
hâl-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki
istikbal hadisâtını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve
sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi,
şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşrû keyiflerine nefretle ve
teellümlerle ağlayacaklardı.

Ben o Eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meşgul iken,
sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevî, insî bir şeytan gibi
karşıma dikildi ve dedi:

“Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma.”

Ben de cevaben dedim:

Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve
sefahete atılıyorsun. Kat’iyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün
geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenazeleri çürümüş bir
vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla,
senin başına ve varsa ve ölmemişse kalbine, o hadsiz firaklardan ve o
nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki
sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz’î lezzetini imha ettiği gibi,
gelecek istikbal zamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine mâdum ve
karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve
başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hâzıra uğrayan biçarelerin başları ecel
cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen akıl
alâkadarlığıyla senin imansız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor.
Senin sefihâne cüz’î lezzetini zîr ü zeber eder.

Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkikî ve istikamet
dairesine girsen, İmân nuruyla göreceksin ki, o geçmiş zaman-ı mazi
mâdum ve herşeyi çürüten bir mezaristan değil, belki mevcut ve istikbale
inkılâp eden nuranî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saadet
saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle, değil
elem, belki imanın kuvvetine göre Cennetin bir nev'î mânevî lezzetini
dünyada dahi tattırdığı gibi gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve
karanlık, belki İmân gözüyle görünür ki, saadet-i ebediye saraylarında
hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan
ve nimetlerle dolduran bir Rahmân-ı Rahîm-i Zülcelâli ve’l-İkram’ın
ziyafetleri kurulmuş ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyat
var diye İmân sinemasıyla müşahede ettiğinden, derecesine göre bâki
âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir. Demek hakikî ve elemsiz lezzet
yalnız imanda ve İmân ile olabilir.

Şuâlar, On Birinci Şuâ, s. 181
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir