Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.07.2010, 09:03

Biz bu dünyaya niye gönderildik?

Bektaşiye sormuşlar:
“Niçin gömleğini yıkamıyorsun?”
“Kirlenir!” diye cevap vermiş.
“Yıkarsın!”
“Yine kirlenir!”
“Tekrar yıkarsın!”
“Yine kirlenecek!”
“Sen de bir daha yıkarsın...”
“Bu dünyaya gömlek yıkamaya mı geldik birader!”
***
Çevremizi dikkatle gözlemlediğimizde, en küçük canlılardan en büyüklerine, hatta cansızlara kadar her varlığın bir, hatta birkaç vazifesi, işlevi olduğunu görüyoruz.
Mikroplar (bakteriler, virüsler) yeryüzüne düşen bitki, hayvan artıklarını istihâleye uğratarak azot halinde toprağa verirler. Cenâb-ı Hakk’ın koymuş olduğu şu mükemmel düzene göre konuşacak olursak; eğer mikroplar olmasaydı, sadece sivrisinekler bir senede yeryüzünü 14 metre kalınlığında kaplayacaktı! Bitkiler, ağaçlar olmasaydı, yeme-içme bir yana, oksijen soluyamazdık!
Şu halde, muhteşem ruh/duygu, cihaz ve âletlerle donatılan insanın da, elbette dünyaya gönderilmesinin bir ana ve birçok tâlî gayesi ve hikmeti olmalıdır.
Sahi bu dünyaya niye gönderildik? Neden ruhlar âleminden başlatılarak anne rahmine, oradan bebekliğe, çocukluğa, gençliğe, ihtiyarlığa, kabre, haşre dek uzanan uzun bir sefere gönderildik? “Gönderildik” diyoruz, zirâ, bu seyahati biz planlamadık. Hiç haberimiz olmadan, yokluk karanlıklarından aydınlık varlık âlemine çıkarıldık. Öyle ise, bizi buraya gönderen bizden ne istiyor?
Dünyaya gönderilişimizin asıl gayesinin “Allah’a iman ve ibadet” olduğu, yapımıza takılan hârika duygu ve cihazlardan pekâla anlaşılabilir.
“İnsanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir. Yani, ‘Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikàne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?’ bilmektir… Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.” 1
İnsanın en önemli vasıflarından birisi de, idrâk, düşünebilme, tefekkür edebilme, “okuma” ve okuduğunu anlayıp “yorumlayabilmesi” değil mi?
Şu halde, dimağımız, zihnimiz, “okuma ve tefekkür”e göre dizayn edilmiştir, diyebiliriz. Tıpkı, göz görmek, kulak işitmek, dil tatmak, burun koklamak, ciğer havayı teneffüs etmek, mide yiyecekleri öğütmek ve kalb zikretmek için dizayn edildiği gibi...
Eğer onların gıdası verilmezse, köreldikleri, hantal hale geldikleri gibi; dimağ, zihin de okuma ve tefekkürle gıdalandırılmazsa, artık işlemez hâle geliyor ve dumura uğruyor!






Ali Ferşadoğlu


“Der tarîk-ı acz-mendi lâzım amed çâr çiz.Fakr-ı mutlak acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.”

Bu konuyu değerlendir