Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

27.02.2010, 08:35

İslâm deccalının istibdat devreleri


Âyet-i Kerime Meâli

İnsanlardan öylesi vardır ki, “Ey Rabbimiz” der. “Bize dünyada
da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin
azabından koru.” İşte onların hepsinin, kazandıklarından bir nasibi
vardır.

Bakara Sûresi: 201-202





27.02.2010










İslâm deccalının istibdat devreleri

Hem Büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdatları
mânâsında üç eyyam var. “Bir günü, bir devre-i hükûmetinde öyle büyük
icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz...”

On İkinci Mesele

Rivayetlerde var ki, “Deccalın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.”

Lâ ya’lemu’l-gaybe illallah. (Gaybı ancak Allah bilir) Bunun iki tevili vardır:

Birisi: Büyük Deccalın kutb-u şimâlî dairesinde ve şimal
tarafında zuhur edeceğine kinaye ve işarettir. Çünkü kutb-u şimâlînin
mevkiinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Bir gün şimendiferle bu
tarafa gelse, yaz mevsiminde bir ay mütemadiyen güneş gurub etmez. Daha
bir gün otomobil ile gelse, bir haftada daima güneş görünür. Ben
Rusya’daki esaretimde bu mevkie yakın bulunuyordum. Demek Büyük Deccal,
şimalden bu tarafa tecavüz edeceğini mu'cizâne bir ihbardır.

İkinci tevili ise: Hem Büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç
devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam var. “Bir günü, bir devre-i
hükûmetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz. İkinci
günü, yani ikinci devresi, bir senede, otuz senede yapılmayan işleri
yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on
senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, bir şey yapmaz,
yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır” diye, gayet yüksek bir belâgatla
ümmetine haber vermiş.

On Üçüncü Mesele

Katî ve sahih rivayette var ki, “İsa Aleyhisselâm Büyük Deccalı öldürür.”

Vel’ilmü indallah, bunun da iki veçhi var:

Bir veçhi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispritizma gibi
istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o
dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek, ancak harika ve
mu’cizâtlı ve umumun makbulü bir zat olabilir ki, o zat, en ziyade
alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa
Aleyhisselâm’dır.

İkinci veçhi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâmın kılınciyle
maktul olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve
dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öldürecek ve inkâr-ı
ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhânileridir ki,
o ruhâniler din-i İsevînin hakikatini hakikat-i İslâmiye ile mezc
ederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hattâ, “Hazret-i İsa
Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdîye namazda iktida eder, tâbi olur”
diye rivayeti, bu ittifaka ve hakikat-i Kur’âniyenin metbuiyetine ve
hâkimiyetine işaret eder.

On Dördüncü Mesele

Rivayette var ki, “Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbi olurlar.”

Allahu a’lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili
Rusya’da çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya
memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist
komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki
namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın Başkumandanlığına ve
terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına
geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını
yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını
gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip
karıştırdılar.

Şuâlar, s. 506, (yeni tanzim, s. 916)
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

2

27.02.2010, 13:26

Anlamsızlık hastalığı

Yasemin YAŞAR



Anlamsızlık hastalığı












A+ | A-




Bu
çağın en önemli hastalıklarından birisi de her şeyin anlamını
yitirmesi, yani anlamsızlık hastalığıdır. İnsan, genelde bir şeyleri
kaybetmeden, bozulmadan veya elinden çıkma tehlikesi olmadan, sahip
olduklarının kıymetini bilememektedir. Öyle ki, kendi vücudundaki
organları bile ancak hasta olduğu zaman fark edebilen insan, hayatında
yaşadığı duygusal problemler, psikolojik hastalıklar ve temelde mânevî
hastalıklar dediğimiz haller sayesinde de aslında kendi mahiyetinin
farkına varmaktadır. Yani bedenî sağlığını kaybedince maddî vücudunun
kıymetini, mânen hastalanınca da insanlık mahiyetinin farkına
varabilmektedir.

Müslümanlar her şeyin hikmetini okumakla vazifelidir. Böyle
olunca insan maddî hastalıklar sayesinde maddesel bir keşif yapar ve
sağlığının kıymetini anlar, tedavi ve koruma metotları uygular. Aynen
onun gibi, mânevî hastalıkları da insanın enfüsî tefekkürünü
yoğunlaştırması için, iç âlemine yolculuk yapıp, mahiyetine kodlanmış
olan şifreleri çözmesi için belki de çok önemli bir adım olabilir. Bu
iç âleme yapılacak yolculuk insanı yeniden insan yapmaktadır.

Enfüsî tefekkürün tafsilâtlı bir biçimde yapılması, insanın
kendini keşfetmesine, kabiliyetlerinin inkişafına, en önemlisi de
Yaratıcıya götüren bir sürecin vesilesi olmasıdır. Afakî tefekkür ise,
insanı Yaratıcıdan ve kulluktan uzaklaştıran, aklı ve fikri dağıtan bir
nazardır. Üstelik bu nazar, neticede Yaratıcıya ulaştırmazsa, insanı
anlamsızlığa itecektir. Çünkü kesretin içinde boğulan bir insan,
kendisini kulluğa taşıyacak ve yaratıcıya götürecek sorular soramaz.
Sorsa da cevap bulamaz. Böyle bir insan da, nazarını gezdirdiği her
hadisenin hikmetlerini göremez ve her şeyi abesiyet ve anlamsızlığa
atar.

Enfüsî tefekkür, kişinin iç disiplini sağlaması açısından
önemlidir. İnsan yüksek akıl ve ulvî hislerle, insânî ruhunu kazandıran
düşüncelerle, kendisinin Yaratana karşı verilecek bir hesabının
olduğunu düşünecektir. Bu düşünce başlı başına insanın mânevî hayatını
disiplinize edecek ve insanı nefsin esaretinden kurtaracaktır. Nefsin
esaretinden kurtulan bir insan, dış âlemde de başka esaretlerden,
boğucu ve yıkıcı hadiselerden kurtulup, hakikî abd olacaktır. Aksi
durumda ise, insan en başta kendine karşı ve diğer mahlûkata karşı
sorumluluğunu kaybedecek, bunun sonucunda da ciddî mânevî hastalıklara
düşecektir.

Anlamsızlık hastalığına mânevî kirlenme de denilebilir. Bu,
daha çok maddiyâtı kutsayan ve hayatın en önemli amacının maddî refah
olduğunu düşünen kapitalist bir anlayışın hastalığıdır. Biyolojik
ihtiyaçlarını sonuna kadar karşılayan insan, mânevî ihtiyaçlarının
farkına varmakta geç kalmaktadır. Bu durumda da yeni anlam arayışlarına
girip, ahireti kazanmak için verilen bütün ulvî hisleri ve
kabiliyetlerini, dünyaya hasrederek nefsin elinde öldürmektedir.
Anlamsızlık hastalığının sonucunda insan, kendini ve hatta her şeyi
tesadüflere atarak, mânâsız olduğunu düşünmeye başlar. Mânâ-i ismiyle
bakan nazarları, Yaratana bakan yüzü göremez. Varlığın sebebinin kendi
zatından olduğunu düşünür. Bu tehlikeli nazarlar önce kendinden başlar,
yavaş yavaş kendini yüceltmeye, kutsallaştırmaya kadar giden firavun
hastalığına tutulur. İslâmî literatürde enaniyet denen bu hal ile
insan, kendi dışındaki mahlûkatı da anlamsızlığa, tesadüfe, abesiyete
atar.

Her şeyi kendi ekseninde görüp değerlendiren bu insan,
Yaratıcıdan kopuk nazarları ile bencilleşmiş ve istek ve arzularını
mutlaklaştırmaya başlamıştır. Artık böyle bir insan arzu ve isteklerini
gerçekleştirmek için hızla menfaatperest veya yıkıcı, yok edici bir ruh
hâline bürünmeye başlar. İstekleri ifrat dereceye gelen böyle bir
insan, hiçbir değer tanımayan bir âfet haline gelir. En başta kendi
değerini kaybeden insanın gözünde mahlûkat da bir anlam ifade etmez.
Böyle bir insanın hedefi, menfaattir. Bütün amacı, nefsin istek ve
arzularını tatmindir. Hayatta düsturu, başkasını yutmakla beslenmek,
zayıf olanı ezmek, hakkın değil, kuvvetli olanın üstün olduğu
düşüncesiyle hareket etmektir.

Bu hastalık neticesinde insan hızla mutsuz olmaktadır. Bunu
engellemenin yolu, hayatın anlamını, nereden gelip nereye gidiyor
olduğunu idrak etmektir. Bundan başka hayatın bir amacının olması, bu
amaca da anlam katmanın gerekliliği dikkat çekmektedir. Çünkü anlam
katmak, amacı gerçekleştirmeye yardımcı olur. Ama bir amaç yoksa veya
bulunmuyorsa, anlamların yararı daha az olur. Çünkü bir amacı olduğuna
inandığı zaman insan daha mutlu olur. Hayatın anlam ve amacına ulaşmak
ise, öncelikle bir yaratıcının varlığını kabul, sonra da her mahlûk
gibi kendisinin de Malikü’l-Mülk’ün mülkünde vazifeli bir abd olduğunu
idrak ile mümkündür.

Hâsılı, insanın anlamsızlık hastalığından kurtuluşu, ancak yaratılış hikmetini bilmesi ve buna uygun yaşaması ile mümkündür.


27.02.2010

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir