Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

25.01.2010, 08:31

Kar tanelerindeki melekler san’at-ı İlâhiyeyi alkışlıyor


Âyet-i Kerime Meâli

Kötülüğün karşılığı, ona denk bir cezâdır. Fakat kim affeder ve barışı tercih ederse,

onun mükâfâtı Allah'a âittir. Şüphesiz ki O zâlimleri sevmez.

Şûrâ Sûresi: 40





25.01.2010










Kar tanelerindeki melekler san’at-ı İlâhiyeyi alkışlıyor


Meleklerden bir kısmı küçücük olarak yağmur ve kar katrelerine binip
san’at ve rahmet-i İlâhiyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar.

Evet, kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî herşeyde, her
nevîde, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir
haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o
sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve
şuurkârâne bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şuursuz
cemâdat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi ancak hadsiz
melekler görebilir ve o saltanat-ı rubûbiyetin her tarafta, serâda,
Süreyya’da, zeminin temelinde, dışında hakîmâne ve haşmetkârâne
icraatını onlar temsil edebilirler.

Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve vahşetli
gösterdikleri hilkat-ı arziye ve vaziyet-i fıtriyesini, bu meyve ile
nurlu, ünsiyetli bir tarzda “Sevr” ve “Hut” namlarındaki iki meleğin
omuzlarında, yani nezaretlerinde ve Cennetten getirilen ve fâni küre-i
arzın bâki bir temel taşı olmak, yani ileride bâki Cennete bir kısmını
devretmeye bir işaret için “sahret” namında uhrevî bir madde, bir
hakikat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine bir nokta-i istinat edilmiş
diye Benî İsrail’in eski peygamberlerinden rivayet var ve İbn-i
Abbas’tan dahi mervîdir. Maatteessüf bu kudsî mânâ, mürûr-u zamanla bu
teşbih, avâmın nazarında hakikat telâkki edilmekle aklın haricinde bir
suret almış. Madem melekler havada gezdikleri gibi toprakta ve taşta ve
yerin merkezinde de gezerler; elbette onların ve küre-i arzın üstünde
duracak cismânî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur.

Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve
o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o ferdlerin âzâ ve yaprak ve
meyveleri miktarınca tesbihatlar yaptığı için, elbette o haşmetli ve
şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdârâne temsil edip dergâh-ı
İlâhiyeye takdim etmek için, kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil
ile ve herbir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli
bulunacak ki, ayn-ı hakikat olarak Muhbir-i Sadık haber vermiş.

Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla
münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrail Aleyhisselâm ve
zîhayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat
vermek ve ölümle terhis etmekteki Hâlıka mahsus olan icraat-ı
İlâhiyeyi, yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezaret eden İsrafil
Aleyhisselâm ve Azrail Aleyhisselâm ve hayat dairesinde rahmetin en
cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsanat-ı Rahmâniyeye
nezaretle beraber şuursuz şükürleri şuurla temsil eden Mikâil
Aleyhisselâm gibi meleklerin pek acip mahiyette olarak bulunmaları ve
vücutları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i rububiyetin
muktezasıdır. Onların ve herbirinin mahsus taifelerinin vücutları,
kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesinde
kat’îdir ve şüphesizdir. Melâikeye ait başka maddeler bunlara kıyas
edilsin.

Evet, küre-i arzda dört yüz bin nevileri zîhayattan halk eden,
hattâ en âdi ve müteaffin maddelerden zîruhları çoklukla yaratan ve her
tarafı onlarla şenlendiren ve mu’cizât-ı san’atına karşı, onlara
dilleriyle “Mâşâallah, Bârekâllah, Sübhânallah” dediren ve ihsanat-ı
rahmetine mukabil “Elhamdü lillâh, Ve’ş-şükrü lillâh, Allahu ekber” o
hayvancıklara söylettiren bir Kadîr-i Zülcelâli ve’l-Cemal, elbette,
bilâşek velâ şüphe, koca semavata münasip, isyansız ve daima ubudiyette
olan sekeneleri ve ruhanîleri yaratmış, semavatı şenlendirmiş, boş
bırakmamış ve hayvanatın taifelerinden pek çok ziyade ayrı ayrı
nevileri meleklerden icad etmiş ki, bir kısmı küçücük olarak yağmur ve
kar katrelerine binip san’at ve rahmet-i İlâhiyeyi kendi dilleriyle
alkışlıyorlar; bir kısmı, birer seyyar yıldızlara binip feza-yı
kâinatta seyahat içinde azamet ve izzet ve haşmet-i rububiyete karşı
tekbir ve tehlil ile ubudiyetlerini âleme ilân ediyorlar.

Şuâlar, s. 236
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir