Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

20.01.2010, 09:05

Zelzelenin mesajı


Hadis-i Şerif Meâli

Herşeyin ifsat edici bir âfeti vardır. Bu dinin âfeti ise kötü idarecilerdir.

Câmiü's-Sağîr, No: 3232




Zelzelenin mesajı


Zelzeleli bir zeminden sor, “Ne diyorsunuz?” de; elbette, “Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr” dediklerini işiteceksin.

Kâinatın her bir âleminde, her bir tâifesinde, Esmâ-i Hüsnâdan
bir ismin ünvânı tecellî eder. O isim, o dairede hâkimdir; başka
isimler orada ona tâbidirler, belki onun zımnında bulunurlar.

Hem mahlûkatın her bir tabakasında az ve çok, küçük ve büyük,
has ve âmm her birisinde, has bir tecellî, has bir rubûbiyet, has bir
isimle cilvesi vardır. Yani, o isim her şeye muhît ve âmm olduğu halde,
öyle bir kasd ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder; güyâ o isim yalnız
o şeye hastır.

Hem, bununla beraber, Hâlık-ı Zülcelâl her şeye yakın olduğu
halde, yetmiş bine yakın nurânî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî
eden Hâlık isminin mahlûkiyetindeki cüzî mertebesinden tut, tâ bütün
kâinatın Hâlıkı olan mertebe-i kübrâ ve ünvân-ı âzama kadar ne kadar
perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek bütün kâinatı arkada
bırakmak şartıyla, mahlûkıyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına
yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın.

Mâdem perdelerin birbirine temâşâ eder pencereleri var; ve
isimler birbiri içinde görünüyor; ve şuûnât birbirine bakar; ve
temessülât birbiri içine girer; ve ünvanlar birbirini ihsâs eder; ve
zuhurât birbirine benzer; ve tasarrufât birbirine yardım edip itmâm
eder; ve Rubûbiyetin mütenevvi’ terbiyeleri birbirine imdat edip
muâvenet eder; elbette gerektir ki, Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir ünvan
ile, bir rubûbiyetle ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rubûbiyetleri,
şenleri, içinde inkâr etmesin. Belki, her bir ismin cilvesinden sâir
esmâya intikal etmezse, zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin
eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dal düşebilir.
Belki, lâzım gelir ki, onun nazarı dâimâ karşısında “Hüve, Hüvallâhu”
(O, o Allah’tır) okusun, görsün. Onun kulağı her şeyden “Kul hüvallahu
ehad” (De ki: O Allah birdir. / İhlâs Sûresi: 1) dinlesin, işitsin.
Onun lisânı “Bütün âlem, beraber ‘Lâ ilâhe illâ Hu’ diyor” desin, ilân
etsin.

İşte, Kur’ân-ı Mübîn, “O Allah ki, Ondan başka ibâdete lâyık
hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur” (Tâhâ Sûresi: 8.)
fermanıyla, zikrettiğimiz hakikatlere işaret eder. Eğer o yüksek
hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git fırtınalı bir denizden,
zelzeleli bir zeminden sor, “Ne diyorsunuz?” de; elbette, “Yâ Celîl, yâ
Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr” dediklerini işiteceksin. Sonra, deniz içinde
ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanâttan
ve yavrulardan sor, “Ne diyorsunuz?” de; elbette “Yâ Cemîl, yâ Cemîl,
yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyecekler.HAŞİYE

Semâyı dinle; nasıl “Yâ Celîl-i Zülcemâl” diyor. Ve arza kulak
ver; nasıl “Yâ Cemîl-i Zülcelâl” diyor. Ve hayvanlara dikkat et; nasıl
“Yâ Rahmân, yâ Rezzâk” diyorlar. Bahardan sor; bak nasıl, “Yâ Hannân,
yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Latîf, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ
Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin” gibi çok esmâyı işiteceksin. Ve insan
olan bir insandan sor; bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve
cephesinde yazılı. Sen de dikkat etsen, okuyabilirsin. Güyâ, kâinat
azîm bir mûsıka-i zikriyedir; en küçük nağme, en gür nağamâta
karışmakla, haşmetli bir letâfet veriyor. Ve hâkezâ, kıyas et.

HAŞİYE: Hattâ bir gün kedilere baktım; yalnız yemeklerini
yediler, oynadılar yattılar. Hatırıma geldi, “Nasıl bu vazifesiz
canavarcıklara mübârek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım.
Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma
getirdi. Sarîh bir sûrette, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm”
diyerek, güyâ hatırıma gelen îtirazı ve tahkiri, tâifesi nâmına
reddedip yüzüme çarptı. Aklıma geldi, “Acaba şu zikir bu ferde mi
mahsustur, yoksa tâifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi
haksız bir mûterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece
işitebilir mi?” Sonra sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun
gibi sarîh değil, fakat mütefâvit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar.
Bidâyette hır hırları arkasında “Yâ Rahîm” fark edilir. Git gide hır
hırları, mırmırları aynı “Yâ Rahîm” olur. Mahreçsiz, fasîh bir zikr-i
hazin olur. Ağzını kapar, güzel “Yâ Rahîm” çeker. Yanına gelen
ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, “Bir derece
işitiyoruz” dediler. Sonra kalbime geldi, “Acaba şu ismin vech-i
tahsîsi nedir ve ne için insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisâniyle
etmiyorlar?” Kalbime geldi, şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nâzik
ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete
muhtaçtırlar. Okşandığı vakit hoşlarına giden taltifleri gördükleri
zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilâfına olarak, esbâbı bırakıp
yalnız kendi Hâlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile,
nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve “Yâ Rahîm” nidâsıyla, kimden
meded gelir ve kimden rahmet beklenir, esbâbperestlere ihtar ediyorlar.

Sözler, 24. Söz, s. 302, (yeni tanzim, s. 532)

20.01.2010
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir