Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

29.10.2009, 09:51

Bir Cumhuriyet Bayramı hatırası


Âyet-i Kerime Meâli

İşlerinde onlarla istişare et. İstişare ile karar verip
azmettiğinde ise Allah’a güven ve Ona tevekkül et. Şüphesiz Allah
Kendisine tevekkül edenleri sever.

Âl-i İmran Sûresi: 159





29.10.2009









Bir Cumhuriyet Bayramı hatırası

Birzaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında
oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda
gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene
sonraki vaziyetleri bana göründü.

Gençlik Rehber’inde izahı bulunan ibretli bir hadisenin hülâsası şudur:

Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet
Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun
avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli
sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış
kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap
çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş,
gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan
nefret görüyorlar kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine
ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler.
Geldiler, sordular. Ben dedim: “Şimdi beni kendi halime bırakınız,
gidiniz.”

Evet, gördüğüm hakikattır, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve
güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası
kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hadisâtı
sinema ile hâl-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene
sonraki istikbal hadisâtını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet
ve sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi,
şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşrû keyiflerine nefretle ve
teellümlerle ağlayacaklardı.

Ben o Eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meşgul iken,
sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevî, insî bir şeytan gibi
karşıma dikildi ve dedi:

“Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma.”

Ben de cevaben dedim:

Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve
sefahete atılıyorsun. Kat’iyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün
geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenazeleri çürümüş bir
vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla,
senin başına ve varsa ve ölmemişse kalbine, o hadsiz firaklardan ve o
nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki
sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz’î lezzetini imha ettiği gibi,
gelecek istikbal zamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine mâdum ve
karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve
başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hazıra uğrayan biçarelerin başları
ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen
akıl alâkadarlığıyla senin imansız başına hadsiz elîm endişeler
yağdırıyor. Senin sefihâne cüz’î lezzetini zîr ü zeber eder.

Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkiki ve istikamet
dairesine girsen, İmân nuruyla göreceksin ki, o geçmiş zaman-ı mazi
mâdum ve herşeyi çürüten bir mezaristan değil, belki mevcut ve
istikbale inkılâp eden nuranî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki
saadet saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi
haysiyetiyle, değil elem, belki imanın kuvvetine göre Cennetin bir
nev'î mânevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi gelecek istikbal
zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, belki İmân gözüyle görünür ki,
saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her
bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahmân-ı
Rahîm-i Zülcelâli ve’l-İkramın ziyafetleri kurulmuş ve ihsanlarının
sergileri açılmış, oraya sevkiyat var diye İmân sinemasıyla müşahede
ettiğinden, derecesine göre bâki âlemin bir nev'î lezzetini
hissedebilir. Demek hakikî ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve İmân ile
olabilir.

İmanın bu dünyada dahi verdiği binler fayda ve neticelerinden
yalnız birtek fayda ve lezzetini, bu mezkûr bahsimiz münasebetiyle
Gençlik Rehberinde bir Haşiye olarak yazılan bir temsil ile beyan
edeceğiz. Şöyle ki:

Meselâ, senin gayet sevdiğin birtek evlâdın sekeratta ölmek
üzere iken ve meyusâne elîm ebedî firakını düşünürken, birden Hazret-i
Hızır ve Hakîm-i Lokman gibi bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun
içirdi. O sevimli ve güzel evlâdın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. Ne
kadar sevinç ve ferah veriyor, anlarsın.

İşte, o çocuk gibi sevdiğin ve ciddî alâkadar olduğun
milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanında, senin nazarında
çürüyüp mahvolmak üzere iken, birden hakikat-i iman, Hakîm-i Lokman
gibi, o büyük idamhâne tevehhüm edilen mezaristana kalb penceresinden
bir ışık verdi. Onunla baştan başa bütün ölüler dirildiler. Ve “Biz
ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz” lisan-ı hal ile
dediklerinden aldığın hadsiz sevinçler ve ferahları İmân bu dünyada
dahi vermesiyle ispat eder ki, İmân hakikatı öyle bir çekirdektir ki,
eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin
şecere-i tûbâsı olur dedim.

O muannid döndü, dedi:

“Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek
için sefahet ve eğlencelerle bu ince şeyleri düşünmeyerek yaşayacağız.”

Cevaben dedim:

Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok.
Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler
ve korkular gelir. Lezzetini tam alır. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına
şükreder. Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez.
Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o
elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye,
gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan
mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir.

“Fakat, ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir
derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen
istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm
firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz’î
lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı
düşürür. Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul.
Veya aklını imanla başına al, Kur’ân’ı dinle, yüz derece hayvandan
ziyade ve fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan” diyerek onu ilzam
ettim.

Yine o mütemerrid şahıs döndü, dedi:

“Hiç olmazsa ecnebî dinsizleri gibi yaşarız.”

Cevaben dedim:

Ecnebi dinsizleri gibi de olamazsın. Çünkü onlar bir peygamberi
inkâr etse, diğerlerine inanabilirler. Peygamberleri bilmese de,
Allah’a inanabilir. Bunu da bilmezse, kemâlâta medar bazı seciyeleri
bulunabilir. Fakat bir Müslüman, en âhir ve en büyük ve dini ve dâveti
umumî olan âhirzaman Peygamberi Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr etse ve
zincirinden çıksa, daha hiçbir peygamberi, hattâ Allah’ı kabul etmez.
Çünkü bütün peygamberleri ve Allah’ı ve kemâlâtı onunla bilmiş. Onlar
onsuz kalbinde kalmaz. Bunun içindir ki, eskiden beri her dinden
İslâmiyete giriyorlar; ve hiçbir Müslüman, hakikî Yahudi veya Mecusi
veya Nasranî olmaz. Belki dinsiz olur; seciyeleri bozulur, vatana,
millete muzır bir hâlete girer. İspat ettim. O muannid ve mütemerrid
şahsın daha tutunacak bir yeri kalmadı. Kayboldu, Cehenneme gitti.

İşte ey bu medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım! Madem
hakikat budur ve bu hakikati Risâle-i Nur o derece kat’î ve güneş gibi
ispat etmiş ki, yirmi senedir mütemerridlerin inatlarını kırıp imana
getiriyor. Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hem âhiretimize,
hem vatanımıza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli
olan İmân ve istikamet yolunu takip edip boş vaktimizi sıkıntılı
hülyalar yerinde Kur’ân’dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarını
bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı
kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip bu hapishaneyi
güzel seciyeli fidanlar yetiştiren bir mübarek bahçeye çevirmek gibi
a’mâl-i saliha ile, hapishane müdür ve alâkadarları, câni ve katillerin
başlarında zebâni gibi azap memurları değil, belki medrese-i Yusufiyede
Cennete adam yetiştirmek ve onların terbiyesine nezaret etmek
vazifesiyle memur birer müstakim üstad ve birer şefkatli rehber
olmalarına çalışmalıyız.

Şuâlar, On Birinci Şuâ, Üçüncü Mesele

LÜGATÇE:

berzah: Kabir.

hâl-i hazır: Şimdiki zaman.

ehl-i dalâlet ve sefahet: Yoldan çıkmış ve gayrimeşrû zevklere dalmış olanlar.

teellüm: Elem, acı duyma.

sefahet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.

dalâlet: Hak ve hakîkatten, dinden sapma.

tervic: Revaç verme, kıymet ve değerini arttırma, destekleme.

mâdum: Mevcut olmayan.

firak: Ayrılık.

mütemadiyen: Sürekli, daima.

sefihâne: Gayrimeşrû zevklere dalmış kimseye yakışır yolda, sefihçe.

zîr ü zeber: Altüst, karmakarışık, darmadağın.




Bediüzzaman Said Nursî


29.10.2009









Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki...

Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve
müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vâkıa-i
müdafaayı aynen beyan ediyorum.

Orada benden sordular ki:

“Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim:

Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden
ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat
eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe
kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini
karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim.

İşitenler benden soruyordular; ben de derdim:

“Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.”

Sonra dediler:

“Sen Selef-i Sâlihîne muhalefet ediyorsun.”

Cevaben diyordum:

“Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi.
Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette
reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki
hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar
cumhuriyetin reisleri idiler.”

İşte, ey müdde-i umûmî ve mahkeme âzâları. Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz.

Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik
mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere
ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvâcılara da ilişmez
bir hükûmet telâkki ederim. On senedir—şimdi yirmi sene
oluyorki—hayat-ı siyâsiye ve içtimâiyeden çekilmişim. Hükümet-i
cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El’iyâzü billâh, eğer
dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek
kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmişse, bunu size
bilâperva ilân ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime
feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm
“Hasbünallâhu ve ni’mel-vekîl” olarak, siz beni idam ve ağır ceza ile
zulmen mahkûm etmenize mukabil derim:

“Ben Risâle-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle, idam olmuyorum. Belki
terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey
dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i
münferitle mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı
sizden alarak kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım.”

Mevkuf Said Nursî Târihçe-i Hayat, s. 357

LÜGATÇE:

vâkıa-i müdafaa: Müdafaa olayı.

tarihçe-i hayat: Hayat tarihçesi.

cumhuriyetperver: Cumhuriyetçi, cumhuriyet taraftarı, cumhurcu.

Selef-i Sâlihîn: Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri ve
ashab ile tabiînin ileri gelenleri ile tebe-i tâbiînden olan
Müslümanlar.

Hulefâ-i Râşidîn: Doğru yolda olan dört büyük halife.

reis-i cumhur: Cumhurbaşkanı.

Sıddîk-ı Ekber: En büyük doğrulayıcı; Hz. Ebû Bekir (ra).

Aşere-i Mübeşşere: Cennetle müjdelenen on sahabî.

hakikat-i adalet: Adaletin esası, aslı.

hürriyet-i şer’iye: Şeriatla terbiye edilmiş hürriyet.




http://www.yeniasya.com.tr/2009/10/29/lahika/default.htm
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

musanınkardeşi

Yasaklı Üye

  • "musanınkardeşi" bir erkek
  • "musanınkardeşi" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 20

Konum: ist

Hobiler: okuma ve dua ,ibadet ,, ve küfre karşı mucadele..

  • Özel mesaj gönder

2

29.10.2009, 17:00

cumhuriyet bayramı

subaylar ve aileleri, memurlar ve aileleri kutladılar sloganlar atarak ...............

3

31.10.2009, 11:26

Niye, biz de kutladık, bu bayram bizim de bayramımız..!


1935'te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?" sualine cevaben,

"Eskişehir Mahkeme Reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden,

benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım ispat eder"

diyerek yukarıda zikredilen "karınca hadisesini" anlatır ve şöyle der:

"Hulefa-i Raşidîn, herbiri, hem halîfe, hem reis-i cumhur idi.

Sıddîk-ı Ekber, Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi.

Fakat, manasız isim ve resim değil, belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan, mâna-i dindar cumhuriyetin reisteri idiler."

Tarihçe-i Hayat - 36

musanınkardeşi

Yasaklı Üye

  • "musanınkardeşi" bir erkek
  • "musanınkardeşi" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 20

Konum: ist

Hobiler: okuma ve dua ,ibadet ,, ve küfre karşı mucadele..

  • Özel mesaj gönder

4

31.10.2009, 11:44

cumhuriyet bayramı ve ruhefza....

senin ailende mi devletten nemalanıyor ????? belli oluyor..çıkarınız olmasa böyle konuşmazdın çünkü

5

31.10.2009, 11:50


Bayram devletin bayramı mı, milletin bayramı..!

Okursanız üstteki yazıyı anlarsınız zaten, okumadan başlığa mesaj yazmanın garabeti işte..

Devlet neması da en uzak banadır..Hükümet yandaşları o nemaları yer..Sizin çıkarınız var demek ki, hükümete toz kondurmuyorsunuz..!


Ben milletim ve bayram yapmak da hakkım..!!





Benzer konular

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir