ıstibdat, sû-i istimâle müsâit bir zemindir
Suâl: “ıstibdat nedir; meşrûtiyet nedir?”
Cevap: ıstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir. Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i ıslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti uyandıran ve ıslâmiyeti zehirlendiren, hattâ her şeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-ıslâm îkâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.
Evet, taklidin pederi ve istibdâd-ı siyâsînin veledi olan istibdâd-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi ıslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.
Suâl: “ıstibdat bu derece bir semm-i kâtil olduğunu bilmezdik. Lehü’l-hamd, parçalandı. Onu esâsiyle tedâvi edecek olan tiryâk-ı meşrûtiyeti bize târif et.”
Cevap: Bâzı memurların ef’ali, adem-i ülfetten dolayı size yanlış ders gösterdiği ve şiddetten neş’et eden müşevveşiyetle hâl-i hazırdan fehmettiğiniz meşrûtiyeti tefsir etmeyeceğim. Belki hükümetin hedef-i maksadı olan meşrûtiyet-i meşrûâyı beyân edeceğim.
ışte, meşrûtiyet “Ve işlerde onlarla istişâre et.” (Âl-i ımran Sûresi: 159); “Onların aralarındaki işleri istişâre iledir.” (şûrâ Sûresi: 3
âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir.
Evet, meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvâmın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvâk ve hissiyât-ı âliyeyi uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız. ınsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. ıslâmiyetin bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır. Size müjde. Bizim devleti, ömr-ü ebedîye mazhar eder. Milletin bekasıyla ibkâ edecek; siz daha me’yus olmayınız. Bir ince tel gibi her tarafa hevâ ve hevesin tehyîci ile çevrilmeye müstaid olan rey-i vâhid-i istibdâdı lâyetezelzel bir demir direk gibi, lâyetefellel bir elmas kılınç gibi olan efkâr-ı âmmeye tebdil eder; siz de, sefine-i Nuh gibi emniyet ediniz. Herkesi bir padişah hükmüne getiriyor; siz de hürriyetperverlikle padişah olmaya gayret ediniz. Esâs-ı insâniyet olan cüz’-ü ihtiyârı temin eder, âzâd eder; siz de câmid olmaya râzı olmayınız. Üç yüz milyondan ziyâde ehl-i ıslâmı bir aşîret gibi birbirine rapteder; siz de o râbıtayı muhâfaza ediniz. Zîrâ meşveret perdeyi attı; milliyet göründü, harekete geldi. Milliyet içinde ıslâmiyet ışıklandı, ihtizâza geldi. Zîrâ, milliyetimizin rûhu ıslâmiyettir; hakîki ve nisbî ve izâfîden mürekkeptir. Başka millete benzemiyoruz.
Münâzarât, s. 22, (yeni tanzim, s. 50)
LÜGATÇE:
rey-i vâhid: Tek görüş.
mâhi: Mahvedici.
ağrâz: Garazlar.
beyne’l-ıslâm: Müslümanlar arasında.
îkâ: Ortaya çıkarma, meydana getirme.
müşevveş: Karışık.
semm-i katil: Öldürücü zehir.
adem-i ülfet: Alışık olmama.
akvâm: Kavimler.
eşvâk: şevkler.
bes: Yeter.
lâyetezelzel: Sarsılmaz.
lâyetefellel: Ağzı kırılmaz ve körelmez.
rapt: bağlama.
Bediuzzaman Said Nursi
18.06.2009