şarkta din eğitimi esas olmalı
Hem 55 seneden beri, Medresetü’z-Zehra nâmında şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel ıstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı. Sonra ıttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir ıslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem ıttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: “şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i ıslâmın merkezi hükmündedir.”
O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: “Öyleyse o 20 bin altın lirayı şark Darülfünununa veriniz.” Kabul ettiler.
Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.
Esaretten kurtulduktan sonra ıstanbul’a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: “Bütün hayatımda bu darülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve ıttihatçılar 20 bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.” Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: “Bunu mebuslar imza etmelidirler.”
Bazı mebuslar dediler: “Yalnız sen medrese usûlüyle sırf ıslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi garplılara benzemek lâzım.”
Dedim: “O vilâyat-ı şarkiye âlem-i ıslâmın bir nevî merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiyâ şarkta ve ekser hükema garpta gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyâtı din ile kâimdir.HAşıYE Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da, şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakikî kardeşliği hissedemeyecek. şimdi bu kadar düşmanlara karşı teâvün ve tesânüde mecburuz.” (...)
HAşıYE: Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zekî o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: “Salih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.” Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onunla görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: “Ben şimdi Râfizî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.” Ben de “Eyvah!” dedim. “Sen ne kadar bozulmuşsun.” Bir hafta çalıştım. Onu kurtardım. Eski hakikatli hamiyetine çevirdim. Sonra Meclis-i Meb’usandaki bana muhalefet eden meb’uslara dedim: O talebenin evvelki hâli Türk milletine ne kadar lüzumu var. Ve ikinci hâlinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havâle ediyorum. Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına âzamî ehemmiyet vermek lâzım. O vakit bana muhalif meb’uslar da çıkıp o lâyihamı 163 meb’us imzâ ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir istidâyı elbette yirmi yedi sene istibdad-ı mutlak onu bozamamış.
Emirdağ Lâhikası, s. 402, (yeni tanzim, s.775)
LUGATÇE:
şark: doğu.
darülfünun: üniversite.
Harb-i Umumî: dünya savaşı (metinde kastedilen I. Dünya Savaşı)
hareket-i Milliye: Milli Mücadele hareketi.
garplı: batılı.
vilâyat-ı şarkiye: doğu illeri.
fünun-u cedide: yeni fenler, ilimler.
ulûm-u diniye: dini ilimler, din ilimleri.
elzem: daha lâzım.
enbiyâ: peygamberler.
hükema: filozoflar.
terakkiyât: ilerlemeler, gelişmeler.
teâvün: yardımlaşma.
tesânüd: dayanışma.
salih: hayırlı, iyi.
fâsık: günahkâr.
hamiyet-i milliye: millet için gösterilen gayret.
râfizî: Kurallardan ve nizamdan ayrılan.
30.05.2009
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"