Eışte, nev-î insanın tenevvüünün en mühim mayası ve zembereği, müsâbaka ile, hakikî imanlı fazîlettir. Fazîleti kaldırmak, mâhiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı yaşayan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün,
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet?
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!
sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hakikat?
Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten!
Veyahut,
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı fazilet?
Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten!
Evet, îmanlı fazîlet, medâr-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tegallüb etmek fazîletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevâzu ile hayat-ı içtimâîye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. Lillâhilhamd, bu meşrep üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor. Ben kendimde fazîlet var diye fahr sûretinde dâvâ etmiyorum. Fakat ni’met-i ılâhiyeyi tahdis sûretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki:
Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, ulûm-u imâniye ve Kur’âniyeye çalışmak ve fehmetmek fazîletini ihsan etmiştir. Bu ihsân-ı ılâhîyi bütün hayatımda, lillâhilhamd, tevfîk-i ılâhî ile şu millet-i ıslâmiyenin menfaatine, saadetine sarf ederek, hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlup olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabûl-ü halk dahi, mühim bir sırra binâen benim menfûrumdur, onlardan kaçıyorum. Yirmi sene eski hayatımı zâyi ettiği için onları kendime muzır görüyorum. Fakat Risâle-i Nur’u beğenmelerine bir emâre biliyorum, onları küstürmüyorum.
ışte, ey ehl-i dünya! Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı ve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallib ve daima fırsatı bekleyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümü taşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassud ve tazyikiniz hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükûmet böyle fevka’l-kanun ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediği halde, bana karşı yapılan bu kadar bed muâmelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev-î beşer küser, belki kâinat küsüyor.
(Târihçe-i Hayat, s.165, Yeni Asya Neşriyat)
Lûgatçe:
Tenevvü’: Çeşitlenme
Bîdâd: Adaletsizlik.
Tahdis: şükür ile anlatmak, söylemek.
Teveccüh-ü nâs: ınsanların teveccühü, ilgisi.
Menfûr: Nefret edilen.
Fevka’l-kanun: Kanun dışı, kanun üstü.
Bediuzzaman Said Nursi
07.05.2009
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"