Hadis-i şerif Meâli
Mü'minin şerefi, geceleyin namaz kılması, izzeti de insanların elindekine karşı bir beklenti içerisinde olmamasıdır.
Câmiü's-Sağîr, No: 2442
22.03.2009
Siyasetçi, çoğunlukla tam müttakî dindar olamaz
..ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar—ta kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fani şeylerde telef olmasın. Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-i Salihînden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise, “Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir” diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye—eğer mümkünse—çalışabilir. Yoksa, bakî elmasları kırılacak adi şişelere âlet yapar. Emirdağ Lâhikası, s. 53
***
şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.
Divan-ı Harb-i Örfi, s. 28
***
ıslâmiyetin Hıristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının sırr-ı hikmeti şudur ki:
ıslâmiyetin esası, mahz-ı tevhiddir; vesâit ve esbaba tesir-i hakikî vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hıristiyanlık ise, “velediyet” fikrini kabul ettiği için, vesâit ve esbaba bir kıymet verir, enâniyeti kırmaz. Adeta rububiyet-i ılâhiyenin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir. “Onlar hahamlarını ve papazlarını kendilerine Allah’tan başka rab edindiler” (Tevbe Sûresi, 9:31) âyetine mâsadak olmuşlar. Onun içindir ki, Hıristiyanların dünyaca en yüksek mertebede olanları, gurur ve enâniyetlerini muhafaza etmekle beraber, sabık Amerika Reisi Wilson gibi, mutaassıp bir dindar olur. Mahz-ı tevhid dini olan ıslâmiyet içinde, dün-yaca yüksek mertebede olanlar ya enâniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı bir derece bırakacak. Onun için, bir kısmı lâkayt kalıyorlar, belki dinsiz oluyorlar.
Mektûbât, s. 313
Lügatçe:
ehl-i hakikat: Hakikati bulan kimseler.
marifetullah: Allah’ı tanıma, bilme.
kesret: Çokluk.
mücahidîn: Mücahidler.
Selef-i Salihîn: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin ilk rehberleri, ıslâmın ilk dönemlerinin salih insanları.
müttakî: Takva sahibi, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınan.
maksad-ı aslî: Asıl maksat.
tebeî: Kasdî olmayan, başkasına tabi olarak devam eden.
ubudiyet-i insaniye: ınsanın kulluğu, ibadeti.
aşk-ı merak: Merak aşkı, şiddetli merak.
müteallik: Alâkalı, bağlı.
ulü’l-emir: ıdareci, başkan, devlet reisi.
cihet-i fark: Farklı yön.
mahz-ı tevhid: Tevhidin ta kendisi.
esbab: Sebepler.
tesir-i hakikî: Gerçek tesir.
velediyet: Hıristiyanlıktaki, Hz. ısa’nın (as) Allah oğlu olduğu şeklindeki batıl inanç.
rububiyet-i ılâhiye: Allah’ın rabliği, terbiye ediciliği.
cilve: Görünme, akis, yansıma.
mâsadak: Doğrulayıcı, tasdik edici.
mutaassıp: Birşeyi savunmada aşırılık gösteren. Körü körüne inat ve ısrar eden.
22.03.2009