Hadis-i şerif Meâli
şüphesiz Allah gecenin son üçte biri kalıncaya kadar bekler; sonra rahmetiyle dünya semâsına inerek şöyle seslenir: “Günahının bağışlanmasını isteyen yok mu? Tevbe eden yok mu? Birşey dileyen yok mu? Duâ eden yok mu?” Bu durum sabah oluncaya kadar devam eder.
Câmiü's-Sağîr, No: 1115
08.02.2009
Kuvvet-i maddiye ile müdafaa...
Bu defaki küçük müdafaatımda demiştim:
“Risâle-i Nur’daki şefkat, hakikat, hak, bizi siyasetten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz.” Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:
şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da ezlem olacak ve mağlûp kalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiâta mukabil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz bîçareleri ezseler, o vakit, hak nâmına dehşetli bir haksızlık ederler.
ışte, Kur’ân’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.
Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve zahmet ise rahmete kalb oluyor. Elbette biz sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile, icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise, insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.
Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:
Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın ve o inâyetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka
zındıkaya teslim-i silâh etmeyiz!
şuâlar, s. 260, (yeni tanzim, s. 464)
men: Yasaklama, engelleme.
neş’et: Çıkma, doğma, meydana gelme.
hodgâmlık: Yalnızca kendini dert edinerek.
asabiyet-i unsuriye: Irkçılık damarı.
istibdadat-ı askeriye: Askerî baskı.
dalâlet: Hak ve hakîkatten, dinden sapma.
eşedd-i zulüm: Zulmün en şiddetlisi.
eşedd-i istibdadat: ıstibdât, baskı ve keyfî idârelerin en şiddetlisi.
ehl-i hak: Hak yolda olanlar.
kuvvet-i maddiye: Maddi kuvvet.
ezlem: En zâlim.
mezkûr: Sözü edilen, zikredilen.
zayiât: Kayıplar, zararlar.
mukabele-i bilmisil: Aynıyle mukabele etmek, karşılık vermek.
kaide-i zâlimâne: Zâlimce kural, kaide.
kalb olmak: Değişmek.
icbar: Mecburi, zorlama.
gayret-i vataniye: Vatanı koruma gayreti, çabası.
hamiyet-i milliye: Milletin hak, hukuk ve nâmusunu koruma konusunda gösterilen gayret ve titizlik.
hülâsa-i kelâm: Özetle, sözün özü.
ehl-i hükûmet: Hükûmette olanlar.
ehl-i siyaset: Siyasiler.
ehl-i idare: ıdareciler.
inzibat: Âsayiş, düzen ve rahatlık.
küfr-ü mutlak: Kesin ve tam bir inkâr.
tâun-u beşerî: ınsanlığın salgın hastalığı.
maddiyunluk: Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Sadece maddeye istinad eden, ruhâniyâtı ve mâneviyatı inkâr edenler.
zındıka: Dinsizlik.
taassub: şiddetli ve aşırı bağlılık.
zındık: Dinsiz.
şeytanet: şeytanlık.
evham: Olmayan birşeyi olur zannı ile meraklanmak, vehimler, kuruntular.
vehham: Çok şüphe ve vesvese eden, şüpheci.
inâyet: Yardım, lütuf.
irtidatkâr: Dinden çıkan.
08.02.2009