Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

22.01.2009, 02:59

Hangi usulle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz?


Hangi usulle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz?


Azîz kardeşlerim,

Ecnebî parmağıyla idâre edilen zındıka komiteleri, ıslâmiyeti imhâ için, ıslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye’de öyle desîselerle entrikalar çevirmişler, hâince dolaplar döndürmüşler, hunharâne ve vahşiyâne zulümler irtikâb ve şeytânî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalâtta bulunmuşlar; iblisâne, sinsî metodlar tâkip etmişler ve kardeşi kardeşle çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar ıslâmın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribâtlar yapmıştır. (...)

..Risâle-i Nur öyle uyandırıcı ve öyle halâskâr ve öyle fevkalâde ve cihangir bir eserdir ki, din aleyhindeki bütün o komitelerin bellerini kırmış, mezkûr muzır ve habîs faaliyetlerini akâmete dûçâr ve dinsizlik esaslarının temel taşlarını, paramparça etmiş ve köküyle kesmiştir. Ve ıslâmî ve imânî fütûhâtı, perde altında kalbden kalbe inkişaf ettirmiş ve Kur’ân-ı Azîmüşşânın hâkimiyet-i mutlakasına zemin ihzar etmiştir. (...)

Hem, mâsum Müslümanların kanlarını sömüren ve servetleri tahaccür etmiş millet kanı olan parazit, tufeylî ve aç gözlü canavar ve barbar emperyalistleri, müstemlekecileri ve onların içimizdeki, sâdece şahsî menfaat zebûnu, zâlim, hunhar, harîs ve müstebid uşaklarını, hâk ile yeksân edip izmihlâl ve inhidâm-ı mutlakla mağlûp eden ve edecek yegâne çarenin, Kur’ân-ı Mû’cizü’l-Beyânın bu asırda bir mû’cize-i mânevîsi olan Risâle-i Nur eserleri olduğunda, basîretli ıslâm mücâhidleri ve âlimleri, icraat ve müşâhedâta müstenid yakînî bir kanaat-i katiye ile müttefiktirler.

Sözler, s. 722-23, (yeni tanzim, s. 1251)


***

Kabil-i hitap olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki:

Ey ehl-i bid’a ve ilhad! Altı sualime cevap isterim.

Birincisi: Dünyada hükümet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî, canavar bir çete reisinin bir usulü var, bir düsturla hükmeder. Siz hangi usulle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz?

Devamı: Mektûbât, s. 416-17, (yeni tanzim, s. 729)

Yeni Asya - Lâhika - 14.01.2009
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

2

27.02.2010, 00:59

MİTHAT YANMAZ

“SENİ BİR YILDIR TAKİP ETTİRİYORUM”

1997'de yeni yüzbaşı olmuşken YAŞ kararıyla ordudan atılan Budak, atılma öncesi tabur komutanının kendisini “Seni bir yıldır takip ettiriyorum. Eşinin başörtüsünü Allah rızası için taktığına ben inandım. Çünkü astların arasında ayrım yapmadın, işini düzgün yaptın. Ama yukarıdan kesin emir var; ya eşin başını açacak ya da ordudan atılacaksın” diye uyardığını anlattı.

“BAŞÖRTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİNE TERS”

“Yüzbaşı oluyordum. Rütbe törenine eşimle gelmem istendi. Tesettürlü almadıkları için götürmedim ve savunmamda o şekilde ifade ettim. ‘Başörtüsü Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı, çağdaş yaşama ters, subay eşine yakışmaz’ diye bir yazı verip, daha sonra ihraç ettiler.”

Ya eşin başını açacak, ya ordudan atılacaksın

NAMAZ kıldığı ve eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle yüzbaşılık rütbesindeyken Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) kararıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden (TSK) atılan Niyazi Budak, Yeni Asya’ya konuştu. İnancı sebebiyle yaşadığı haksızlıkları gözler önüne seren Budak, YAŞ kararlarının yargıya açılmasıyla mağduriyetlerin son bulacağına olan ümidini dile getirdi.

Hangi tarihteki YAŞ kararı ile ordudan ayrıldınız?

1997 Aralık Şurası’nda. Yani 28 Şubat sürecinin olanca hızıyla devam ettiği zamanlar.

Size isnad edilen suç ve suçlar nelerdi?

YAŞ kararı bana tebliğ edilirken, disiplinsizlik olarak tebliğ edildi. Tabiî ki disiplinsizliğin altında yatan neden, namaz kılmam ve eşimin başörtülü olmasıydı.

Namaz kılmanız ve eşinizin başörtüsüyle ilgili

yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz? Bu konuda size yapılan bir tebligat var mı?

Ben, 1994-96 yıllarında Hakkâri’de görev yaparken, bölgenin ve görevimin hassasiyetinden dolayı bu konuda fazla sıkıntı çekmedim. Ama orada bile eşimin karşılaştığı bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim: Hakkâri’de jandarma lojmanlarında oturuyorum. Lojmanlar orduevi ile komşu. Eşim birgün lojmana gelirken kestirme olsun diye orduevinin bahçesinden geçmek istiyor. Nizamiyedeki asker eşim başörtülü diye onu içeriye sokmuyor. Tabiî ben de o esnada dağlarda terörist peşinde koşuyorum.

Bizim esas sıkıntımız, tayinimizin Ağustos 1996 tarihinde İzmir’e çıkmasıyla başladı. İzmir Ege Ordu’da göreve başladıktan sonra Tabur Komutanı namaz kıldığımı öğrendi. Bana mescide gidemeyeceğimi şifaî olarak tebliğ etti. Ben de Hakkâri’den yeni geldiğimi, orada birçok şehidim ve yaralım olduğunu, dolayısıyla namaza gerçekten ihtiyacım olduğunu söyledim. Herkesin öğle tatili olmasına rağmen bana sadece 15 dakika müsaade edeceğini söyledi. Fakat bu müsaadesi de bir hafta sürdü ve ayrıca ‘‘odanda, depoda, kademede, kalorifer dairesinde veya herhangi bir yerde namaz kılmayacaksın’’ dedi. “Peki nerde kılayım komutanım “sorusuna da, akşam olunca evinde kılarsın deyip kestirip attı.

Ben odamda—çok şükür —namaz kılmaya devam ettim. Belki namaz kılmamı kimse görmüyor diye bu konuyu böyle kapattık. Başörtüsü meselesine gelince; bu da uzun bir süreç ama ben kısaca anlatmaya çalışacağım. Başörtüsü ile ilgili de sıralı komutanlardan çeşitli ikazlar aldım. Ben de eşimin başörtüsünün tamamen bizim inancımızdan kaynaklandığını ve maksadımızın Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu izah etmeye çalıştımsa da nafile tabii ki. Yaklaşık bir yıl sonra bu tür sıkıntılardevam ederken, Tabur Komutanın tayini çıktı ve gitmeden önce beni odasına çağırarak şöyle dedi:

‘‘Bak Niyazi, ben seni bir yıldır takip ettiriyorum. Eşinin başörtüsünü, Allah rızası için taktığına ben inandım. Çünkü, astların arasında ayrım yapmadın, onlara dinî propagandada bulunmadın, işini düzgün yaptın. Ama yukarıdan kesin emir var. Ya eşin başını açacak ya da ordudan atılacaksın.’’

Ben de kararımızın kesin olduğunu ve gerekli işlemleri yapabileceğini söylemekle yetindim.

O yıl yani 30 Ağustos 1997’de yüzbaşı oluyordum. Yeni tabur komutanı gelmişti. O da rütbe törenine eşli gelmem konusunda emir yazmıştı. Tabiî ki tören alanına tesettürlü kimseyi almadıkları için eşimi getirmem mümkün değildi. Bunun için de yani eşimi rütbe törenine getirmediğimden dolayı bir yazılı savunma verdiler. Ben de eşimin tören alanına gelse bile kıyafetinden dolayı oraya alınmayacağı için gelmesinin anlamsız olduğunu yazdım. Bunun cevabı olarak da işte başörtüsünün Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olduğu, çağdaş yaşama ters düştüğü, bir subayın eşine yakışmadığı ve irticanın sembolü olduğunu içeren bir yazı verdiler.

Bu son ikaz gibi bir şeydi ve çok geçmeden de gereğini yaptılar.

Bu süreçte görev esnasında herhangi bir ceza aldınız mı?

Hayır. Subaylık hayatım boyunca kesinlikle ceza almadım. Hatta namaz ve başörtüsü sıkıntıları devam ederken bile takdir yazıları almaya devam ettim. Fakat bunların çok anlamı olmayacağını düşündüğümden ayrıntıya girmiyorum.

“SUÇSUZUM, AMA HAKKIMI ARAYAMIYORUM”

Ordudan ayrıldıktan sonra hakkınızı aramadınız mı?

Tabiî ki işin en acı yönü de o. “Suçlusunuz!” diyorlar ama bir hukuk devletinde mahkeme önüne çıkıp kendinizi savunamıyorsunuz. Anayasanın 125. maddesinin 2. fıkrasına göre YAŞ kararları yargı denetimi dışında biliyorsunuz. Kanunlarda namaz kılmak veya başörtüsü takmak (hem de eşinize ait) gibi bir suç olamayacağına göre ben kendimi suçlu görmüyorum, ama şu anda hakkımı arayabileceğim bir merci de yok ne yazık ki.

Ordudan ayrıldıktan sonra çevrenizden nasıl

tepkiler aldınız?

Bunu çevremize anlatmaktan gerçekten çok zorlandık. Çünkü ordumuz, Peygamber ocağıydı, askerlik Peygamber mesleğiydi. Nasıl olur da insanlar inançlarından dolayı ordudan atılabilirdi? İşte, çevrem bunu anlamakta gerçekten zorlandı. Ama beni tanıdıkları için de çok fazla bir şey diyemediler belki. Ben işin iç yüzünü bildiğim için rahattım, ama ailem için bunu çevreye izah etmek çok daha güçtü. Zannediyorum esas sıkıntıyı onlar çekti ve çekmeye de devam ediyorlar.

ORDU, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGI DUYMALI

Söylemek istediğiniz son bir şey var mı?

Ben ordudan irticai sebeplerden dolayı atılan insanların büyük çoğunluğunun, dinî vecibelerini yerine getirmek istemelerinden başka bir taleplerinin olmadığına inanıyorum. Eğer YAŞ kararları yargıya açılırsa bu durumun çok net bir şekilde ortaya çıkacağından eminim.

Ordumuzun da bir an önce bu durumu görüp, bu tür insanlardan korkmak yerine en temel insan hakkı olan inanç özgürlüğüne saygı duymasını talep ediyorum. Hatta bir askerin en önemli silâhının, sağlam bir inanca sahip olması olduğunu düşünüyorum. Tarih boyunca kazanılan savaşların en önemli etkenlerinden biri de ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum inancıydı. Gelecek günlerin ordumuz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

MİTHAT YANMAZ / ISPARTA

17.02.2010
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

3

27.02.2010, 01:03

Niyâzî Bey Kardeşimizle İzmir'de görev yaptığı yıllardan tanışırız. Kendilerine yapılan baskı ve zulümleri en iyi bilen ve anlayabilenlerden biriyim.
TSK'dan ihrâç edildiklerini öğrendikleri zaman muhtereme Eşleri Hanımefendi'nin annesini telefonla arayarak "anne biz yandık" diye gözyaşı dökmesi karşısında Muhterem Bekir Ağabeyim'in kızını tesellî eden bir Mektubu Yeni Asya'da neşredilmişti. Bir sonraki mesajda o mektubu kardeşlerimin nazarlarına arz edeceğim.
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

4

27.02.2010, 01:04

MEKTUP



Sevgili Kızım N..... ve Damadım Niyâzî’ye…
Yavrularım, nihayet beklediğimiz gün geldi; çattı. Peygamber ocağı olarak bildiğimiz yuvadan sizleri attılar. Ama aslâ ve aslâ kalblerinizden, gönüllerinizden o ocağın ismini aldığı Peygamber sevgisini çıkarıp atamadılar; atamazlar da. Çünkü siz inancınızı yaşadınız; yaşamak istediniz. Nitekim başkaları da başka inançları kalblerinde taşıyorlar; onları atmak istemiyorlar. Siz onlara karışmadınız. İnançlarına saygılı davrandınız. Yaratılanı Yaratanından dolayı hoş gördünüz. Sizi tebrîk ediyorum; sizinle iftihar ediyorum. Senin gibi bir kızım ve senin gibi bir damadım olduğu için Allah’ıma sonsuz derecede hamd ediyorum. Zâlimin zulmü varsa, mazlûmun da Allah’ı vardır.
“Anne biz yandık!” demişsin telefonunda. Hayır! Siz aslâ yanmadınız. Sizi bu muâmeleye lâyık görenler yandılar; hem dünyada, hem âhirette. Eğer bir insanda vicdan varsa, henüz o vicdan küllenmemiş, yok olmamışsa size yaptıkları zulmü düşündükleri zaman azâb içinde kalacaklar. Şâyet pişman olup sizden helâllik alıp Allah’dan afvlarını istemezlerse âhirette azâb-ı elîme atılıp yanacaklar. Siz yüksek ruhlu insanlar olarak onları Allah’a havâle edin. Başınızı dik tutun. Onların size yükledikleri suç acaba gerçekten suç mudur? Cihanda kime sorsanız, hattâ yamyam kabîle reislerine sorsanız “hayır! Böyle bir suç olmaz” diyecekler. Hz. Aîşe’lerin, Fâtıma’ların , anne ve ninelerin, atalarımızın kıyafeti ne zaman suç olmuş? Sakın ha! Suçluluk duygusuna kapılmayın. O zulmü yapanların maksatlarına ermelerine fırsat vermeyin. Allah’ımızın Kur’ân’ıyla emrettiği örtüyü, tesettürü bir inanç olarak îfâ etmek, ancak ve ancak engizisyonlarda suç telâkkî edilebilir. Belki onlar bile yirmibire üç kala bu tür suçlamalardan vazgeçmişlerdir. Çünkü Avrupa’da bile bu tür zulüm artık yapılmıyor.
İnsan hakları, hürriyet anlayışı, demokrasi nutukları atılan memleketimizde hangi haktan hangi hürriyetten, hangi demokrasiden bahsedilebilinir? Lâkin gün doğmadan neler doğar. Bu karanlık geceler elbet bir gün bitecek ve güneş elbette doğacaktır. Kalbiniz kırık, gönlünüz yanık olabilir.Sakın bedduâ etmeyiniz! Siz sadece kendinizi değilsiniz; arkanızdan gelmekte olan nesl-i âtîye örnek oluyorsunuz. İşte “imanlı olan bir insan inancından tâviz vermez; gelenin keyfi için geçmişe tutup sövmez” mesajını veriyorsunuz. Allah’ımız bu mesajınızı en sağır kulaklara dahi ulaştırır; inşâallah!
“Biz yandık!” ne demek kızım? Kendinizi sâhipsiz, arkasız, hüdâ-yı nâbit mi sandınız? Siz yanmadınız. Sizi yandı zannedenler yandılar. Siz yalnız değilsiniz. Sizi yalnız sananlar yalnızlığa mahkûm oldular. Sizin arkanızda Allah var; Peygamber (asm) var, nebîler, velîler, Üstadlar var. Onların arkalarında şeytanlar ve yamaklarından, deccallar ve süfyanlardan başka kim var ve kim olabilir?
“Sizin dîniniz sizin, bizim dînimiz bizim” dediniz ve onların işlerini bitirdiniz. Böyle netîcelenmemesi için “Türkiye’mizde hangi inançta olursa olsun, hangi görüşte bulunursa bulunsun, herkes hür yaşasın” dediniz. “Bizi bu şekilde kabûl edin; biz de sizi olduğunuz gibi kabûl ediyoruz” dediniz. Onlara sevgi buketlerini, şefkat çiçeklerini uzattınız. “Hep beraber bu ülkede birbirimize tahammül ede ede yaşayalım; bu ülke hepimizin” dediniz. Uzattığınız el havada kaldı; takdim ettiğiniz çiçekler koyulacak saksı bulamadı; soldu. Onlar soldurdular; onlar size tahammül edemediler. Başınızı örten bir metrelik bez parçasına takılıp kaldılar. O bez parçası onların îdam sehpalarının ipi oldu. Boğazlarında halka olup onları astı. Onlara acıyınız. Zîrâ onlar acınacak hallerine gülüyorlar. Çok yazık; çok çok yazık!
Sizinle Berat Kandili’nin gündüzünde konuşmuştuk. Bu ülkeye, bu memlekete, bu millete hayırlı hizmetler yapma azminizi dile getirmiş, şanlı ordunun şerefli bir subayı ve o subayın şerefli bir eşi olarak daha pek çok seneler hizmete devam etmeyi gâye edindiğinizi anlamıştım. Daha önceleri Hakkari’de PKK ile savaştığınız gibi bu vatana düşman kim olursa olsun savaşmak istediğinizi âdetâ haykırıyordunuz. Hiç aklınıza gelmeyen bir şey vardı, işte başınıza geldi. O bez parçası demek ki, atlaslar, ipekler kadar kıymetli imiş. O bez parçası bayrak gibi kutsal imiş. Bunu ne kadar güzel bir şekilde âleme ilân ettiniz. Sizi yine tebrîk ediyorum. Binler kere maşâallah, bârekâllah diyorum. “Allah sizden râzı olsun!” duâlarımı gönderiyorum.
Evet yavrularım; siz Berat Kandili’nin sabahında aldığınız beratla tebşîr edildiniz. O gece yapılan duâlar kubûl oldu. O çok önemli ve Üstadımız’a “kanâat-ı vicdaniye”ye dayanılarak verilen bir senelik ceza misillû aldığınız “tard” cezası aslında sizin berat ilâmınızdır. Çünkü böyle bir ceza size sezâdır. Sizi melekler alkışlıyor; velîler alkışlıyor; erenler alkışlıyor; yüksek rûhlar alkışlıyor. Bu kadar alkışlara kulaklarınız dayanmayabilir. Lâkin dayanmalısınız.
Gözlerinizden öperim benim sevgili yavrularım!
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir