Kürşat Bey’in yapması gereken çok şey vardı. Bir an evvel kolları sıvayıp gerekli hazırlıkları tamamlaması ve Ömer’i aşkına kavuşturması şart olmuştu. Kafasına takılan Ömer’i 1 km lik patika yoldan köye giden ana yola nasıl getirmesi gerektiğiydi. Yol oldukça engebeliydi. Ömer’i düşürmekten çok endişe ediyordu. Mimar olması ona geniş düşünmeyi öğretmişti. Bu yeteneğini kullanarak Ömer’i taşımak için bir yatak yaptırdı. Oldukça korumalı bir taşıma sistemiydi. şayet taşırken denge kaybı da olsa Ömer zarar görmeyecekti. Ana yola geldikten sonra gerisi kolaydı. Kürşat Bey’in para sıkıntısı yoktu. Bu da işleri kolaylaştırıyordu. Artık tüm hazırlıklar yapılmış ve büyük gün için yarını beklenmeye başlamıştı.
Sabahın ilk ışıklarıyla Kürşat Bey, kiraladığı ambulans ve Ömer’i anayola kadar taşımada yardımcı olacak arkadaşlarıyla yola koyuldular. Yol boyunca Kürşat Bey, piknige gitmesinden şu anki zamana kadar geçen süreyi ve yaşadıklarını düşünüyordu. Kim derdi ki, 12 yaşındaki Ömer’in ahlakıyla Kürşat Bey bu kadar değişecek. Gerçekten tanıştıkları ilk gün Ömer’deki Allah aşkı Kürşat Bey’i büyülemişti. Kendisinden utanmış ve pişman olarak tövbe etmişti. Bambaşka birisi olmuştu. Namazlarını kılıyor, malının zekâtını veriyor, en önemlisi ise her şeye rağmen şükrediyordu. Bunların hepsi küçük öğretmeni ve en sıcak dostu vesilesiyle olmuştu. Ona büyük bir borcu vardı. En azından Kürşat Bey böyle hissediyordu. Bu hoş düşünceler içerisindeyken şoförün “geldik efendim” demesiyle Küşat Bey kendisine geldi. Yaptığı yatak ve arkadaşlarıyla evin yolunu tutular. Bu sırada Ömer büyük bir heyecanla misafirlerini bekliyor ve ayrı bir mutluluk yaşıyordu. Hayatında ilk defa evlerinden dışarı çıkacak ve bu yolculuğuyla cami aşkını, özlemini, hasretini giderecekti. Annesi Hümeyra Hanım ise ayrı duygular içerisindeydi. Bir yandan evladının en büyük isteğinin gerçekleşeceğine seviniyor, öbür taraftan Ömer’in duası aklına geliyordu. Ömer, namaz borcu olmayan, kıldığı namazların hakkını veren, günahsız denilebilecek düzeyde bir yavrucaktı. Bu hasletler onun duasının kabul olacağı konusunda Hümeyra Hanım’da kesinlik ifade edercesine kuvvetliydi. Yani Ömer, camiye bir kez girecek ve şehit olarak ayrılacaktı. Bu düşünceye rağmen Hümeyra Hanım şevkle yavrusunu hazırlamıştı. Misafirler gelmiş ve taze ayran ikram edilmişti. Sıra yolculuktaydı. Ömer, abisi Ahmet ve ablası Fatma ile vedalaşmıştı. Onlar evde kalacaklardı. ılk defa Ömer gidiyor, onlar evi bekliyorlardı.
Hümeyra Hanım yavrusunu kucağına alıp, Kürşat Bey’in getirdiği yatağa yatırdı. Hasan Bey ve Kürşat Bey’in arkadaşları hep beraber Ömer’i omuzlarına alarak patika yola koyuldular. Aslında Ömer çok ağır değildi. Lakin yol bozuk olduğu için beraber taşıyorlar, denge kaybında riski en aza indiriyorlardı. Yol boyunca belli aralıklarla duruyorlar ve Hümeyra Hanım yavrusunu dinlendiriyordu. Nihayet ambulansa varmışlardı. Ambulans oldukça yavaş gidiyor ve Ömer’i sarsmadan yoluna devam ediyordu. 3 saatte gidilecek yolu 6 saatte katedmişlerdi. Bu zorlu yolculuğun ardından Ömer’i dinlendirmek gerekiyordu. Çünkü oldukça yıpranmış ve rahatsızlanmıştı. Buna rağmen çok ama çok mutluydu. Öyle ya, Camisine, aşkına kavuşacaktı. Kürşat Bey’in evine misafir oldular. Aile her hazırlığı yapmıştı. Küşat Bey için Ömer, evinde ağırladığı en değerli misafirdi. Evin baş köşesine hazırlanan yatağa Ömer’i yatırdılar. Yorgunluktan hemencecik uyuyakaldı. Bir müddet uyuduktan sonra gözlerini açtı ve annesini çağırdı.
Ömer: Saat kaç anneciğim? Akşam ezanı okundu mu?
Hümeyra: Evet, yavrucuğum.
Ömer: Yardım et anneciğim, borcumuzu ödeyelim.
Kürşat Bey, bir kez daha duygulanmıştı. Ömer yorucu yolculuktan ötürü oldukça hastalanmıştı buna rağmen namazını kılabilmek için tüm gücüyle mücadele ediyordu. Öyle ki, kollarını bile tekbir alması için anneciği kaldırıyordu. Namazını bitirir bitirmez tekrar yatağına uzanmıştı.
Ömer’in bünyesi yorucu yolculuğa dayanamamıştı. Kürşat Bey, çok üzgündü kendisini iyilik yapıyım derken acaba küçük dostuma zarar mı verdim diye suçlu hissediyordu. Eve doktor getirmiş ve Ömer’i muayene ettirmişti. Doktor elinden geleni yapmış, bazı ilaçlar vermişti. Kürşat Bey ilaçları tedarik etti. Köyden geleli 3 gün olmuş ve 4. günün sabahı Ömer kendisini biraz toparlamıştı. Hasan Bey, Hümeyra Hanım ve en çok da Kürşat Bey sevinmişti.
Kürşat Bey, şehirin en güzel camisini seçmişti. Önceden gidip caminin imamıyla görüşmüş, ona durumu izah etmişti. Kürşat Bey, Ömer’in istediği gibi sabah namazına götürecekti. Çünkü sabah namazı Ömer için farklı bir manaya sahipti. Ve en ön safta namaz kılmayı arzu ediyordu. Peygamberimizin hadislerinde en ön safın ecrini anlattığını biliyor ve burda kılmayı çok arzu ediyordu. Bir de en kısa namaz olduğu için sabah namazı tercih edilmişti. Ömer, namaz kılarken yastık yardımıyla oturabiliyor ve çok çabuk yoruluyordu. Her şey düşünülmüş ve sabah namazı vakti beklenmeye başlanmıştı.
Sabah olmuş ve Ömer ile beraber cami yolu tutulmuştu. Hümeyra Hanım, yavrusunu ambulansa kucağına alarak bindirmiş, yavrusunu koklamış ve o güzel yanaklarına son buselerini kondurmuştu. Hümeyra Hanım’ın gözlerinden yaşlar yanaklarına süzülmüştü. Anne yüreği ondan ayrıldığını söylüyor ve doyasıya öp diyordu. Ömer’in gözünden bu durum kaçmamıştı ama susmayı tercih etmiş, yalnızca annesine tebessüm etmişti.
Kürşat Bey ve Hasan Bey, Ömer’in yanında şehrin en güzel camisine doğru yol almaya başladılar. Ömer çok sevinçli ama bir o kadar da hastalığından dolayı rahatsızdı. Lakin camiyi düşünmesi bile ağrılarını hafifletiyordu. Caminin avlusuna girdiklerinde Ömer’in yüzündeki gülücükler artmış ve Kürşat Bey’e dönerek:
Ömer: Kürşat amca hayatımda en çok istediğim mekâna beni getirdiğiniz için, bu güzelliği yaşamama vesile olduğunuz için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Mevlam en çok sevdiğine sizi komşu etsin.
Kürşat: Âmin! Ömer’im. ınşallah.
Kürşat Bey daha önceden camiye gelmiş, cami imamına Ömer’in durumunu anlatmış ve en ön safta namaz kılması konusunda anlayışlı olunmasını istemişti. ımam Efendi de bilakis bu durumdan dolayı mutlu olacağını, böyle güzel bir yavrucağın isteğini yerine getirilmesi konusunda elinden geleni yapacağını söylemişti.
Hasan Bey yavrusunu kucağına alarak camiden içeriye girdi. Kürşat Bey de en ön safa Ömer’in yatağını koştura koştura onlardan önce sermişti. Ömer’in içeriye girmesiyle mutluluğu doruğa çıkmış ve içinden Fetih süresini okumaya başlamıştı. Çünkü Ömer için bu aşığın maşukuna vuslatı yani sevginin fethiydi. Hasan Bey yavrusunu fazla yormamak için yatağına yatırdı. Ömer uzun uzun camiyi seyrediyor, dudakları ise devamlı Fetih süresini okuyordu. Ancak, Ömer hüzünlenerek ağlamaya başladı. Hasan Bey ve Kürşat Bey, bu ağlamanın sevinçten kaynaklandığını düşünmüşlerdi hâlbuki Ömer bundan ötürü ağlamıyordu. Namaz vakti yaklaşmasına rağmen cami dolmamış, cemaat oldukça az sayıda kalmıştı. Ömer, Allah’ın evini hayal ederken Müslümanların bu güzel mekânı tıka basa doldurduğunu hatta kendisinin çok zorlanacağını hayal etmişti. ımam Efendi Ömer’in ağladığını görünce yanına gelerek sordu:
ımam: Yavrucuğum, niçin ağlıyorsun?
Ömer: Efendim, namaz vakti gelmiş olmasına rağmen Allah’ın evi bomboş. Ev sahiplerinin en güzelinin mekânı böyle bırakılır mı?
ımam ımam Efendi için bu soru aslında o kadar ağır ve anlamlı bir soruydu ki, hayatında ilk kez camiye gelen bu yavrucağı üzmemeliydi )Evladım, normalde bu kadar az cemaat yoktur. Cami dolar, demek ki bugün kalkamadılar.
Bu cevap Ömer’i tatmin etmiş ve tekrar yüzünü güldürmüştü. ımam Efendi’ye.
Ömer: Sizden bir ricam olabilir mi?
ımam: Elbette.
Ömer: Farz da Yusuf suresinden okur musunuz?
ımam: ınşallah. Okuyalım.
Ömer babasının yardımıyla yatağında doğrulmuş ve zorlanarak sünnete başlamıştı. O kadar ihlâslı namaz kılıyordu ki, adeta başka bir mekâna yolculuk yapıyordu. Ancak, rahatsızlığı onu oldukça zorluyor, dengesini bile zorlukla sağlıyordu. Herkes sünneti kılmış, Müezzin Efendi kamete başlamıştı. Ömer billur sesli müezzinin “Allahu ekber” deyişiyle mest olmuş, kendisini o güzelliğe teslim etmişti. ımam efendinin tekbiriyle farza başlamışlardı. Yusuf suresi Ömer’in en çok okuduğu sürelerden birisiydi. Yusuf (a.s) ‘ın sabrı ona örnek olmuş ve hep bu sureden bir şeyler almıştı. ımam Efendi, birinci rekâtta surenin birinci sayfasının yarısına kadar okumuştu ve ikinci rekâtta da kalan yarısını okumuştu. ıkinci rekâttan doğrulurken Ömer dengesini yitirmiş ve arkasına düşmüştü. Hemen yanı başındaki babası da durumu hissetmiş ama namazını bozmamıştı. Ömer en çok istediği mekânda en çok istediği şehitliğe ulaşmıştı. Hem Allah’ın misafiriyken, hem O’nun huzurunda ruhunu teslim etmişti. Yıllarca her namazının arkasından yaptığı dua buydu. Annesi ona Ömer ismini verirken, Hz. Ömer gibi olmasını istemişti. Ve Hz. Ömer gibi camide şehit olarak huzura çıkacaktı. Namaz biter bitmez Hasan Bey, yavrusuna bakmış ama vefat ettiğini hemen anlamıştı. Cenazesi bile tebessüm ediyordu Ömerciğin. Hasan Bey ve Kürşat Bey, bir taraftan ağlıyor bir taraftan da bu küçük şehidin güzelliğine bakıyorlardı. Hasan Bey, yavrusu yaşıyormuş gibi aynı hassasiyetle kucağına aldı ve ambulansa koydu. Büyük heyecanla geldikleri camiden derin bir sükûnetle ayrıldılar. Kürşat Bey’in evinin önüne geldiklerinde Hümeyra Hanım sessiz adımlarla ambulansa geldi. Ambulansta ne göreceği ana yüreğine doğmuştu sanki. Yavrusunu hiç bu kadar güzel görmemişti. Adeta bir melek gibiydi. Yavrularını alarak köylerine geri döndüler. Kürşat Bey de küçük arkadaşıyla beraber gitti. Ömer, onun için küçük bir çocuk değildi, onun namaz kılmasında ve ıslam yoluna girmesinde bir rehber vazifesindeydi. Küçüktü ama takvalı bir yavrucaktı. Köye geldiklerinde bu acı haberin verilmesi gereken iki kişi daha vardı; Ahmet ve Fatma. Kardeşlerini görmek için ambulansa geldiklerinde acı durumu görmüşler ve hıçkırıklara boğulmuşlardı. Öyle ya, Ömer onlar için çok kıymetli bir kardeşti. Hep yollarını bekleyen, sıcak yuvalarının huzuru, güleç yüzlüsü… O artık yoktu…
Artık Ömer’i son mekânına götürme vakti gelmişti. Hasan Bey, yavrusunu son kez kucağına alarak kabrine indirdi. Hasan Bey ve Hümeyra Hanım son derece metanetliydi. Çünkü yavruları Allah’ın verdiği sıkıntıya bir kez olsun isyan etmemiş, hep şükürle karşılamış ve hep örnek bir yavru olmuştu. Yüce Yaratıcı onun bu sabrını daha dünyadan göçerken göstermiş ve mertebelerin en güzeline, şehitliğe yükseltmişti. Bir anne, bir baba daha ne isterdi ki…
Ömer, Hz. Ömer gibi yaşadı ve Hz. Ömer gibi şehit oldu. Kürşat Bey, Ömer’in ona yaptığı duayı hatırladığında gülümsüyor ve diyordu ki:
Kürşat: Rabbim sana komşuluğu nasip etsin.
Öyle ya! Bu güzel insanın komşuları da güzel olacaktır. Kim bilir belki, Resulullah’ın komşusu Ömer, Ömer’in komşusu da Kürşat Bey olur. Kim bilir!
Cami aşkı! Allah’ın evini garip kimsesiz bıraktığımız bu yüzyılda her Müslüman’ın taşıdığı büyük bir vebaldir. O ev ki, sahibi büyük mükâfatlar sunuyor. Camiye giderken attığınız her adıma sevap veriyor. Kıldığınız namazı reddetmiyor. Olur, da O’nun evinde ölürseniz hesaba çekmiyor. Bu ev garip, öksüz bırakılır mı? ınsan gafil olunca bomboş bırakılır. Aynı bizim yüzyılımız gibi…
Son..