Yahudi padisahın hikâyesi
Yahudiler içinde zâlim, sa düsmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padisah vardı.
325. sa’nın devriyle, nöbet onundu. Mûsâ’nın canı oydu, onun canı Mûsâ.
Sası padisah, Allah yolunda o iki Allah demsâzını birbirinden ayırdı.
Usta, bir sasıya “yürü, var, o siseyi evden getir” dedi.
Sası,”O iki siseden hangisini getireyim? Açıkça söyle dedi.
Usta dedi ki: “O iki sise degildir. Yürü, sasılıgı bırak fazla görücü olma!”
330. Sası, “Usta, beni paylama. Sise iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki sisenin birini kır!”
Çırak birini kırınca ikiside gözden kayboldu. nsan tarafgirlikten, hiddet ve sehvetten sası olur.
Sise birdi onun gözüne iki göründü. Siseyi kırınca ne o sise kaldı, ne öbürü!
Hiddet ve sehvet insanı sası yapar; dogruluktan ayırır.
Garez gelince hüner örtülür. Gönülden, göze, yüzlerce perde iner.
335. Kadı kalben rüsvet almaya karar verince zâlimi, aglayıp inleyen mazlûmdan nasıl ayırtedebilir?
Padisah, yahudice kininden dolayı öyle bir sası oldu ki aman Ya Rabbi, aman!
Musa dininin koruyucusuyum, arkasıyım diye yüz binlerce mazlûm mümin öldürttü.
Vezirin padisaha hile ögretmesi
Padisahın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki hile ile suyu bile dügümlerdi.
Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padisahtan gizlerler.
340. Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd agacı degil ki!
Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dısı, sana malûmdur ama içi aksine.”
Padisah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne?
Ne yapalım ki dünyada ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi
Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulagımı elimi kestir; burnumu, dudagımı yardır!
340. Ondan sonra beni dar agacına götür. O esnada bir sefaatçi suçumun affını dilesin.
Bu isi dört yol agzı bir yerde, tellâl pazarında yaptır.
Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir sehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlıgı sokayım.
Vezirin Hıristiyanlara hilesi
Bu halde diyeyim ki: ben gizli Hıristiyanım; ey sır bilen Allah; sen benim gönlümü bilirsin!
Padisah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.
350. Dinimi padisahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim.
Padisah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.
Dedi ki: “ Senin sözlerin, içinde igne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var.
Ben, o pencereden halini gördüm; artık lâfını dinleyemem.”
Eger sa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parça parça ederdi .
355. sa için basımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim.
sa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vâkıfım.
O pâk dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.
Allah’ya, sa’ya sükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk.
Belimizi zünnarla bagladıgımızdan beri Yahudiden ve Yahudilikten kurtulduk.
360. Ey halk; devir, sa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!”
*Vezir, bu hileyi, padisaha sayıp dökünce padisahın gönlünden endiseyi tamamiyle giderdi.
Padisah, vezire, vezir ne dediyse yaptı.Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı sasırıp kaldı.
Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü.Vezir de ondan sonra halkı davete basladı.
Hıristiyanların vezirin hilesine inanmaları
Yüz binlerce Hıristiyan, azar azar ozun etrafına toplandı.
O, onlara gizlice ncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.
365. Görünüste din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatıs, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı.
Bunun için (gizli hileyi anlamak müskül oldugundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin
hilesini sorarlar;
“ Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıstırır?” derlerdi.
Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar;”Apaçık ayıp hangisidir?”diye kötü huyları
sorarlardı.
Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla,zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.
370. Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaız ve beyana hayran olurlardı.
Hıristiyanların vezire uymaları
Hıristiyanlar tamamıyla ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki?
Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu sa’nın halifesi sandılar.
O ise hakikatte tek gözlü melûn Deccâl’dı. Ey Allah, feryadımıza yetis; sen ne güzel yardımcısın!
Ey Allah, yüz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmıs halis kuslar gibiyiz.
375. Her an yeni bir tuzaga tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer dogan ve simurg olalım.
Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın. Ey gani ve müstagnî Allah, biz yine bir tuzaga dogru
gitmekteyiz!
Biz bu ambarda bugday biriktirmede, toplanan bugdayı yine kaybetmekteyiz.
Biz, bu vahsi mahlûklar toplulugu, düsünmüyoruz ki bugdayın noksanlasması farenin hilesindendir.
Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harab olmustur.
380. Ey can, önce farenin serrini defet, sonra bugday biriktirmeye çalıs, çabala!
O büyükler büyügünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz.”
Eger bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet bugdayı nerde?
Her günlük azar azar sadikane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor?
Çakmak demirinden birçok ates yıldızı sıçradı, o yanmıs gönül, onları kabul edip çekti.
385. Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta.
Onları, felekte bir çırag parlamasın diye, birer birer söndürmekte.
*nayetlerin bizimle oldukça o bayagı hırsızdan bize nice ve ne vakit korku olabilir?
Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok!
Her gece ten tuzagından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin.
Ruhlar, her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hâkimi,ne de mahkûmu olmayarak feragate ulasırlar.
390. Geceleyin zindandakilerin izndandan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten
haberdar degildirler.
Ne gam var, ne kâr ve ne zarar düsüncesi.Ne bu filân kadının hayali, ne o filân erkegin kuruntusu!
Ârifin hali , uyanıkken de budur, Allah”onlar uykudadırlar” dedi, bunu inkâr etme.
Onlar, gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar;Rabb’in elinde evirip çevirdigi kalem gibidirler.
Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.
395. Allah, ârifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı
(gaflete dalıp ârifi anlamadılar).
Onların canı:sırrına akıl almaz sahraya gitti.Ruhlarıda istirahatte, bedenleri de.
Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzaga çeker, hepsini teklif kaydine düsürürsün.
*Sabah vaktinin nuru bas kaldırıp felegin altın gerkesi kanat çırpınca,
Sabahı zuhura getiren, srafil gibi, herkesi o diyardan sûret âlemine getirir;
Yayılmıs ruhları cisim yapar, her cismide tekrar gebe bırakır.
400. Can atlarını egersiz kor; bu, “uyku ölümün kardesidir”sırrıdır.
Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bagla baglar.
Tâ ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire.
Keski Eshâb-ı Kehf gibi, yahut Nûh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı.
Da bu fikir, bu göz ve kulak;su uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı.
405. Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanıbasında ve önündedir.
Magara da , dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulagında mühür var?
Halifenin Leylâ’yı görmesi
Halife, Leylâ’ya dedi ki:”Sen o musun ki Mecnun, senin askından perisan oldu ve kendini kaybetti.
Sen baska güzellerden güzel degilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun degilsin” diye cevap verdi.
Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklıgı uykusundan beterdir.
410. Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dag arasındaki bogaz ve geçit gibidir.
Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan.
Ne temizligi kalır, letâfeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu!
Uyumus ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konusur;
Uykuda Seytan’ı Hûri gibi görür, sonra sehvetle Seytan’a erlik suyu döker.
415. Nesil tohumunu çoraga dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar.
O rüyadan elde ettigi bas agrısı, sersemlik beden pisligidir. Ah, o zâhirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı
olmayan hayalden!
Kus havadadır, gölgesi yerde kus gibi uçar görünür.
Ahmagın biri, o gölgeyi avlamaya kalkısır, takati kalmayıncaya kadar kosar.
O gölgenin havadaki kusun aksi oldugundan; o gölgenin aslının nerde bulundugundan haberi yok!
420. Gölgeye dogru ok atar. Bu arastırma yüzünden okluk bombos kalır.
Ömrünün oklugu bosaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında kosmada yandı eridi!
Bir kisinin dadısı, Allah gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır.
Allah’ya kul olan, Allah gölgesidir. O bu âlemden ölmüs, Allah ile dirilmistir.
Fırsatı kaçırmadan ve süphe etmeksizin onun etegine sarıl ki âhir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.
425. Allah gölgeyi nasıl uzattı (âyeti) evliyanın naksidir. Çünkü velî , Allah günesi nurunun delilidir.
Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!
Yürü, gölgeden bir günes bul. Sah Sems-i Tebrîzî’nin etegine yapıs!
Bu dügün ve gelinin bulundugu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor!
Haset, yolda gırtlagına sarılırsa... bil ki blis’in tugyanı hasettedir.
430. Çünkü o, haset yüzünden Âdem’den arlanır... Kutlulukla haset yüzünden savasır.
Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kisi ki yoldası, haset degildir.
Bu beden, haset evi olagelmistir. Soy sop hasetten bulasık bir hale düser.
Ten haset evidir ama Allah, o teni tertemiz etmis, arıtmıstır.
“Evimi temizleyin” “âyeti” beden temizligini bildirir. Bedenin tılsımı topraga mensupsa da hakikatte nur
definesidir.
435. Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır.
Allah erlerinin ayakları altına toprak ol! ,bizim gibi sen de hasedin basına toprak at!
Vezirin haset etmesi
O vezircigin yaratılısı hasettendi, onun için abes yere kulagını, burnunu yele verdi!
O ümitle ki haset ignesinden akan zehirle mahzunları tâ canlarından zehirliye.
Hasetten burnunu koparan kisi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.
440. Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulundugu tarafa götürsün.
Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.
Bir koku alıp onun sükrünü eda etmiyen kimse, küfranı nimet etmis ve kendi burnunu mahveylemistir.
Hem sükret, hem sükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedî hayat kazan!
Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Allah kullarını namazdan menetme.
445. O kâfir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıstırmıstı!
Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması
Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karısmıs bir tat sezdiler.
O, garezle karısık lâtif sözler söylemekte, gül sulu seker serbetinin içine zehir dökmekteydi.
Sözünün dıs yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevsek ol demekteydi.
Gümüsün dısı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir.
450. Ates, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptıgı isin sonundaki karanlıga bak!
Yıldırım, bakısta sâf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamastırmak) onun
hassasıdır.
Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan baskaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul
etmisler,ona uymuslardı).
Vezir, padisahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında sa’ya uyanlara penah oldu.
Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda
ediyordu.
Padisahın vezire gizlice haber göndermesi
455. Padisahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padisah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu.
*Nihayet muradının hâsıl olması, hıristiyanların topragını yele vermesi için.
Padisah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar”diye mektup yazdı.
Vezir de “Padisahım; iste simdicik sâ dinine fitneler salma isindeyim” diye cevap verdi.
Hıristiyanların on iki kısmı
Hükümetleri zamanında, sâ kavminin on iki emîri vardır.
Her fırka bir emîre tâbiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmustu.
460. Bu on iki emîrler kavimleri, o kötü vezire baglanmıslardı.
Hepsi, onun sözüne itimad ediyordu, hepsi onun meslegine uymustu.
O, öl, der demez her emîr hemen o anda ölürdü.
Vezirin ncil ahkâmını karıstırması
Vezir, her emîrin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, baska bir olaydı.
Her birinin hükmü baska bir çesittir. Bu bastan asagıya kadar ona aykırıdır.
465. Birinde riyazat ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Allah’ya dönüsün sartı yapmıs.
Birinde “Riyazat faydasızdır, bu yolda cömertlikten baska kurtulus yoktur” demisti.
Birinde demisti ki: “Senin açlık çekisin, mal verisin mâbuduna sirk kosmadır.
Gam ve rahat zamanında Allah’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.”
Öbüründe demisti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düsüncesi suçtan ibarettir.”
470. Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için degil, aczimizi bildirmek içindir.
Tâ ki onlardan âciz oldugumuzu görelim de Allah kudretini bilelim, anlayalım” demisti.
Öbüründe, “Kendi âczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüs, küfranı nimettir.
Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır.
Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demisti.
Birinde demisti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sıgarsa put olur!”
475. Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüs, meclise mum mesabesindedir.
Eger nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüs olursun” demisti.
Birinde demisti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karsılıgını göresin.
Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur!
Kim, zâhitligi yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”
480. Baska birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılasmıs.
Kolaylastırmıstır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demisti.
Birinde demisti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettigi, merduttur, kötüdür.
Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmustur.
Eger Hak’kın din islerini kolaylastırması, dogru bir yol olsaydı her yahudi ve mecusi, Allah’yı duyar, anlardı”
demisti.
485. Öbüründe demisti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola.
Tabiatın hoslandıgı her sey, vakti geçince, çorak yere ekilmis tohum gibi mahsul vermez.
Onun mahsulü, pismanlıktan baska bir sey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan baska bir sey getirmez.
O zevk, sonunda da önünde oldugu gibi kolay ve hos görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmis bir hale
gelir.
Sen güçlestirilmisle, kolaylastırılmısı, birbirinden ayırdet; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü
de sonuna nazaran.”
490. Bir tomarda da; “Bir üstad ara. Âkıbeti görme hassasını nesepte (sunun bunun soyundan gelmis
olmakta ve bununla ögünende) bulamazsın.
Her çesit din sâlikleri üstad aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın islerin âkibetlerini gördüler, kendi
akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düstüler.
Âkıbet görme; elle dokunmus, örülmüs degildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demisti.
Bir tanesinde demisti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.
Er ol, erlerin maskarası olma; kendi basının çaresine bak sersemlesme.”
495. Bir digerinde; “Bunların hepsi birdir. ki gören kimse sası adamcagızdır” demis.
Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düsünür, meger ki deli olsun!
Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle seker nice bir olur?
Zehirden de, sekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demisti.
O sâ dinine düsman olan vezir bu tarz da, bu çesitte on iki tomar yazdı.
htilaf; gidis tarzındadır, yolun hakikatinde degil
500. O, sâ’nın bir renkte olusundan koku almamıstı. O, sâ küpünün mizacından huy kapmamıstı.
Yüz renkli elbise, sâ’nın sâf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı.
Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik degildir.
Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve nese içindedirler.
Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!
Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padisah, ona benzesin!
505. Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.
Nice ihsan yagmuru yagdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.
Nice kerem günesi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik ögrendi.
Suya ve topraga zatının ısıgı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.
Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devsirirsin.
510. Toprak bu eminligi o eminlikten bulmustur, çünkü adalet günesi ona nur saçmıstır.
lkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açıga vurur?
O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminligi ve bu dogrulugu bir cemada , kuru yeryüzüne
vermistir.
Fâzıl ve ihsanı, kuru topragı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.
Canda, gönülde o cosmaya takat yoktur. Kime söyliyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!
515. Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir tas varsa; onun lûtfiyle yesim tasına
döndü.
Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bagıslayıcıdır, simya ne oluyor ki?
Benim bu ögüsüm, ögmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu ögüs, varlık delilidir, varlık ise hatadır.
Onun varlıgına karsı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Mânasız bir seyden ibarettir!
Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, günesin hararetini tanır, anlardı.
520. Bu zâhiri vucudun Allah’ın varlıgıyla var oldugunu bilmemesi körlügüne delildir.
Vezirin bu hilede ziyana ugraması
Padisah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlıgı vacip olan Kadim Allah ile pençelesiyordu.
Öyle kudretli bir Allah ile pençelesiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.
Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.
Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karsı bir zerre bile degildir.
525. Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız,
mesire yerinizdir.
Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakıs ve sûret, o mânaya settir, mâniadır.
Firavun’un yüz binlerce mızragını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.
Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; sâ’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.
Yüz binlerce siir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karsı ayıp ve âr haline geldi.
530. Asagılık olmayan kisi böyle galip Allah huzurunda niçin ölmesin*
Çok dag gibi gönüller kopardı. Kurnaz kusu, iki ayagından asakoydu.
Akıl ve zekâda kemale ermekle Allah’ya varılmaz. Padisahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kisiden baskasını kabul
etmez.
Hey gidi hey... Çok köse, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kisiye, o öküze (vezire) maskara
oldular.
Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
535. Bir kadının kötü isten yüzü sararınca, utanınca Allah, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı.
Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline gelis, çarpılma degil midir? Be inatçı?!
Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en asagılıklara, su ve çamura dogru gittin.
Akılların bile imrendigi öyle bir varlıgı, bu alçaklık yüzünden degistin.
Simdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet asagı.
540. Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile ugrastın da secde edilmis Âdem’i tanımadın!
Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoglusun, ne vakte dek alçaklıgı seref sayarsın.
Niceye dek “ben âlemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlıgımla doldurayım” dersin?
Dünyayı bastanbasa kar kaplasa günesin harareti, bir görünüste onu eritir.
O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Allah bir kıvılcımla yok eder.
545. O, aslı olmayan hayelleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu serbet haline getirir.
O zan ve süphe doguran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeblerinden dostluk ve
muhabbet belirtir.
brahim’i ates içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar.
Onun sebep yakıcılıgına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!
Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin baska bir hile kurması
O vezir kendince baska bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.
550. Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı.
Halk onun istiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düstükleri için deli oldular.
Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazattan iki büklüm olmustu.
Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düstük, karısıklık içindeyiz. Degnegini yeden birisi olmadıkça körün
ahvali ne olur?
nayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!
555. Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döse” demislerdi.
Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak degildir. Fakat dısarı çıkmaya izin yok.”
Emirler rica ve sefaate, müritler dil uzatmaya basladılar:
“Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmısızdır, dinden de.
Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlıgından soguk soguk ah edip duruyoruz.
560. Biz senin sohbetine alısmısız. Biz senin hikmet sütünle beslenmisiz.
Allah askına bize bu cefayı yapma; lûtfet, bugünü yarına bırakma!
Gönlün razı olur mu, âsıkların, âkıbet istifadesiz kalsınlar?
Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmagın bendini yık!
Ey zamanede nazîri olmayan zat ! Allah askına halkın imdadına yetis!”
Vezirin müritleri defetmesi
565. Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düskünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zâhiri vaizleri
arayanlar!
Bu asagılık duygu kulagına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu basını çözün!
O gizli kulagın pamugu, bas kulagıdır, bu kulak sagır olmadıkça o can kulagı sagırdır.
Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “rciî - Allahna geri dön” hitabını isitesiniz.
Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!
570. Bizim sözümüz isimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur.
Cisim, kurulugu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) dogdu; can sâ’sı, ayagını denize attı.
Kuru cismin yürümesi, kuruya düstü, ama canın yürümesine gelince: Ayagını denizin ta ortasına bastı.
Ömür kuruluk yolunda; gâh dag, gâh deniz, gâh ova asarak geçip gittikten sonra...
Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?
575. Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayısımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçis,
sarhosluk ve yokluktur.
Sen bu sarhoslukta oldukça o sarhosluktan uzaksın. Bundan sarhos oldukça o kadehten nefret eder durursun.
Zâhir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin!”
Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarısları
Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hakîm bu cefayı bize reva görme!
Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde is havale et!
580. Her kusun yiyecegi lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kus bir inciri (bütün olarak) yutabilir?
Çocuga süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!
Ondan sonra disleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.
Henüz kanadı çıkmayan kus uçmaya kalkısırsa her yırtıcı kedinin lokması olur.
Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce, iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.
585. Senin sözün Seytan’ı susturur, senin lûtuf ve keremin, bizim kulagımıza akıl ve fehim verir.
Söyleyen, sen olunca kulagımız, tamam akıldan ibarettir. Madem ki deniz sensin, kurumuz da denizdir!
Ey (sekizinci gökteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balıga kadar her sey, kendisinden nurlanmıs olan!
Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir. Sensiz, biz gögün tâ üstünde bile karanlık içindeyiz. Ey ay! Gayrı
bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin?
Göklerin sûreta yüksekligi var. Mâna yüzünden yükseklik, temiz ruhundur.
590. Sûreta yükseklik, cisimlerindir, fakat mâna huzurunda cisimler, isimlerden ibarettir.
Vezirin “ Halveti terk etmem “ diye cevap vermesi
Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi, can ve gönülden dinleyiniz.
Emin isem, emin adam ittiham edilmez göge ver desem bile!
Eger ben mahzı kemâl isem kemâli inkâr nedir? Degilsem bu zahmet, bu eziyet ne oluyor?
Ben bu halvetten çıkmayacagım çünkü, kalp ahvali ile mesgulüm.”