ıslâm yurdunu koruma ve savunma ılâhî bir görev demektir. Cihad, ıslâm yurdunu koruma görevi bazan farz-ı kifaye, bazan da farz-ı ayın olur. Kesin bir zaruret bulunmadıgı halde, ıslâm ordusuna katılmakla cihada, islâm yurdunu korumaya gönüllü olarak katılmak ılâhî ve vatanî bir ahlâk görevidir.
Dine ve ıslâm varlığına hizmetten daha büyük ne olabilir? Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin."
Onun için Allah yolunda cihad, beden ile olacağı gibi para ve dil ile de olur.
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:
"Cennetin kapıları, kılıçların gölgesi altındadır."
ışte bütün bunlar, ıslâmda askerliğin, dine ve ıslâm yurduna hizmetin ne kadar kıymetli olduğunu göstermeye yeterlidir. Ne mutlu ıslâm askerlerine, ıslâm'ın kahramanı mücahidlerine!..
Nefs ile mücadele de büyük bir cihaddır. Bundan dolayı çok önemli ılâhî bir görevdir. ıslâmiyetin verdiği bir terbiye içerisinde nefsini korumayan kimse, ne kendisine ne de ıslâm yurduna gereği gibi hizmet edemez. Yüksek fedakârlıklar, yüksek bir ıslâm terbiyesi sayesinde meydana gelir. Buna dünya tarihi şahiddir. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz bir savaştan döndükleri zaman ashab-ı kirama şöyle buyurmuşlardı: "Biz şimdi küçük bir cihaddan büyük bir cihada dönmüş bulunmaktayız." Bununla nefisle mücahedeye işaret buyurmuşlardı.
Bir kısım nafile ibadetler de birer ılâhî görevdir. Örnek: Biz, Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için nafile namaz kılar, oruç tutarız. Kalblerimizin nurlanması için zaman zaman Kur'an-ı Kerim okuruz. ımanımızın nurunu artırmak için her şeyde yüce olan yaratıcımızın kutsal isimlerini anarız (zikrederiz). Anlayışlı ve uyanık bir ruha sahib olmak için büyük yaratıcımızın yüce kudretini ve eserlerindeki yüksekliği derin derin düşünürüz. ışte bütün bunlar, birer ılâhî görevdir.