Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.
Alıntı
“Kesb-i şer şerdir; halk-ı şer şer değildir.”
Hayrı da, şerri de yaratan ancak Allah’tır. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yok.
Kaldı ki hayır ve şer dediğimiz, yapılan işin, işlenen fiilin Allah’ın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla ilgilidir. Yâni, bunlar fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alâkalıdır.
şöyle ki:
Konuşma, görme, işitme, yürüme hepsi birer fiil. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allah’tır. ışlenen fiil, ıslâm’a uygun ise ‘hayır’, aksi halde ‘şer’ olur. Zaten Allah’ın birliğine iman eden bir insan, O’nu bütün bu işlerin, bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilir.
ınsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüz’î iradesini o işi yapmaya sarf eder. Neticeyi yaratan ise Allah’tır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil ‘hayır’ olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde başkası tarafından.
Bir misâl verelim:
Görme fiilinin yaratıcısı Allah’tır. Göz fabrikası O’nun, ışık hammaddesi O’nun, görülen bütün eşya da O’nundur. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allah’tır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır” olur, haramsa “şer” olur.
Hayrı da Allah yaratır, şerri de.
şerrin yaratılması şer değildir; şer olan, onu kesb etmek, yani şerri kazanmak, ona yönelmek ve onu irade etmektir. Rahman ismi gibi, Kahhar ismi de güzeldir; güzel olmayan, kahrı gerektiren isyanları işlemektir.
Suç işlemek şerdir, ama suçluyu hapse atmak şer değildir.
Dalâlet fırkalarından birisi olan Mutezile Mezhebinde, şerrin yaratılması, şer telâkki edilir. Buna göre, canilere ceza vermeyi şer kabul etmek gerekiyor. Bu imtihan meydanının bir gereği de, “kul, hayır olsun, şer olsun neyi isterse” Allah’ın onu yaratması değil midir? Hidayet yolunu tercih edenlerde Hâdi, yani hidayete erdirici ismi, sapık yollara girenlerde ise Mudıll, yani “dalâlete düşürücü” ismi tecelli eder. Birincilere yolun doğrusu gösterilmiş, ikincilere ise arzu ettikleri yanlış yol açılmış ve geçmelerine izin verilmiştir. Her iki isim de, her iki tecelli de güzeldirler. Güzel olmayan, hidayeti bırakıp dalâleti tercih etmek, onu istemek, ona yönelmektir.
Nur Külliyatında bu hakikat açıklanırken enteresan bir misâl verilir: Ateş.
Ateşin yaratılması şer değildir; ateşin binlerce faydası bunu ispat eder. şer olan, ateşe temas etmek, onunla yangın çıkarmaktır.
Ateş misâlinin hemen ardından söz şeytana getirilir ve şöyle buyrulur:
“şeytanların icadı, terakkiyat-ı insaniye gibi çok hikmetli neticeleri olmakla beraber, sû-i ihtiyarıyla ve yanlış kesbiyle şeytanlara mağlûb olmakla, ‘şeytanın hilkati şerdir’ diyemez.” (Lem’alar)
Bu misâlin en dikkat çekici yönü, şeytanın da ateşten yaratılmış olmasıdır. Demek ki, ateşe dokunmak gibi, şeytanın vesveselerine kapılmak ve ona mağlûp olmak da şerdir. Yoksa şeytanların yaratılması şer değildir. Zira, bütün manevî terakkilerin temelinde, nefis ve şeytanla cihat etmek yatar.
ıçeriden nefis, dışarıdan şeytan... Bu iki düşmanına rağmen istikamet yolunda giden insan, manen çok terakki eder. Onun ruh ikliminde nice çiçekler açar, nice meyveler yetişir. Demek oluyor ki, nefsin de şeytanın da yaratılmaları güzeldir; güzel olmayan, nefse uymak ve şeytana kanmaktır.
Sorularla Risale-i Nur
Alıntı
“Bütün kusurlar ademden ve kabiliyetsizlikten ve tahripten ve vazife yapmamaktan—ki birer ademdirler—ve vücudî olmayan ademî fiillerden geliyor.” cümlesini açıklar mısınız? Özellikle bu cümlede geçen “ademî fiil” ifadesini?''
Kur`an-ı Kerim’de "Sana gelen iyilikler Allah’tan, kötülükler ise nefsindendir" buyrulur. (Nisa, 79)Görmek güzel şeydir, görmemek ise kötü. Ve yine görmek vücudî bir fiildir, görmemek ise ademî fiil. Görme olayında insanın yaptığı sadece gözünü açmaktır.
Görmemekte ise bütün sorumluluk insanın kendine aittir. Görme için bütün şartlar hazırlanmışken o sadece gözünü kapamak suretiyle görme nimetinden mahrum kalır. Bu mahrumiyette bütün suç gözünü kapayan şahsa aittir.
Cenab-ı Hakkın varlığı her şeyde müşahede edilirken kalp gözlerini kapatanlar bu ademî fiilleriyle iman ve marifet nurundan mahrum kalırlar.
Üstad, “ademi bir şey madum bir şeye illet olur” der ve bir gemi kaptanının görevini yapmamakla geminin batmasına sebep olabileceği örneğini verir. Burada görev yapmamak ademî bir fiildir, bu ademî fiil geminin batmasına, madum olmasına sebep olmuştur.
Bir yazıyı yazmak vücudi, yazmamak ise ademidir. Yazmak için çok şeyler gerekirken yazmamak için bir şey yapmamak kafidir.
Aynı şekilde, her bir ılahî emrin terki de bir adem-i fiildir. Mesela namaz kılmak müsbet bir fiildir, kılmamak ise menfidir, sadece bir terktir.
“Bütün kusurlar ademden ve kabiliyetsizlikten ve tahripten ve vazife yapmamaktan—ki birer ademdirler—ve vücudî olmayan ademî fiillerden geliyor.”
Kusur, kemâlin zıddıdır; ‘noksanlık ve eksiklik’ mânâsına gelir. Adem, ‘yokluk’, vücut ise ‘varlık’ demektir. Buna göre kusur, kemâlsizliktir, kemâlin yokluğudur. Kemâl ise vücut âlemine girer. Mesela, ilim bir kemâldir ve vücut âlemindendir. Cehalet ise ilmin yokluğudur ve bir kusurdur.
Türkçede adem âlemleri, çoğu zaman, ‘siz’ ekiyle, yahut ‘olmayan’ kelimesiyle ifade edilir. Ahlâksız, insafsız, vicdansız, kabiliyetsiz, merhametsiz gibi kelimeler hep adem âlemlerini ifade ederler. Bunların her biri bir vücut âleminin terkinden doğmuşlardır.
ıman vücut âlemindendir, imanı olmayana imansız denilir. Keza, insaf vücut âlemlerindendir. ınsafı olmayana da insafsız denilir.
Diğerleri de aynı şekilde düşünülebilir.
Kabiliyetsizlik de bir ademi, bir mahrumiyeti ifade eder. Taşta görme kabiliyeti yoktur. Dolayısıyla taş bir şey göremez. Görmeme bir kusurdur ve bu kusur, bu noksanlık, ademî bir fiile, yani kabiliyetsizliğe dayanmaktadır.
Ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona raci’ olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir.
ıman eden insan, büyük bir nura kavuşmakla vücut âleminden ulvî bir pay almış demektir. Salih amel işleyen, yani amel âlemini Allah’ın rıza çizgisinde gezdiren insan da kazandığı sevaplarla yine vücut âleminden büyük bir hisse alır.
Burada, ekseriyet-i mutlaka tabirinin kullanılması, bir sonraki cümlede de ifade edildiği gibi, yanlış işleri yapmamak, hatadan uzak durmak, harama yaklaşmamak, şüpheliden sakınmak şeklinde özetleyebileceğimiz takva yolunun da ayrı bir kazanç kapısı olduğuna işaret eder. Meselâ faizden uzak durmak, görünüşte menfî ve ademîdir. Yani burada bir kaçış ve bir mahrumiyet söz konusudur. Ama o kaçışta rızaya koşma gizlidir. Haram kazançtan uzak kalmada, cennetini genişletme serveti yatar. Bunlar ise sübutîdir, vücudîdir.
Ekseriyet-i mutlaka tabiri gösteriyor ki, işlenen salih amel çeşitleri, kaçınılan haramlardan daha fazladır. Kazancın büyük kısmı, işlenen bu salih amellerle elde edilir. Sakınılan haramlar da takva kapısından insana ayrı bir servet kazandırırlar.
Ve insan biri vücudî, diğeri ademî olan bu iki yol ile saadet saraylarını kurar, genişletir, yükseltir; tıpkı bir bitkinin gece ve gündüzden ayrı faydalar edinerek büyümesi, gelişmesi gibi.
Sorularla Risale-i Nur
Alıntı
ırâde-i cüz'iye
Kul, kendi fiilinin yaratıcısı değildir. Kulun elinde ancak ve ancak emr-i itibarî dediğimiz kesb (kulun cüz-i iradesini, niyeti ve kasdı yönünde kullanması) vardır. Zira, Allah’tan başka hakikî tesir, icad sahibi yoktur. Kul bir fiili işlemek talebinde bulunur, Allah da kudretiyle o fiili yaratır. Allah hiçbir kulunu cebirle iş yaptırmaya zorlamaz. Kulunun eline yaratma ve icad kabiliyeti olmayan küçük bir ihtiyar vermiştir. Kul o ihtiyar ile ister, Allah’ın küllî iradesi de kudretiyle tecellî eder ve fiiller böylece yaratılır.
Bu noktada şöyle diyebiliriz. ınsanın elinde gayet zayıf, fakat seyyiât (kötülük) ve tahribatta gayet uzun; iyiliklerde kısa cüz’î iradesi vardır. ınsan, iradesinin bir elini duâya, diğer elini istiğfara (tövbeye) verip, günah ve kötülüklerden kendini çekerek ebedî saadeti kazanabilir. Bediüzzaman’a göre, duâ ve tevekkül (sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’a bırakma), hayra olan isteğe büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe de şerre olan meyilleri keser.
Ancak, insanın, yaptığı kemâlât ve iyilikleri sahiplenmeye hakkı yoktur, çünkü kendi mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın cesedi bile kendisinin değildir. Çünkü kendi san'at eseri değildir. O vücudu yolda bulmuş, yitik olarak mülk edinmiş de değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış, insan almış değildir. Ancak, o vücut, içine aldığı garip san'at, acayip nakışların şahitliğiyle, bir hikmet sahibi yaratıcının kudret elinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarruftan, ancak bir tane insana aittir. mesnevi i Nuriye Risale i Nur
“Ve kezâ esbab (sebepler) içerisinde en eşref (şerefli), en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef’âl-i ihtiyariye (ihtiyarî fiiller) namıyla kendisine mal zannettiği ef’âlin (fiillerin) ekl, şürb (yeme, içme) gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.
“Ve kezâ insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havassının (duygularının) en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal (dahil) edip, onlarla iftihar ediyorsun?
“Ve kezâ şuurî (şuurlu) olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni’-i Zîşuur’dur (şuur sahibi bir Yaratıcıdır). Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın (sebeplerin). Binaenaleyh malikiyet (sahip olma) dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin (iyilik, güzellik) ve kemâlâta (mükemmelliklere) masdar (kaynak) olduğunu zannetme. Ve kat’iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünki sû’-i ihtiyarınla (kötü tercih ve seçmenle), sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun (bozuyorsun). Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin (güzelliklerin) hep mevhubedir (ihsan edilmiş / bağışlanmış); seyyiâtın (günahların) meksûbedir (kazanılmış).” (Mesnevî-i Nuriye, s. 5
Risale i Nur
Öyle ise insanın iyiliklere sahiplenme hakkı yoktur. Kötülüklerden ise sorumludur. ıyilikleri Allah’tan bilmek ve kötülükleri kendi nefsimizden bilmemiz gerekir. Cenâb-ı Allah iyilik ve kötülüğün neticelerini Kitap ve sünnetle bize bildirmiştir. Biz kötü tercihimizin mesuliyetini çekmekle tam bir adalete mazhar oluruz. Allah-u Teâlâ Nisa Sûresinde şöyle buyurmuştur: “Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki Allah’tandır; kötülükten de başına her ne gelirse bil ki bu da sendendir.” (Nisa, s. 79)
Çünkü bir nimetin vücudu, o nimetin umum şartlarına bakar. Hâlbuki o nimetin yokluğu, bir tek şartın yok olmasıyla oluyor. Meselâ; bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin yokluğuna sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzlerce şartın vücuduna bağlı olmakla beraber, illet-i hakikî (hakiki tesir sahibi) olan kudret ve irade-i Rabbaniye (Allah’ın iradesi, dilemesi) ile vücuda gelir. (17. Lem’a)
Demek ki bir fiilin yaratılması için yüz şart gerekirse, bizim meylimiz ve istememiz sadece bir şarttır. Doksan dokuz şart yerine gelse, bir şart eksik olsa o fiilin yaratılması için şartlar tamamlanmamış olur, eksik kalır.
Ancak yüz şart yerine gelse bile, acaba o fiilin yaratılması için yeterli midir? Hayır değildir. Çünkü hakiki tesir sahibi olan Allah’ın iradesi ve kudreti tecellî etmeden o fiil yaratılmaz. Onun için sebeplerin hiçbir tesiri ve icat kabiliyeti yoktur. Bizim irade-i cüz’iyyemiz de sebeplerden sadece birisidir. Allah bizim cüz-i irademizi kendi küllî iradesi ve kudretine bir şart yapmıştır.
Baki ÇıMıÇ
03.11.2006
Alıntı
bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin yokluğuna sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzlerce şartın vücuduna bağlı olmakla beraber, illet-i hakikî (hakiki tesir sahibi) olan kudret ve irade-i Rabbaniye (Allah’ın iradesi, dilemesi) ile vücuda gelir. (17. Lem’a)
Alıntı
ışte, meşiet-i ılâhiye ile vücuda gelen işlerde, "inşaallah, inşaallah" yerinde, bilerek "tabiî, tabiî" demek ne kadar hata ve muhâlif-i hakikat olduğunu kıyas et.