Oysa o yağmuru hiç yoktan yaratan Allah'tır.
Benim esas anlamak istediğim veya anlayıp anlamadığımı görmek istediğim mesele şu;
Yağmur'un oluşması için gerekli rüzgar, toz, buhar, bulutların çarpışması bir illet midir yoksa iktiran mıdır? Mukarenet mi var?
Mesela, ayette deniyor "Hadi olan Allah'tır", Başka bir ayette "siz dilediğinizi hidayete erdiremessiniz. Ancak o dilediğine hidayet verir".
Buradaki Adalet kısmına temas etmiyorum. Zira konumuzla alakalı değil.
Zahirde baktığımızda Hidayet için vesileler vardır. Hidayet ise -Adalete uygun olarak- Rahmetten gelir ve Allah ayette vesileler nazaradan çekerek Rahmeti göstermek murada ediyor.
Muhterem kardeşim,yağmur ile ilgili On Altıncı Lemadan şu bölüm bazı müşküllerimizi çözebilir.Çünkü "Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet vücut, hayat, nur, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i ılâhiye ve meşiet-i hassa-i ılâhiyeye bakar. "sırrı çok hikmetlidir.ışte bu dört şey perdesiz direk Allahın kudretine ve irade-i rabbaniyesine bağlıdır.Sizin bahsettiğiniz "rüzgar, toz, buhar, bulutların çarpışması " ise illet değil sadece "Demek yağmurun mukaddemâtı, mebâdileri var. O mebâdiler, rutubet nev'inden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaipten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule bir vesile olur. " hakikatı gereğince o sebepleri şehadet alemine yağmurun mukaddematı olan işaretler olarak bakmak gerekir.şimdi o bahsi ekleyelim ve tefekkürlere devam edelim inşallah."Aziz, fedakâr, sıddık, vefadar kardeşlerim Hoca Sabri ve Hafız Ali,
Mugayyebât-ı Hamseye dair Sûre-i Lokman'ın âhirindeki âyetin hakkında mühim sualiniz gayet mühim bir cevap isterken, maatteessüf, şimdiki hâlet-i ruhiyem ve ahvâl-i maddiyem o cevaba müsait değildir. Yalnız, sualinizin temas ettiği bir iki noktaya gayet mücmel işaret edeceğiz.
şu sualinizin meâli gösteriyor ki, ehl-i ilhad tarafından tenkit suretinde, Mugayyebât-ı Hamseden yağmurun gelmek vaktine ve rahm-ı mâderdeki cenînin keyfiyetine itiraz edilmiş. Demişler ki: "Rasathanelerde bir âletle yağmurun vakt-i nüzulü keşfediliyor. Onu da, Allah'tan başkası da biliyor. Hem röntgen şuâıyla rahm-ı mâderdeki cenînin müzekker, müennes olduğu anlaşılıyor. Demek Mugayyebât-ı Hamseye ıttıla kabildir."
Elcevap: Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hassa-i ılâhiye ile bağlı ve hazine-i rahmettenhususî iradeye tâbi olduğunun bir sırr-ı hikmeti şudur ki:
Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet vücut, hayat, nur, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i ılâhiye ve meşiet-i hassa-i ılâhiyeye bakar. Sair masnuatta zâhirî esbab kudretin tasarrufâtına perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicap oluyor. Fakat vücut, hayat, nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünkü perdelerin sırr-ı hikmeti o işte cereyan etmiyor.
Madem vücutta en mühim hakikat rahmet ve hayattır.
Yağmur, hayata menşe ve medar-ı rahmet, belki ayn-ı rahmettir. Elbette vesâit perde olmayacak, kaide ve yeknesaklık dahi meşiet-i hassa-i ılâhiyeyi setretmeyecek. Tâ ki, her vakit, herkes, herşeyde şükür ve ubudiyete ve sual ve duaya mecbur olsun. Eğer bir kaide dahilinde olsaydı, o kaideye güvenip, şükür ve rica kapısı kapanırdı.
Güneşin tulûunda ne kadar menfaatler olduğu malûmdur. Halbuki muttarid bir kaideye tâbi olduğundan, güneşin çıkması için dua edilmiyor ve çıkmasına dair şükür yapılmıyor. Ve ilm-i beşerî, o kaidenin yoluyla yarın güneşin çıkacağını bildiği için, gaipten sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz'iyâtı bir kaideye tâbi olmadığı için, her vakit insanlar rica ve dua ile dergâh-ı ılâhiyeye ilticaya mecbur oluyorlar. Ve ilm-i beşerî vakt-i nüzulünü tayin edemediği için,
sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hassa telâkki edip hakikî şükrediyorlar. ışte bu âyet, bu nokta-i nazardan yağmurun vakt-i nüzulünü Mugayyebât-ı Hamseye ithal ediyor.
Rasathanelerdeki âletle bir yağmurun mukaddemâtını hissedip vaktini tayin etmek gaibi bilmek değil, belki gaipten çıkıp âlem-i şehadete takarrubu vaktinde bazı mukaddemâtına ıttıla suretinde bilmektir. Nasıl en hafî umur-u gaybiye vukua geldikte, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kablelvukuun bir nev'iyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü'l-vücudu bilmektir. Hattâ ben kendi âsâbımda bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazan hissediyorum. Demek yağmurun mukaddemâtı, mebâdileri var. O mebâdiler, rutubet nev'inden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaipten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule bir vesile olur.
Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hassa ile rahmet-i hassadan çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü bilmek, ilm-i Allâmü'l-Guyûba mahsustur.(On Altıncı Lem'a )
Bundan sonra illet,mukarenet ve iktiran meselelerinede bakabilirz inşallah.
Selam ve hürmetlerimle.