Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.
Alıntı sahibi ""alkan_unal""
soru bilgisizlikten sorulur..soru soran kişinin ilminden eksikliğine kanaat getirilir.... belki bir hikmeti de bu olsa gerektir....
Alıntı sahibi ""Risale Okuyorum""
Soru sorarak münazaraya girmek, kazanıldığında enaniyet damarını okşar.
Ama sadece cevap verirseniz rekabet araya girmez, hissiyatlar tahrik olmaz. Sadece yardım etmiş olursunuz. Ayrıca ilzam ettiğiniz kişilerin menfi nazarlarını üzerinize çekmezsiniz.
Alıntı
ıkinci nümune: O eski zamanda, Saidin o çocukluk zamanında büyük âlimlerle münazarasını ve o âlimlerin suallerine cevap vermesini, hattâ kendisi hiç sual etmeden âlimlerin en müşkül suallerine doğru cevap vermesini, ben katiyen itiraf ediyorum ve itikad ediyorum ki, o hal ne harika zekâvetimden ve ne de acip istidadımdan neşet etmiş değildir. Ben de biçare, müptedi, sersem, gürültücü bir çocuk iken, hiç böyle, değil büyük âlimlere cevap vermek, belki küçük hocalara, hattâ küçük talebelere de mağlûp olur bir halde iken doğru cevap vermekliğim, katiyen istidadımdan ve zekâvetimden gelmemiş olduğuna kanaat-i katiyem var. Yetmiş senedir de hayret ediyordum.
şimdi ihsan-ı ılâhî ile bir hikmetini anladım ki: Çekirdek gibi, medrese ilimlerine bir ağaç ihsan edilecek ve o ağacın hizmetinde bulunana karşı pek çok rakipleri ve muarızları bulunacak. ışte, bu zamanda, ıslâmlar içinde muhtelif meşrepler ve meslekler sahipleri birbirisini tenkit etmek ve eserine mukabil eserler neşretmek, Mutezile ve Ehl-i Sünnet gibi birbirini kırmak âdetiyle bu zamanda o Nur ağacının hizmetkârının başına vuracak ve rekabet veya meşrep muhalefetiyle en tesirlisi ve en müthişi medrese hocaları olmak lâzım gelirken, Cenab-ı Hakka yüz bin şükür olsun ki, eskiden beri devam etmekte olan o âdete muhalif olarak, Risale-i Nur en ziyade ulemânın damarlarına dokundurduğu halde hocaların Nurlara karşı tenkitkârâne eserler yazamadıklarının sebebi, o zamanda o çocuk Saidin ulemânın suallerine karşı doğru cevap vermesi ulemanın cesaretini kırmış ki, hiçbir yerde kıskanç hocalardan, hem meşrepçe Saide çok muhalif oldukları halde Nur Risalelerine karşı mukabil çıkmamaları, bu halin bir hikmeti olduğuna kanaatim gelmiş.
Yoksa böyle acip bir zamanda ehl-i medresenin itirazı başlasaydı, dinsizlik taraftarları olan gizli düşmanlarımız hem Nurları, hem ulemayı çürütmek için ehemmiyetli bir vesile yapacaklardı. Cenab-ı Hakka hadsiz şükrolsun ki, en ziyade Nurların dokunduğu resmî ulema, aleyhinde bulunamadılar.
Alıntı
Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir." Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: "ı’câz-ı Kur’ân’ı beyan et."
Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.
Madem i’câz-ı Kur’ân’ı bir derece beyan, Sözlerle oldu.....(Mektubat)
Alıntı
Ümmetin lisan-ı hali her vakit sorduğu gibi mükerreren hararetli hamiyet-i ıslamiyeyi taşıyan zatlar benden sual ediyorlar ki: Bu istibdad-ı askeriye-i keyfiye-i küfriyenin tecebbürü ne kadar devam edecek.
Elcevap: "Benim gibi hiç-ender-hiç adamdan böyle şeyler sorulmaz", diyordum."Sen Kur'anın dellalısın" diyorlar."Biz senden Kur'an namına istiyoruz". Ben de bu meseleyi Kur'andan sordum. Kur'an beni en kısa sure olan sûre-i Kevser'e havale etti. Ben o sureden sordum. şu sure dahi beni en ahirki ayet olam "inne şânieke hüve'l ebter"e havale etti. Ben ona müracaat ettim. Dedi:
"Benim hurufatımı say". Saydım.......................(mahrem bir risale)
Alıntı
Kur'an-ı Hakim bana kendinden başka bir üstadıreva görmediği
içindir ki bu sekiz sene içerisinde yalnız bir defa o meşhur tefsiri üstad kabul ettim.Yanlışa düştüm. Kur'an-ı Hakim bana kafi,vafi,şafi bir üstaddır. Evet o yeter. (Rumuzat-ı semaniye)
Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""
şöyle diyelim, 1400 yıldan beri biriken şüpheleri giderecek, ittihad-ı ıslam'a vesile olacak, küfrün belinin kırılmasına bir vesile, Mehdi ismiyle müjdelenen, hidayet ermiş ve hidayete vesile olan bir zat;
ırşad ettiği zaman, iknâ metodu olarak daha çok zihinleri karıştıracak sorularla mağlub etme yöntemini kullanmaz. Kalbi, ruhu, aklı tatmin eden bir tarz lazım. Kur'an'ı , Mehmet Akif'in deyimiyle, asrın idrakine sunmak lazım. Bu da sorularla ikna ve münazarada mağlup etmekle olmaz.
Üstad birsürü münazaraya girdi, bu şekilde meşhur oldu, soru hiç sormadı ki bu aslında büyük bir avantajı karşıya vermekti. Hele ıstanbul şekerci Hanı'nda, "Her mesele halledilir, hiç bir sual sorulmaz" yazısını odasının kapısına asması, "Acaba deli mi?" dedirtti. Her soruya bi iznillah cevap verdi.
ışte, Kur'an'ın elmas hakikatlerinin dellalının da, ism-i Mübin'e mazhar olarak, açıkca anlatması gerekirdi, tabiri caizse -af buyurun- kazık sorularla muhalif fikir sahiplerini mağlup etmesi değil. Yani, Mehdi olması gerekirdi...