Hilm, Allah Rasûlü’ne verilmiş ayrı bir altın anahtar durumundadır. O, bu anahtarla pek çok gönülü açmış ve onlara taht kurmuştur. Eğer O’nun bu hilmi olmasaydı, pek çok hazımsız gönül bir kısım sertliklerle karşılaşacak ve şimdi olduğunun aksine, kimileri ıslâm’a cephe alacak, kimileri de belki bir hisle O’ndan uzaklaşacaktı. Ancak Allah Rasulü’nün hilmiyle ki, bütün bunların önü alındı.. ve koşan koşana herkes gelip ıslâmiyet’e dehalet etti. Evet hilm, Cenab-ı Hakk’ın Habibine verdiği en mümtaz sıfatlardan biriydi.. ve olduğu gibi rahmeti aksettiriyordu. Bu hususu anlatan bir âyette Cenâb-ı Hakk, aynen şöyle buyuruyor:
“O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. şayet Sen, kaba, katı yürekli olsaydın, hiç süphesiz onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. şu halde onları affet; bağışlanmaları için duada bulun! (Umuma ait) işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a dayanıp güven! Çünkü Allah, kendisine tevekkül olanları sever.” (Al-i ımran, 3/159) .
Âyetten de anlaşıldığı üzere hilm, rahmetten geliyor. Eğer Allah Rasulü, kaba ve haşin olsaydı -ki değildir- etrafında bulunanların hepsi dağılıp gidecekti. Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmetidir ki, O’nu yumuşak huylu kıldı. Yani O’nun mayesini öyle mükemmel ve mâhiyetini de öyle halîm kıldı ki, O’na dokunan eller dahi hiçbir zaman incinmedi ve diken bekledikleri anlarda gül buldular. Nerede kaldı ki gönüllerine girdiği ve sinelerine taht kurduğu insanlar O’ndan incinmiş olsun!
Bu âyet Uhud muharebesi münasebetiyle nazil olmuştu. Allah Rasulü, ashabına, her türlü harp takdiğini ve tekniğini hem de en ince teferruatına kadar anlatmış olmasına rağmen, bazılarının emri dinlemedeki inceliği tam kavrayamayışı ve bulundukları mevziyi, emir gelmeden terk edişleri, müslümanların muvakkat mağlubiyetini netice verdi. Belki netice itibâriyle buna tam bir mağlubiyet denemezdi ama mutlak bir gâlibiyet olmadığı muhakkaktı...
Allah Rasulü’nün öldürüldüğü şâyiâsı müslümanların pek çoğunu paniğe sürüklemişti. Bu arada o gün orada Enes b. Nadr gibi düşünenler de vardı. Onlara: “Rasûlullah’ın öldüğü yerde siz niye duruyorsunuz?” 399 diye kükremiş ve gidip canlarını Allah için vermişlerdi. Zaten yol da buydu; Rasûl-ü Ekrem’in öldüğü yolda koşup ruhlarını feda etmeliydiler.
şayet peygamber emr-i istikametinde hareket edilseydi ihtimâl muvaffâkiyete gidilecek ve başarı elde edilecekti. Halbuki gösterilen az bir muhâlefet, neticeyi ne kadar değiştirmiş ve ne kadar vahîm hâle getirmişti! şimdi bu noktada bir lâhza durup düşünelim: Eğer bu cemaatın başındaki lider, Allah Rasulü değil de başka bir insan olsaydı, acaba emir dinlemeyen veya emre muhâlefet eden bu insanlara karşı tavrı ne olurdu? Onlara karşı hiçbir şey olmamış gibi davranabilir miydi? Bir de o, onların maddî ve mânevî liderleri ise.. Evet onlar, bütün doğruları O’ndan öğrenmişlerdi. Hayatlarında yüzlerce defa O’nun her mes’elede isabet ettiğine şahit olmuşlardı. ışte bu zat, daha işin başında onlara, ısrarla yerlerini terketmemelerini ihtar etmişti. şimdi O’nun sözünü dinlememenin cezasını acı acı çekiyorlardı. Verilen onca şehidin yanında yaralanmayan da yok gibiydi. Bizzat, Allah Rasulü’nün başı yarılmış, dişi kırılmış ve vücudu da kan revan içinde kalmıştı. Evet, Allah Rasulü’nün yerinde bir başka lider olsaydı, en azından yüzünde bir sinirlilik veya yine en azından “Ben size şöyle yapın demedim mi?” gibi maziyi hatırlatma kabilinden bir söz, bir davranış sadır olmaz mıydı? Bu en nazik noktada, Kur’ân, O’nun içinden geçmesi muhtemel düşüncelere karşı bir sed oluşturuyor ve O’na, yukarıda zikrettiğimiz âyetle hitap ediyordu.
Bu öyle bir an ve öyle nazik bir durumdu ki, liderden sâdır olabilecek en küçük jest, mimik ve hareket dahi, bu psikolojik hava içinde, normal zamandakilerden çok daha değişik tesirler icrâ edebilirdi. Onları kırıp gücendirebilecek en küçük bir hareketten dahi kaçınılması gereken böyle bir dönemde, Kur’ân, Allah Rasûlü’ne hitaben: “Eğer onlara karşı sert ve kaba olsaydın -ki kat’iyen öyle değilsin- senin etrafından dağılıp gideceklerdi” (Âl-i ımrân, 3/159). Halbuki sahabi eski tavrını hiç mi hiç değiştirmiş değildi; Allah Rasûlü’nün etrafında pervâne gibi dönüp duruyorlardı.