Fıkıh, kelâm, tefsir, Arapça sarf-nahiv gibi ilimlerin tahsili yapılmadan ve sağlıklı bir muhakemeye sahip olmadan bunlarla haşir neşir olunmasını tavsiye etmiyorum, kafanız karışabilir. Eskiden okuyordum, şimdi okumuyorum onun kitaplarını, isterse Ahmed Hulusî'nin müridleri bana kızsın.
Risale-i Nurlarla iktifa ediniz. Asrın müceddinin yanında o devrin en büyük velileri ufak kalır. Üstad "Yaşamadığım bir şeyi yazmadım." derken Ahmed Hulusî 'nin neşrettiklerini
en azından "arızalı keşif" olarak görüyorum. Üstad, evliyaların keşiflerinde arızalar olabileceğini söylüyor. Ahmed Hulusî' evliyadır-değildir diye münâkaşa çıkartmaya niyetim yok.
Bu çalkantılı ahirzamanda, Üstad varken, hele risaleler okunup anlaşılmamışken, okuyanlar ve istifade edenler risalelerin tamamen keşfedilmemiş hazine olduğunu ve Kur'an 'ın malı olması sebebiyle sürekli feyz verdiğini, okumaktan bıkılmadığını bi'l-ittifak söylemişken, bunların peşine düşülmesine 'hevesat, cazibesi olan şeylere kapılmak' nazarıyla bakıyorum.
D.B Tercüman gazete Re'fet Kavukçu abinin yazdığı kitaptan iktibas ve alıntı bir yazı dizisi çıkardı, tevafuka bakın, bugün bu vardı:
Stajyer bir avukat, Eskişehir hapsindeki çalışması sırasında Bedîüzzaman'la görüşür ve "Takip ettiğim kadarıyla sizde herhangi harika bir hal görmedim. Eğer gerçekten varsa, bana da gösterir misiniz? Meselâ elinizdeki tesbihi yürütebilir misiniz?" der.
Bunun üzerine Bedîüzzaman Hazretleri tebessüm eder ve şu hikâyeyi anlatır:
"Bir adamın çok sevdiği bir çocuğu varmış. Ona çok değerli bir hediye almak için kuyumcu dükkânına götürmüş. "Elmas ve mücevherlerden hangisini istersen sana alayım.' demiş. Kuyumcu, dükkânının daha cazip olmasını temin için dükkânın tavanına çeşitli renkte balonlar asmış. Çocuk dükkâna girince gözü balonlara takılmış ve "Baba ben bu balonlardan istiyorum' deyince, babası "Oğlum ben sana daha kıymetli mücevherlerden almak istiyorum' dediyse de çocuk "Hayır ben balon istiyorum' diyerek ağlamaya başlamış."
Bedîüzzaman bu hikâyeyi anlattıktan sonra avukata dönüp; "Ben Kur'ânın mücevherat dükkânının dellâlıyım, bekçisiyim. Ben baloncu değilim. Benim dükkânımda, benim pazarımda Kur'ân'ın ölümsüz elmasları var. Ben onları satıyorum, balon satmıyorum" diyerek Kur'ânî davasının hakikatini bir hikâyecikle anlatmış olur..."(D. B. Tercüman)
Üstad risaleler için "Ne şarkın ulumundan, ne garbın fünunundan, Kur'an'ın i'caz-ı manevî'sinin tereşşuhatından." diyor. Ayrıca lahika mektublarıdan birinde "Eski Said, her gün 1 cilt kitabı müteala ederek okurdu. Fe lillahi'l-hamd, Yeni Said yıllardır Risale-i Nur ile iktifa ediyor." diyor.
şimdi can alıcı bazı hususlara değinmeden edemeyeceğim.
Üstad, Eski Said iken de, çok faziletli, ilmi umman gibi bir zat ve büyük bir evliya idi. Okuduğu kitaplar ise avamın kaldırabileceği cinsten değildi, üstelik okuduğu bazı kitaplar vardı ki, onları okumak için Muhyiddin-i Arabî'nin k.s. 'Bizim makamımızda olmayanlar kitaplarımızı okumasınlar.' sözünü anlamak gerekiyordu.
Böylesine kitapları her gün 1 cilt okuyan büyük velî, mürşid, müceddid-i âhirzaman 'Risale-i Nur'da ne vardı da onları bıraktı, sadece Risale-i Nur ile iktifa etti?
Böylesine büyük bir zatın, böylesine bir sözü varken, ilminden ve bazı hususiyetlerinden şüphe ettiğim (su-i zan değil, şüphe, zira tabi olacağım adamın beni tatmin edecek hususiyetleri olmalı) arızalı keşiflerine niye yöneleyim? Kaldı ki, kafamı karıştırmak istesem, Fususü'l-Hikem gibi kitapları okurum.
Kısaca; Üstadın "Madem ben sizinle talebe olarak iktifa ediyorum, siz de Risale-i Nur ile edin." nasihatını tutalım.
Ne istediğimizi bilelim, cazibeye kapılıp da şaşmayalım, Risale-i Nur ile iktifa edelim.