Slma arkadaslar,
degindiginiz konular cok kapsamli meseleler. bu acidan simdilik Süleyman kösmenenin toparlama fikirlerini alinti yapma faydalidir.
Daha sonra tekrar bu konuda yavas yavas ilerleyebilirz.
Acizane SemiNur2003
1.Bölüm
Mezhep, kelime olarak “gidilen yol, benimsenen tarz, tercih edilen usûl, seçilen metot, takip edilen anlayış, tutulan görüşler zinciri, taraf olunan meslek, açılan ve iştirak edilen çığır” mânâlarındadır. Her dinde, her inanç gurubunda, her sistemde farklı mezheplerin, muhtelif mesleklerin ve alternatifli tercih biçimlerinin bulunması insan aklının, yaratılışının ve fıtratının bir gereğidir. Nitekim insan, farklı tercihler ve alternatifler içinden kendisine en uygun olanı, kendi fıtratı ile en uyumlu olanı ve kendi derdine en iyi çare olanı daha rahat arayıp bulabilmektedir.
Dînimizin içindeki hak mezhepler, eğer bir konuda birleşmişlerse baş göz üstüne. Eğer birleşmemişlerse, farklı birer tercih ve alternatif sunuyorlar demektir. Her ne kadar bir çoğumuz bilerek bir mezhebi seçmiş değilsek de, toplum ve medenî anlayışımız olarak karakterimize ve mîzaç alt yapımıza uygun tercihin yapılmış olması bize ancak kolaylık sağlamıştır. Tercihimizi değiştirmemiz de mümkün şüphesiz. Bir mezhepten diğerine her zaman geçiş yapabilmekteyiz. Yeter ki hak mezhep olsun, yeter ki doğru meslek olsun. ıslâm’ın dört mezhebinin de hak olduğunda ise aslâ şüphemiz yoktur. Geçiş için, geçmek istediğimiz mezhebin görüş ve içtihatlarını öğrenmemiz ve bununla amel etmeye karar vermemiz yeterlidir.
Kur’ân, ortaya bir temel ve ana şablon koymuş; bu şablondan Peygamber Efendimiz (asm) bir ıslâmiyet çıkarmış ve bunu yaşamıştır. Biz, Kur’ân’ın hükümlerine “farz” demekteyiz. Allah Resulü (asm) bu hükümleri hayata geçirirken, vahiyden aldığı işâretlerle bir şablon da kendisi çizmiştir ki, buna da sünnet diyoruz. Gerek yer yer Kur’ân’ın hükümleri, gerekse Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) yaşadığı ıslâmiyet, alternatif tercihlere kapı açacak bir genişlik içindedir. Bu genişlik ise sadece kolaylık ve rahmet olmuştur [...]
Allah’ın, Kur’ân’da sadece temel hükümleri beyan etmekle yetinişi ve çok detaylı bir şablon çizmeyişi, bizim için rahmetten ve kolaylıktan ibâret bir ılâhî tasarruftur şüphesiz. Çünkü çok detaylı bir şablon çizilmiş olsaydı; bütün incelikler, bütün detaylar, bütün teferruâtlar Kur’ân’da bulunsaydı, bu defa bütün detaylar da “farz” olacaktı, yani kesin ılâhî emir olacaktı. Ve biz buna güç yetiremeyecektik. Meselâ, abdestin, namazın, orucun, zekâtın, haccın sünnetleri, müstehapları, mendupları ve âdâbı “farz” olsaydı, içinden çıkabilir miydik? Peygamber Efendimizin (asm) farz olur endîşesiyle terâvih namazını pek fazla mescitte kılmayışının hikmetini düşünelim.
Peygamber Efendimiz (asm), birer kurtuluş reçetesi olan farzları yaşarken, “olabilecek alternatifleri” de bilfiil yine kendisi göstermiştir. ışte hak mezhepler, içtihatlarını bu alternatiflere dayandırmışlardır. Demek, hak mezheplerin içtihatları arzî değil, semâvîdir; kişisel görüş değil, Kur’ân’a ve sünnete uygundur.
Meselâ Kur’ân’da “tuvaletten gelmek ve kadına dokunmak” birer abdest veya teyemmüm sebebi sayılır.2 Tuvaletten gelmek konusunda ihtilaf yoktur. Fakat “kadına dokunmak” fiilini mezhepler tartışmışlardır. Bu nasıl bir dokunuştur ki, daha sonra temizlenmeyi gerektirmektedir? Peygamber Efendimizin (asm) uygulamalarına bakmışlardır. Görmüşlerdir ki, Allah Resûlü (asm) kadınlara karşı tutum ve davranışlarında oldukça titiz ve oldukça saygındır. Kadınları rahatsız edici ve taciz edici hiçbir hareketi tasvip etmemiş, tecâvüze meydan verecek bütün kapıları kapamıştır. Allah Resûlü (asm) kişinin bütün hulûs-u kalbiyle Allah’a yönelmesini istemiştir. şâfiî Mezhebi bu “dokunuş” ibâresini, böyle bir “sıkı tedbir” fiiliyle birleştirmiş ve kadına dokunulduğunda abdestin bozulacağı hükmüne varmıştır.
Fakat aynı âyetlerde cünüplükten de bahsedilmesi ve Peygamber Efendimizin (asm) bazen kadınlarına el temasında bulunduğu halde namazına devam etmesi Hanefî Mezhebini farklı bir içtihada yönlendirmiştir. Bu mezhebe göre, bu âyetlerde geçen “dokunma” ibâresi “cinsel temas” demektir. Nitekim normal el değmelerinde Peygamber Efendimiz (asm) kimi zaman yeniden abdest almamıştır.3 Öyleyse, normal dokunuşlarda bu mezhebe göre abdest bozulmamaktadır.
Üstad Bedîüzzaman’ın ifâdesiyle her iki görüş ve içtihada da insanlık ihtiyaç duymaktadır. Nitekim, bazı hassas mîzaçlı insanlara “normal dokunuş” zarar verebilmektedir. ışte onlara şerîat şâfiî Mezhebi diliyle demiştir ki: “Abdest bozulur; temas etme!” Toplum içinde yaşayan, medenî bir tabiat kazanmış olan ve kendini muhafaza edebilen bir kısım insanlara ise şeriat, Hanefî Mezhebi diliyle ruhsat vermiştir.4
Dipnot:
1- Enbiyâ Sûresi, 21/107;
2- Nisâ Sûresi, 4/43; Mâide Sûresi, 5/6;
3- Nesâî, Tahâret, 120; 121; Tirmizî, Tahâret, 63;
4- Sözler, s. 448.1
2.Bölüm
Allah’ın farz olan emirleri ile sâir emirlerindeki öncelik derecelerini ancak Peygamber Efendimiz’in (asm) hayatından bulup çıkarabiliriz. Bunun için de Peygamber Efendimiz’in (asm) hayatını amel bakımından büyük bir duyarlılıkla incelememiz gerekir. ışte mezhepler bizim yerimize bunu yapmışlar; Peygamber Efendimizin (asm) yaşadığı hayatı ve amellerini büyük bir titizlikle ele almışlar, incelemişler, tasnif etmişler; içinden Allah’ın kesin emirleri olan farzlar ile vâcipleri ve sünnetleri bulup çıkarmışlar; bize yaşanır bir ıslâmiyet bırakmışlardır. Bu bakımdan, mezhepler bizim için büyük bir kolaylık unsuru ve rahmet vesîlesi olmuştur. Biz, doğuştan kendimizi içinde bulduğumuz bu yaşanır dîn için, bugün, mezhep imamlarına ancak duâ borçluyuz.
Öyleyse, amel mezheplerini, kökü bin dört yüz sene öncesine dayanan birer “fıkıh enstitüsü” bilmeliyiz. Bu enstitülerden birisine tâbi olmayı da “zorunluluk” saymalıyız. Çünkü dîni başka türlü doğru yaşamamıza imkân yoktur. Çünkü dînimizin öz kaynakları olan âyetler ve hadisler üzerinde “amel” hususunda en fazla alın teri harcayan ve titiz çalışmalar yürüten kurumlar, amel mezhepleridirler.
Bizim bugün, amellerimizdeki farzları, vâcipleri, sünnetleri yerli yerine oturtmamız ve doğru amel yapmamız mezheplerin bu titiz çalışmaları ile mümkün olmuştur. Mezheplerin titiz çalışmalarını görmezden gelerek, Peygamber Efendimiz’in (asm) yaşadığı ıslâmiyet’e bin dört yüz sene sonra bugün, biz ulaşmaya kalksaydık, doğru ıslâmiyet’i bulamazdık. Çünkü ulaşamazdık. Ulaşsaydık da amel etmeye dönük doğru bir tasnif yapamazdık. Hepsini yaşamaya kalktığımızda ise, altından kalkamazdık!
şu halde, ıslâm dînini doğru yaşamak için amel mezheplerinden birine bağlanmamız şarttır. Mezhebe bağlılık ise “tam” olmalıdır. Biraz ötekinden, biraz berikinden mantığı ile “doğru amel”i bulamayız. Zarûret varsa her mezhepten yararlanmamız mümkündür. Ancak zarûret yoksa, bir mezhebe bağlanmalı, o mezhebin hükümleri ile amel etmeli ve bununla yetinmeliyiz. ımama uyan birisinin Fâtiha sûresini okuması hususunda bağlı bulunduğumuz mezhebin hükmü, görüşü ve içtihadı ne ise, bizim bununla amel etmemiz gerekir ve azimet olarak bize bu yeterlidir.
Süleyman KösmeneFıkıh Köşesi - www.fikih.info