Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "NURUNALANUR"

Mesajlar: 19

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci-ilahiyat

Hobiler: kitap-ilim-bilgisayar-her türlü faydalı faaliyetler

  • Özel mesaj gönder

1

16.11.2004, 19:52

Namaz nedir?

Belki bilenlere çok garip gelecek ama bu soruyu soruyorum. Namaz nedir? Aydınlatabilir misiniz? Saygılar...
...:::...Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed...:::...

2

16.11.2004, 23:19

Sorularla ıslamiyet com'a sorduğum bir soruya aldığım bir cevaptır


ıBÂDETLERıN HULÂSASI: NAMAZ
"Namaz Dînin Direğidir." (Hadîs-i şerîf meâli)

Namaz Nedir, ınsan ıçin Ne Mânâ ve Ehemmiyeti Vardır?

Namaz, muayyen vakitlerde hususî hareket ve okuyuşlarla yerine getirilen bir ibâdettir.

* Namaz, ıslâm'ın îmandan sonra gelen en mühim emridir; dînin direği ve Müslümanlığın temel taşıdır. Namaz, îmanın alâmetlerindendir.

* Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet, ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir.

* Namaz, Allah'ın kudretini idrâk eden ve büyüklüğü karşısında hayranlık duyan insanın, bu hürmet ve hayranlığını en münasip söz ve hareketlerle dile getirmesidir. Yahut da aynı hareketleri tekrarlamak suretiyle bu hürmet ve hayranlık duygularını kuvvetlendirmesidir.

* Namaz, kulun günde 5 defa Yaradanın huzuruna çıkması, divanında durması demektir. Bu yüce divanda, arada hiçbir vasıta olmadan her türlü dilek ve ihtiyacını, kul, bizzat Allah'a arzeder, O'na sığınır, yalnızca O'ndan yardım diler. Böylece Peygamberimizin, Mi'rac'da gerçekleşen Allah ile mülâkatı hâdisesi, namaz içinde sembolik olarak yaşanmış olur. Bu sırra işaret için, Peygamberimiz, "Namaz mü'minin mi'râcıdır" buyurmuştur.

* Namaz mahlûkatın bütün ibâdet şekillerini bir araya toplayan özlü bir ibâdettir. Kur'ân-ı Kerîm'in ifadesine göre, kâinattaki bütün mahlûkat Allah Teâlâ'yı, devamlı olarak zikir ve tesbih etmektedir: "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı tesbih etmesin [Allah'ı zikretmesin ve Allah'a ibâdet etmesin]. Fakat siz onların bu tesbih [ve ibâdetlerini] anlayamazsınız." (el-ısrâ: 44). Yeryüzünde insan dışındaki canlılara baktığımız zaman esas olarak üç şekilde görürüz: Dik olarak ayakta duranlar: Bitkilerin çoğunluğu ile iki ayaklı hayvanlar gibi. Yarı ayakta, yani, eğik olarak duranlar: Dört ayaklı hayvanlar gibi. Yerde sürünenler: Sürüngen hayvanlarla bâzı bitki çeşitleri gibi. Bu saydığımız mahlûklar, yukarıdaki âyetin ifade ettiği ibâdetlerini, bulundukları şekilleriyle yapmaktadırlar. Fakat insan oğlu namaz kıldığı zaman, bu mahlûkların ayrı ayrı olan ibâdet şekillerini namazı içinde birleştirmektedir. Nitekim, namazın bir kısmı ayakta (kıyam), bir kısmı yarı ayakta, eğilerek (rükû') ve bir kısmı da yerde (secde) yapılmaktadır. Bu da göstermektedir ki, namaz, Allah'a ibadet şekillerinin hepsini kendinde toplayan en mükemmel ibâdet hâlidir. Melekler de, diğer varlıklar gibi, yalnız bir şekil ile Allah'a ibâdet ederler. Bu da yukarıda belirttiğimiz gibi ya kıyam, ya rükû' ya da secde hâlinde bir ibâdettir. ınsan ise yüksek yaratılışı icabı olarak meleklerin ibâdet şekillerini de kendi ibâdeti içinde birleştirerek Allah'a kulluk vazifesinde bulunmaktadır.

* Namaz, Allah'ın yüce şânını ve sonsuz kudretini terennüm eden en güzel şekil ve kelimelerden meydana gelmiştir: Namazın içinde, tekbir, tevhid, tesbih, medh ü senâ, hamd, şükür, hürmet, tevazu', tazarru' ve niyaz, bütün mü'minlere hayır dua Peygamberimize salât ü selâm bulunmaktadır. Kur'an okumak başlı başına bir ibâdettir. Namazda bir miktar da Kur'an okunmaktadır. Mü'minlerin birbirleri ile selâmlaşmaları ayrı bir ibâdettir. Namaz sonunda selâm da vardır. Yine ıslâm'a göre tefekkür büyük ibâdetlerden biridir. Cemaatla kılınan namazlarda mü'minler Allah'ın kudretini düşünme imkânına sâhip olurlar. Namaz içinde yemeyi, içmeyi terk gibi oruca ait yasaklar bulunduğundan, namazda oruc da mevcuttur. Namazın zekât ve hacc ile de alâkası vardır. Çünkü namaz, vücudun ve ömrün zekâtıdır. Namazda kıbleye dönülmesi ise, hacca bir işâret ve nümûnedir. Görüldüğü gibi, namaz, bütün bedenî ibâdetleri içine almakta, hepsine birden hulâsa ve fihriste olmaktadır. Namazın bu vasıflarına, Süleyman Çelebi Mevlid'inde şu şekilde işâret etmiştir: "Sen ki, Mi'râc eyleyüb ettin niyâz, Ümmetin mi'râcını kıldım namaz. Her kaçan kim bu namazı kılalar Cümle gök ehli sevâbın alalar. Çünki her türlü ibâdet bundadır, Hakk'a kurbiyyetle vuslat bundadır."

Namaz bütün dinlerde var mı?

Hz. Adem'den (a.s.) Peygamber Efendimize (a.s.m.) gelinceye kadar bütün peygamberlerin tebliğ etmiş oldukları iman esasları birdir. Bu husus, peygamberlerin tebliğ ettikleri bütün hak dinlerin ortak bir hususiyetidir. Hiç bir peygamber iman esaslarını değiştirmediği gibi, ona her hangi bir ilave de yapmamıştır. Hz. Adem insanları nelere inanmaya çağırmışsa, son peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam da ümmetini o esaslara iman etmeye davet etmiştir.

ılahi dinler arasında iman esasları hususunda hiçbir fark olmadığı gibi, bilhassa temel ibadetler hususunda da fark bulunmamaktadır.

ışte dinin direği olan namaz da bütün peygamberlere ve onların ümmetlerine farz kılınmış bir ibadettir. Fark, sadece vakitlerde ve rekat sayısındadır. Mesela, namaz Hz. Musa'nın ümmetine günde elli vakit olarak farz kılınmıştı. Bize ise, sevap bakımından elli vakte denk, beş vakit olarak farz kılındı.

Namazın geçmiş ümmetlere de emredildiği hususu bizzat Kur'an-ı Kerim'de ifade edilmektedir. Mesela, bir ayet-i kerimede Hz. ıbrahim'in devamlı namaz kıldığı ve neslinin de namaza devam etmelerini istediği şöyle haber verilir: “Ya Rabbi, beni ve benim neslimden olanları namaz da devamlı kıl. Ey Rabbimiz, duamı kabul buyur.” (ıbrahim, 40)

Hz. Musa da namazla emrolunmuştu. Maide Suresinin 12. ayet-i kerimesinde ısrail oğullarından namaz kılmaları hususunda kesin söz alındığı ifade edilir.

Hz. şuayb da çok namaz kılardı. Hatta bu sebeple kendisine hakaret edilmek istenmişti. Bu da Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan buyurulur: “Onlar dediler ki: 'Ey şuayb, atalarımızın taptıklarını terk edip mallarımız hakkında dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor?” (Hud, 87)

Yine Kur'an-ı Kerim'de Hz. ıshak ve Yakub'un, Hz. Zekeriya'nın, Hz. ısa'nın namaz kıldıkları bildirilmektedir.

Diğer taraftan oruç ve zekat da sadece Peygamberimizin ümmetine mahsus ibadetler değildir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de bu ibadetlerin diğer ümmetlere de farz kılınmış olduğu bildirilmektedir. Mesela, Bakara suresinin 183. ayetinde mealen şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Oruç, sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Ta ki, günahtan sakınıp takvaya eresiniz.” Evet, namaz, oruç, zekat ve daha birçok ibadetler diğer peygamberlerin şeriatlarında da vardı. Fakat zamanla Yahudi ve Hıristiyanlar bu ibadetleri terk ettiler veya değiştirdiler.

O halde, “Müslümanlar namazı Yahudilerden almışlar” demek yerine, “Cenab-ı Hak namazı Yahudilere ve diğer ümmetlere de emretmiştir” demek daha doğrudur.


Benliğin burnunu yere sürtmenin yolu, namazdır deniliyor, nasıl ?

Namaz, benliği en fazla kıran ve insana kul olduğunu en güzel ders veren kutsi bir ibadet.
Önce kıbleye dönülür, nefsin değil Hakk’ın dilediği yöne teveccüh edilir.

Tekbir ile başlanır; “en büyük ve mutlak büyük ancak Allah’tır” denilir, nefse haddi bildirilir.
Huzurda el bağlanır, itaatin ancak O’na olması gerektiği nefse ders verilir, benlik yerini taate bırakır.

Allah’ın Sübhan olduğu beyan edilir. O’nun noksan sıfatlardan münezzeh ve kemâl sıfatlarla muttasıf olduğu zikredilir; nefse noksanı ve kusuru hatırlatılır.

Hamd ile sürdürülür, medih ve senanın ancak Allah’a ait olduğu ilân edilir, nefis perişan olur.
Yine tekbir ve rükû. Benliğin beli bükülür. Yine tekbir ve secde. Benlik yere sürtülür.

Benlik ezildikçe kulluk inkişaf eder. Ve insan enaniyetten uzaklaştığı nispette Hakk’a yakın olur.


Bir ayette namazın zikir olduğu zikredilmektedir. Namaz nasıl zikir olur?

Kur’an-ı kerim ibadetlerin en câmii olan namaza zikir demektedir. Namaz kılan bir mü’min Allah’ı anmakta, zikretmektedir. Bu zikir abdestle başlar. O’nun huzuruna çıkacağının şuuru içinde, O’nun sevgili Habibinin (a.s.m.) öğrettiği biçimde hazırlık yapan insan, Allah’ı yâd etmekte O’nu zikretmektedir.

Kâbe’ye teveccüh ettiğinde zikirdedir. Niyet ve tekbir zaten zikirdir. Derken Allah’ı tesbih ile, hamd ile, O’ndan başka ilâh olmadığını ifade ile zikir sürdürülür. Namaz kılan bir mü’min bir taraftan da okuduğu sûrelerin mânâlarını düşünür. Kalbi okuduğu sûreye göre halden hâle girer.

Lisan en zikir namazdadır, kıraat sûretiyle. Kalben zikir namazdadır; tefekkür, haşyet, ümit, muhabbet sûretiyle.

ınsan, beden ve ruhtan ibaret olduğu gibi, âlem de şehadet ve gaybdan ibaret. Yâni, görünen ve görünmeyen âlemler. ınsanın maddesi bu âlemin maddesinden süzüldüğü için, bedenen yaptığı zikir de kâinatın zikrini temsil eder.

Gök gürlemesinden şimşek çakmasına, yaprak hışırtısından kuş cıvıltısına kadar bu âlemi dolduran bütün sesler bir nev’i kıraattir. Kudretin söylettiğini duyururlar bize. Ve biz namazda Kur’an okumak suretiyle bu cehrî zikirlere hem iştirak eder, hem de hepsinin önüne geçeriz.

Allah’ı tazim, namazdan başka şekilde olamaz mı?

Toplantıda her kademeden kimse vardı. Mâneviyatına bağlı olmamasına rağmen iş muhitinden tanıdığı Fransız gibi düşünen dostlarını da dâvet etmişti. ıçlerinde isminin evvelinde Prof. gibi sıfatlar bulunanlar da yok değildi.

Yenip içildi. Sohbet dönüp dolaşarak din bahsine geldi. Mecliste bulunanlar bu mevzuda çekingen ve kısık kısık konuşuyorlardı. Fakat ünvanından cesaret alan Prof., mağrur bir eda ile:

– Efendim, bana göre ibadet tâzim (saygı) demektir. Tâzim ise kalbde olur, birtakım şekillerle değil. Binaenaleyh ben sabahları kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra şöyle bir düşünürüm ve “Allahım, sen beni yarattın, bunu biliyorum, takdir ediyorum” derim. ışte gereken tâzimi yapmış olurum. Bunun dışında ayrıca namaz kılmak icab etmez, tâzim olarak bu yeter... dedi.

Toplantıda bulunanların bir kısmında bir şaşkınlık göze çarparken bazıları da kafalarını sallayarak:

– Doğru söyledi, bravo! Öyledir, tâzim dediğin kalble olur... gibilerden mırıldandılar. Fakat bu arada gözler karşı tarafta bulunan bir din âlimine kaydı. Bakalım, Prof.’un bu dâhiyane (!) buluşuna âlim kişi ne diyecekti.

Din âlimi, oturduğu koltukta evvelâ bir kımıldandı, sonra da müsaade ederseniz ben de fikrimi söyleyeyim, diyerek söze başladı: – Sayın Profesör, iki nokta ileri sürdüler. Biri, ibadetin Allah’ı tâzim olduğu; bu doğrudur. ıbadet Allah’ı tâzim için yapılır, fakat tâzimin kalble olduğu fikri ise yanlıştır. şöyle ki:

– ıçinizde askere gitmeyen yoktur. Askerliğin ilk günlerinde her ere bir resmî tâzim talimi yaptırılır. Yani adına “Esas duruş” denen bu resmî tâzimin, nasıl yapılacağını, kumandan uzun uzadıya anlatır, defalarca karşısına diktiği ere resmî tâzimin nasıl yapılacağını gösterir.

– Ayağın topukları bitişik, uçları bir ayak boyu kadar açık, eller yanlara yapışık, göğüsler ileri doğru çıkık, gözler bir noktaya doğru tatlı ve sert bir bakış halinde, vücudun dimdik duracak, der.

ışte resmî tâzim budur. Kumandan bunu defalarca tekrar ettirir, günlerce talimini yaptırır.

Bütün bunlardan sonra bir er kalkıp elinin birini cebine sokmuş, biriyle de sigarasını tüttürür vaziyette kumandanın karşısına dikilir de:

– Kumandanım! Resmî tâzim kalble olur, sen benim bu hâlime bakma, sana karşı son derece hürmet ve tâzim içindeyim, dese, bu kumandan o ere ne söyler, muhterem arkadaşlar?

Din âliminin bu sualini mecliste bulunan bir emekli subay şöyle cevaplandırır:

– Kumandan o ere, defol buradan, münasebetsiz herif! Ben sana resmî tâzimin nasıl yapılacağını defalarca öğretmedim mi, sende hiç kafa yok mu? der.

Bu cevap üzerine Prof. ünvanlı adama dönen din âlimi:

– Sayın Profesör, der. Allah kendisine nasıl tâzim edileceğini Peygamberi Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm vasıtasıyla bizlere göstermiştir. Allah’ın Resûlü bu hususta, “Benim namaz kıldığım gibi kılın. Benim, Rabbimi tâzim ettiğim gibi tâzim edin” buyurmuşlardır. Allah kendisine nasıl tâzim edileceğini böylece bildirip, tarif buyurmuşlarken, siz kalkar da elinizi yüzünüzü yıkar, sonra kendi kendinize icad ettiğiniz bir tâzime durursanız, Allah size ne der acaba?

Hazır bulunanlardan bir kısmı:

– Defol huzurumdan! Bana nasıl tâzim edileceğini Peygamberim vasıtasıyla öğretmedim mi size? buyurur, der.

Bundan sonra Meclise bir sessizlik havası çöker, iki kişi kalkıp Prof.’la birlikte Meclisi terkettikten sonra sohbetin havası daha da güzelleşir. Bizlere de bu vak’ayı tesbit edip sizlere bir makale halinde intikal ettirmek düşer
Namazın mânâ ve hikmeti nedir?
Allah'ımız bizi yoktan var etti. Taş olabilirdik, ağaç veya hayvan olabilirdik. Hattâ bir canavar da olabilirdik. Fakat insan olarak yaratıldık. Bunun yanında Hıristiyan, Yahudi veya Budist de olabilirdik. Ama Müslüman olduk.
Bu nimetler ilk anda aklımıza gelmeyebiliyor. Daha bunlar gibi düşünemediğimiz o kadar nimetler var ki, saymakla bitmez. Bize bir kalem hediye edene teşekkür ediyoruz, bir kitap verene minnet duyuyoruz. Çünkü bunu insanlığın ve nezaketin gereği olarak yapıyoruz. Ya bize bu kadar nimetleri verene teşekkür etmek, minnet duymak gerekmez mi?
ışte namaz en büyük şükür, en açık teşekkürdür. Namaza bütün vücudumuzla katılıyoruz: Elimiz, ayağımız, gözümüz, dilimiz, başımız; aklımız, kalbimiz, hayalimiz bütün duygularımızla... Böylece bütün bu organ ve duygularımızla Allah'ımıza şükrümüzü iletmiş oluyoruz.
Namaz kılmayan insan böyle bir teşekkürü bile yapmıyor. Milyarlar verse elde edemeyeceği nimetlere sahip olmanın değerini fark edemiyor. Allah göstermesin, gözümüzün birisini kaybet sek, dünyanın parasını harcasak yerine aynısını koyabilir miyiz? Bir kaza sonunda dilimizi kaybetsek, fakat bütün dünyanın yarısını versek bir dil bulabilir miyiz?
ınsan olarak her şeye sahip olmak istiyoruz. Dünyada ne varsa bizde de aynısının bulunmasını arzu ediyoruz. ıhtiyaçlarımız o kadar çok ki... Sadece bu dünya ile de yetinmiyoruz. Sonsuz bir hayat istiyoruz, Cenneti istiyoruz, Peygamberimizle birlikte olmayı diliyoruz.
Bunları elde etmeye gücümüz yetmeyeceğine göre kimden isteyeceğiz? Her halde bu dünyayı, yıldızlan, gökleri ve âhireti var edenden isteyeceğiz. Onu istemenin de yolu Allah'ı kendimize sevdirmekle olur. Kendimize Allah'a sevdirmenin en iyi yolu da Onun huzurunda her gün beş defa eğilmek, secdeye varmakladır.
Böylece namaz kılmakla Rabbimizin huzuruna çıkmış oluyoruz. ıçimize sevinç doluyor, neşe doluyor ve mutluluk doluyor. Kendimizi uçacakmış gibi hissediyoruz; tatlı bir heyecan duyuyoruz. Nasıl heyecan duymayız ki? Bir müdürün, bir valinin, bir bakanın karşısına çıkınca kendimizde nasıl bir sevinç ve heyecan hissediyoruz. Oysa namazda müdürün de, valinin de, bakanın da; hattâ bütün kâinatın Yaratıcısının huzuruna çıkıyoruz. Böyle bir mutluluğu kaçırmak ister miyiz hiç?
Acıkınca yemek yiyoruz, susayınca su içiyoruz, uykumuz gelince uyuyoruz. Böylece o ihtiyaçları gideriyoruz. Ama insan sadece ağız ve mideden ibaret değil ki... Aklımız var düşünüyoruz, kalbimiz var duygular taşıyoruz, ruhumuz var, sonsuz bir hayatı istiyoruz. Aklımızın, kalbimizin, ruhumuzun ihtiyaçlarını nelerle karşılayacağız; hangi gıda vererek bu latifelerimizi doyuracağız? ışte aklımızın gıdası, kalbimizin ihtiyacı, ruhumuzun rahatı ancak el bağlayıp namaza durmakla temin edilmiş olur.
Namaz kılmakla hem maddeten, hem de manen temizlenmiş oluyoruz. Abdest almakla maddi temizliği yapıyoruz; namaza durmakla da günah ve hatalarımızın kirlerinden arınıyoruz
Peygamber Efendimizle Sahabiler arasında geçen şu kısa konuşma bu meseleyi çok güzel bir şekilde açıklıyor.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir gün Sahabilere sordu:
"Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünde bir ırmak bulunsa, o kimse o ırmakta günde beş defa yıkansa, vücudunda kirden iz kalır mı?"
Sahabiler cevap verdiler: "Hiçbir kir kalmaz, yâ Resulallah." O zaman Peygamberimiz şöyle buyurdu:
"ışte beş vakit namaz da buna benzer. Allah, namaz sayesinde günahları siler, temizler."
Namazdaki asıl temizlik manevî olanıdır. Ruhumuzun ve kalbimizin sık sık temizlenmesine ihtiyaç vardır. Çünkü el, ayak gibi organlarımız nasıl çeşitli sebeplerle kire, toza, toprağa bulanıyorsa, insanlık icabı işlediğimiz çeşitli günah ve kusurlar sebebiyle ruhumuz da manevî kirlere bulanmaktadır. Ama insan ruhunu ve kalbini tutup suya sokamaz. Onun da kendine göre bir yıkama usulü vardır. Bunun yıkanması namazla olur.
Namaz kılmaya alışmamış olan kimseler, bu ezikliği hafifletecek sebepler ararlar. Namaz kılanlarda gördüğü kusurları büyüterek onların da kendisi gibi kusurlu olduklarını, dolayısıyla aralarında pek büyük bir fark olmadığını düşünmeye başlarlar. Kendi kusurunu küçültür, namaz kılanın küçücük bir kusurunu büyütür, hatta "Kalbim temiz!" gibi bahanelerle kendisinin daha üstün durumda olduğunu dahi iddia etmeye başlar.
Aslında insan olarak hiç kimse kusur ve günahlardan arınmış değildir. ıbadetlerinde devamlı olan kimsenin bile kendisine göre bazı kusurları olacaktır. Ne var ki işledikleri kötülükler bakımından insanlar arasında bir karşılaştırma yapılsa, namaz kılanların bu konuda daha geride kaldığı görülür.
Evet, sigara içmeyenlerde akciğer kanseri görülür; ama içen kimselerin bu hastalığa yakalanma ihtimali daha fazladır. Bunun gibi her gün beş defa Rabbini hatırlayarak Onun huzuruna çıkan bir kimsenin kötülük yapma ihtimali ile Rabbini ancak başı derde düştüğü zaman hatırlayan bir kimsenin kötülük işleme ihtimali arasında büyük bir fark olacaktır.
Ayrıca namaz insanı kötülüklerden alıkoyan Kur'ân-ı Kerimde bu mesele şöyle anlatılıyor.
"Sana vahyedilen kitabı oku. Namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek elbette en büyük ibadettir. Ne yaparsanız Allah hakkıyla bilendir."
Mehmed Paksu, Gençlik ılmihali, Nesil yayınları, 1999, ss. 83-86.


Namaz Ve Göz Sağlığı

Sağlam bir insan gözü, 5 metre ve ötesindeki bulunan cisimleri net olarak görürken 40 yaşından sonra bu özelliğini kaybetmeye başlar. Ve yakın olan cisimler net görülmez. Bu bakımdan özellikle ince işlerle uğraşanlar, bilhassa kırk yaşından sonra gözlük kullanmaya başlarlar. Net bir görüntü için gözün kırma gücünün artması gerekir. 'Uyum' adı verilen bu hadise, refleksle başlayan bir mekanizmadır ve yakına baktığımız an bu refleks harekete geçer.

Nasıl net görürüz?
Gözün renkli kısmı olarak tarif edilen irisin etrafındaki silyer kasın dairevî lifleri, beyinden gelen impulslarla kasılır ve çapı küçülerek göz merceğini askıda tutan lifleri gevşetir. Bunun sonucu olarak göz merceğinin (LENS) kırma gücü artar. Zincirleme olarak cereyan eden bu mekanizmalar sonunda çok yakınımızda bulunan cisimleri yada kitap sayfasındaki harfleri ânında ve net şekilde görme imkânına kavuşuruz.
Bu arada esnek, damarsız ve sinirsiz olan göz merceğinden de söz etmek gerekir. Bu mercek kapsül, epitel ve liflerden oluşmuştur. Kapsül saydam bir tabakadır, lensi çevreler. Epitel tabaka ise kapsülün altında bulunur. Bu epiteller bütün hayat boyunca lens liflerine dönüşürler.
Lens liflerinin en gençleri yüzeyde, en yaşlıları da lensin ortasında bulunurlar ve yaşla birlikte lens ekleroze olup sertleşirler. Yaşlılıkta uyum gücünün azalmasının sebebi lens kapsülünün sertleşmesidir.
Uyum olayının olması için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekir ki, bunlar da aydınlık ve yakına bakmadır. Göz merceğinin jimnastiği uyumla olmaktadır. Ve bu uyumla ilgili olan bir göz jimnastiğinde, üzerinde herhangi bir işaret bulunan bir kâğıdı gitgide göze yanaştırıp uzaklaştırmak tavsiye edilmektedir. Bilindiği gibi namaz kılarken gözün kapatılmadan secde yapılan yere yönlendirilmesi, namazın âdaplarındandır. Yani ister kıyamda (ayakta dururken), ister rükûda (eğilmiş vaziyette), ister secdede olsun, gözler seccade üzerindeki sabit bir noktada tutulmakta ve namaz sırasında bu noktaya yakınlaşıp uzaklaşmakla modern tıp tarafından tavsiye edilen mükemmel bir jimnastik gerçekleştirilmektedir. Bu hareketler sırasındaki göz uyumunda, göz merceği sürekli hareket halindedir. Bu hareketler lensin beslenmesini sağlayan epitel hücrelere faydalı olmakta ve lensin bünyesinde bulunan metabolik artıklar dışarıya verilmektedir. Akomodasyon esnasında epitel hücrelerinin çoğalması azaldığı için, lensin ihtiyarlaması da geciktirilmiş olmaktadır. Epitel hücreler, gecenin geç saatlerinde daha fazla çoğalırlar. Çoğalan hücreler zamanla ölürler. Bunlar, dışarıya atılmadıkları takdirde, göz merceğinin kesifleşmesine ve katarakt oluşmasına sebep olurlar. Aydınlık ve ultraviyole ışınlan ve hatta normal lâmba ışınları, bu epitel hücrelerinin çoğalmasını engeller.
Namaz kılmak, teheccüde kalkmak ve bilhassa şafakta uyanık olmak, lensteki hücrelerin çoğalmasını engellemekte ve böylelikle ihtiyarlamasını geciktirdiğimiz gibi, katarakt ve yaşlılıkta meydana gelecek görmemezliği de geciktirmiş olmaktadır.
"Elhasıl, ahiret gibi dünya saadeti dahi, ibadette ve Allah'a asker olmaktadır."
Dr. Ahmet Yakut

Namaz elli vakitten beş vakte nasıl indirildi?

Miraç Gecesinde namazın farz oluş şekli ve elli vakitten beş vakte indirilişi hususunda Peygamber Efendimizle Hz. Mûsa arasında vukû bulan hâdise, hem Buharî’de, hem de Müslim’de rivayet edilmektedir.
Hâdise özetle şöyle cereyan eder:
Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Hz. Cebrail’in refâkatinde Mekke’den ayrılıp semâya yükselir. Önce Hz. Âdem’le, daha sonra Hz. ıdris, Hz. Mûsa, Hz. ısa ve Hz. ıbrahim’le görüşür. Cenab-ı Hakkın yüce katından dönüşünde ise Hz. Mûsa ile karşılaşır. Bu sohbeti Peygamber Efendimiz şöyle anlatırlar:
“O zaman Allah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Mûsâ Aleyhisselâma rast geldim.
“Mûsâ (a.s.) bana, ‘Rabbin ümmetine neleri farz kıldı?’ diye sordu.
“Onlara, ‘Elli vakit namaz farz kıldı’ dedim.
“Mûsa (a.s.) bana, ‘RAbbine dön de şefaat et, zira ümmetin buna tâkat getiremez’ dedi.
“Bunun üzerine Rabbime Mürâcaat ettim. Allah Taâla şatrını (bir kısmını) indirdi. Ben yine Mûsâ’nın (a.s.) yanına dönerek durumu kendisine haber verdim: ‘Bir kısmını indirdi’ dedim. O yine, ‘Rabbine mürâcaat et, zira ümmetin tâkat getiremez’ dedi.
“Ben yine Rabbime mürâcaat ettim. Alah Taâla kalanından bir kısmını indirdi. Mûsâ Aleyhisselâmın yanına yine döndüm. O tekrar, ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna dayanamaz’ dedi. Bir daha müracaat ettim.
“Allah Teâla, ‘Onlar beştir, yine onlar [sevapitibariyle] ellidir. Benim nezdimde hükm-ü kaza değişmez’ buyurdu.
“Mûsa’nın yanına döndüm. O yine, ‘Rabbine dön’ dedi.”
“Ben de, ‘Artık, Rabbimden utanır oldum’ dedim.”1
Başka rivâyetlerde Peygamberimizin (a.s.m.) Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkışı üç defa değil de, daha fazla olduğu bildirilmekte; namaz vakitlerinin sayısının beşer beşer, yahut onar onar indirildiği haber verilmektedir. Peygamberimizin mürâcaatlarında farz kılınan miktarın her seferinde “bir kısmının” indirilmesi şeklinde tercüme edilişinin sebebi de, “şatr” sâdece “yarım” mânâsına gelmemekte, aynı zaman da “çok miktar” mânâsını da içine almaktadır.
Hadis âlimleri, yine Peygamberimizden rivâyet edilen haberlere dayanarak, bu hadis hakkında açıklamalarda bulunmaktadırlar. Aynî merhum Umdetü’l-Kâri isimli 25 ciltlik Buharî şerhinde “elli vakit” meselesinde şu rivayeti zikretmektedir:
Cenab-ı Hakkın ümmet-i Muhammed’e elli vakit namazı farz kılmış olduğu Levh-i Mahfuz’da mevcuttu. Bunu Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bilfiil elli vakit kılınacak şeklinde te’vil etti. Daha sonra Rabbine müracaatı esnasında Cenab-ı Hak kendisine bu elli vaktin amel bakımından değil de, sevap cihetinden olduğunu bildirdi. Beş vakitte elli vaktin sevabı elde etmenin şartı da, namazı tadil-i erkânına uyarak, huşû içinde kılınması hâlindedir.2
Beş vakit namazı kılan kimsenin elli vakit kılmış sevabını alacağını da Süleyman Çelebi merhum şu beytiyle ifade eder:

“Her kaçan kim bu namazı kılalar
Cümle gök ehlin sevabı alalar”

Peygamber Efendimizin diğer peygamberler arasında bu meseleyi niçin, Hz. Mûsa ile konuştuğunun; Hz. Mûsa’nın ümmet-i Muhammed’i bu kadar düşündüğünün hikmeti hususunda, şöyle bir rivâyete yer verilyior:
Hz. Mûsa, Cenab-ı Hakkın ümmet-i Muhammed’e ettiği ikram ve ihsanını görüp öğrenince, gıpta ederek Allah’a şöyle niyazda bulunmuştu:
“Allah’ım, beni ümmet-i Muhammed’in içine dâhil et.”
Cenab-ı Hak, Mûsa Aleyhisselâmın bu duâsını kabul etmişti. ışte Hz. Mûsa’nın ümmet-i Muhammed’e hususî alâkası buradan geliyor. Çünkü, kim bir topluluğun içinde olursa, o topluluğun iyilik ve menfaatini düşünür.3

1. Müslim, ıman: 263; Ahmed Naim. Sahih-i Buharî Muhtarası Tecrîd-i Sarih Tercemesi. (Ankara: Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, 1981), 2:277.
2. Bedrüddin el-Aynî. Umdetü’l-Karî şerhu Sahihi’l-Buharî. (Beyrut: ıhyâü’t-Türhasi’l-Arabî), 4:48.
3. A.g.e.
Mehmed Paksu ıbadet Hayatımız



Hayat, kurgudan daha acayiptir.

  • Konuyu başlatan "NURUNALANUR"

Mesajlar: 19

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci-ilahiyat

Hobiler: kitap-ilim-bilgisayar-her türlü faydalı faaliyetler

  • Özel mesaj gönder

3

16.11.2004, 23:30

tamam mehmet hocama saygılar güzel yazmış ama sünnete hadise uymayan inanmayan için nedir bu sorunun cevabı?
...:::...Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed...:::...

4

17.11.2004, 20:54

4. Söz:

اِنَّ الصّلَوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن&#161 6;ينَ كِتَابًا مَوْقُوتً *ا âyetinin meâlinde ve namaz hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını, gâyet mâkul ve mantıkî bir temsil ile tefsir ediyor. Zerre miktar insafı bulunanı teslime mecbûr ediyor.

*Süphesiz namaz, mü'minler üzerine belli vakitler icin farz olarak yazilmistir. (Nisa Suresi:103)


Kardesim, bu asrin ilaci, müslüman, mümin, kafir,hiristiyan...ne olursa olsun... RISALE-I NUR Külliyatidir.... ancak ondaki mantikli cevaplar herkesi ikna eder.....

Selam ve dua ile...aeo
Ruhumda büyük bir boşluk hissederek,okuyacak kitap ararken,Risale-i Nur'u okuduğum zaman elimde olmayarak ondan ayrılamadım.Kalbimdeki o büyük ihtiyacı karşıladığını hissettim.ılmî ve imanî şüphelerden kurtaran aklî ve imanî ispatları onda buldum.Z.G.

5

18.11.2004, 09:36

değerli nurunalanur kardeşim;

sünnete, hadise ve kurana inanmayan için namazın hiç bir anlamı yoktur.
namaz inanan bir kul için anlamlıdır.
ve kulun yaratıcısına karşı külli bir şükrün ifadesidir.

bu nedenle namazın en temel şartı imandır.
inanamayan bir insana namzadan bahsetmek beyhude, boş bir davranıştır.
inanmayan birine en öncelikli olarak Allah ın varlık ve birliğinden bahsetmek gerekir.
yoksa imanın bir tezahürü, yani göstergesi olan ibadetlerden değil.

abdülkadirsaid kardeşim;
eskiler bir söz söylemişler:
"nakkal-ül ulum bakkal-ül ulum" diye.
yani nakil ilmi bakkal ilmine benzer. sadece taşıyıcı görevi görürsün.
sen malum siteye soru sormuşsun, onlar da yine kopyala yapıştır yöntemi ile sana cevap vermişler. bu durum ise insandaki bazı kabiliyetlerin gelişmesine engeldir.
tabi ki bazı durumlarda bire bir nakil yapılabilir.
ama mümkün ise o yazıyı kendimiz okuyup öğrendiklerimizi yazalım.
bu belki zordur, ama uzun vadede insanı inkişaf ettirir.
saygılar

6

18.11.2004, 12:14

SELAMUN ALEYKÜM

elinize kolunuza ve dilinize sağlık ALLAH sizlerden razı olsun belki bu yazılanları bilmekteydik bir çoğumuz ama tekrar hatırlamış olduk ve böylece zayıflamakta olan namaz adabının önemine vakıf olduk bir kere daha

arkadaşlar ben aranızda yeniyim inşallah bundan böyle sıksık bilgilerimizi paylaşır ve bilmediklerimi sorma ve öğrenmeye nasiip olurum

  • Konuyu başlatan "NURUNALANUR"

Mesajlar: 19

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci-ilahiyat

Hobiler: kitap-ilim-bilgisayar-her türlü faydalı faaliyetler

  • Özel mesaj gönder

7

18.11.2004, 17:09

s.a kardeşim cevaplarınız için teşekkür ederim doğru ama bazan önümüze hiç inanmayan ama birşeyler öğrenmek isteyen birileri çıkıyor zaten öğrenmek istemeyip küçük düşürmek uğraşanlara ne desen anlamaz rabbim onların kalbini mühürlemiştir...ama diğer kardeşelrimiz "namaz nasıl bir şey sanki Rab karşılık istiyor yani bakın bunu yapmazsınız olmaz" peki herşey insan içindi ya da buna benzer birçok sorular soruyor...bazan zor durumda kalıyoruz ben istiyorum ki burda birşeyler öğrenelim de karşımıza çıktığında apışıp kalmayalım...diğer kardeş risale-i nur demiş kardeş kuran-ı bilmeyen onun nurunu hiç görmez ki...selametle...
...:::...Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed...:::...

8

19.11.2004, 09:50

değerli nurunalanur kardeşim;

risale-i nur daha çok kuranı bilmeyen kişiler için yazılmış. Ki, ona Kuranın hakikatlerini anlatsın.
saygılar

9

19.11.2004, 12:24

diyelimki ben bişey bilmeyen biriyim risali nuru alıp evde okumaya kalksam anlarmıyım yani onu anlatacak birine ihtiyacım olmazmı dersiniz ama kuran öylemi kim okursa okusun anlar yetrki anlamak istesin
selam ve dua ile kalın
nur

10

19.11.2004, 12:41

değerli kardeşim;

eğer türkçe okuyup-yazabiliyorsanız Risale-i nuru anlamanız için önünüzde başka engel yok.
şayet arapça biliyorsanız Kuranı aslından, yok türkçe biliyorsanız mealinden anlayabilirisiniz.
tabi ki anlamadan anlamaya fark olcaktır.
daha ileri anlamalar için tesfirlere müracaat edilir.

işte risale-i nur da bir Kuran tefsiridir.
Kuran hakikatlerini daha iyi anlamak için yazılmıştır.

meselenin özü budur. başka noktalara çekmeye gerek yok.

  • Konuyu başlatan "NURUNALANUR"

Mesajlar: 19

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci-ilahiyat

Hobiler: kitap-ilim-bilgisayar-her türlü faydalı faaliyetler

  • Özel mesaj gönder

11

19.11.2004, 17:26

okuyan birçok arkadaş anlamdıkalrını söylüyorlar peki acaba sorun nedir?
...:::...Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed...:::...

12

22.11.2004, 11:07

bu is zaman ister

risaleler herkesin bildigi uzre eski turkceyle yazilmistir. dilimiz eskiye gore kusa cevirildigi icin su an risaleleri anlamak elbette ki guc. ve fakat insan okumaya baslayip sabredince zamanla alisiyor kelimelere ve de risaleler
insana aciliyor. tabi bu uzun bir surec, oyle hemen birkac okumayla olacak sey degil. ama bi yerden baslamak lazim tabii ki.

hoscakalin......

  • Konuyu başlatan "NURUNALANUR"

Mesajlar: 19

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci-ilahiyat

Hobiler: kitap-ilim-bilgisayar-her türlü faydalı faaliyetler

  • Özel mesaj gönder

13

22.11.2004, 15:08

tamam güzel kardeşim de lütfen hep yeni başlamak isteyenleri düşünelim onlar bu kadar zaman bekler mi sence?
...:::...Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed...:::...

14

22.11.2004, 15:46

değerli kardeşim;

bekleyen bekler, beklemeyen de yoluna devam eder.
bu noktada yapacağımız bir şey yok.

ben bazı kardeşler biliyorum, yirmi yıldır bu hakikatleri anlamak için beklemeye devam ediyor.
cennet gibi bir ücret olduktan sonra bir yirmi yıl daha beklemeye değer.

meselenin özü bu.
başka noktalara çekmeye gerek yok.
saygılar

15

22.11.2004, 16:02

bukadar beklemek yerine rsale nur sadeleştirilemezmi herkesin anlayabileceği şekle getirilemezmi acaba olsa hepimiz faydalanırız bi elinde osmanlıca sözlük bir elinde risale zor geliyor açıkcası
selam ve dua ile kalın
nur

16

22.11.2004, 16:22

nurli kardeşim;

bu konu forumun değişik bölümlerinde tartışıldı.
Risale-i Nurun dilinin sadeleştirilemeyeceği tespiti yapıldı.

eğer siz nurları anlamak istiyorsanız sözlüğe bakmaya devam edeceksiniz.

saygılar

17

22.11.2004, 16:26

ben bunları sizlere eleştirmek yada tartışmak adına söylemiyorum birkere bunda anlaşalaım arkadaşım neden sadeleştirilmediğini merak ediyorum bunu fetullah beye de sormuştum ama kendilerindende aynı yanıtı almıştım ilginize teşekkür ederim bende öğrenmek için en iyi yöntem kendi yöntemim diyerek sanırım yine bu yola devam edeceğim
selam ve dua ile kalın
nur

18

22.11.2004, 16:41

evet, nurli kardeşim;

siz yine kendi bildiğiniz yöntem üzerine devam ediniz.
bu daha iyi bir durum.
saygılar

19

22.11.2004, 19:27

Alıntı sahibi ""nurli""

bukadar beklemek yerine rsale nur sadeleştirilemezmi herkesin anlayabileceği şekle getirilemezmi acaba olsa hepimiz faydalanırız bi elinde osmanlıca sözlük bir elinde risale zor geliyor açıkcası

Sadeleştirme konusunda buraya bakabilirsiniz:
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=735

Risale-i Nur´ları daha kolay anlama imkânı:
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=674
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=1492
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=504
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

20

23.11.2004, 07:29

Kardesim,

Oncelikle sizin ne demek istediginizi anlamaktayim. Bu sorunuzun cevabi buyuk olcude 21. Sozun 1. Makaminda yatmaktadir. Bu soz daha cok iman edene gibi gozukmekler birlikte, hedef kitlesi icinde musluan olmayip Allaha bir sekilde inanan insanlarda vardir.

Aslen:

1. Kisi atesit ise sizin onunla namazdan daha cok iman uzerine konusmaniz gereklidir. Adam Allahi tazim etmesi gerektigini dusunmuyorki, namazi anlasin. Onunla konusurken "Allahin varligina inanan insanlar icin" turu cumle kurmaniz sarttir. Zaten inancsizin namazi da kabul olmayacagi nasta vardir.

2. bugun akli basinda olan ve egitimli her insan okulda ogrenciye odev verilmesinin gerekli oldugunu, odevlerin asli gayesinin ogrencinin konuyu anlamasi oldugunu ve odevini yapmayan ogrencinin dersi gecmesinin zor oldugunu bilir. GEcse bile ihtimalki en dusuk gecer notla gececektir. Iste buradan hakikatle iman edip namazi kabul etmeyen kisi o kisi gibidirki: Odevini yapmaz ve hocasinin ona odev vermesinin luzumsuz oldugunu dusunur. Hocasi (odevler genelde yuzde 10 gibi bir paya sahiptir genel notta) onu sinifta birakir cunku o ogrenci sinavlardan kalmistir. birde gunumuzde odevin kisiyi yetistirmesinin hakikati o kadar iyi anlasilmistirki odevlerin ogrencinin genel notu uzerindeki etkisi artirilmaya baslamistir. Iste bu ornege karsi cikacak kisi (Allahin varligini kabul ediyorsa) Allahin insani en iyi bilen oldugunu, ahirette cennete giden en kisa yolu bildigini inkar etmek zorundadir.

3. Kanaati acizanemce Namazin icindeki sekilden daha once onun mahiyeti aslisi konusulmalidir. 11. Sozu okuyup, arkasindan 9. Sozu okuyunuz. Okurken orada Namazin aslinda kainattaki ibadetlerin misali musaggari oldugunun bahsi var(nasilki insan kainatin misali musaggari, oyle de namaz kainattaki ibadetlerin misali musaggaridir). Bunu bir guzel abime 11. Sozdeki namaz bahsini anlamadigimi ve neden bir anda namaza girdigini kavramadagimi soyledikten sonra , cevaben ondan duymustum...

hurmetler
Barish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir