Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

21

27.11.2004, 01:51

Bu konuyu bir abimizle ders yaptik ve en güzel sekilde anlamamiza vesile oldu... eger yazimizda hakaret niteligi varsa veya öyle aksiyorsa sözümü geri alip kardesimizden özür dileriz.. ya bunlar lap diye böyle yazilacak meseleler degil.. yanlis anlasiliyor neyse sonuc güzele baglandi sanirim..

ama temsilci sözüne gelince türkiyemizde cok seyyidler var ki Ehl-i Beyt'i temsil ediyor... tarikatler Ehl-i Beyt'i Al-i Aba yolunda gidiyoronlarda birer temsilcidir... Ve öyle büyük kapilar varki ve mürsidler varki onlara tutunan ayni Nuh'un gemisine binmis gibidirler yani burda sadece nurculuk veya nur talebeleri kurtulmus havasi estirilmesi biraz yanlis oluyor...

hürmetler
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Mesajlar: 4

Konum: Turkiye

Meslek: Öğretmen

Hobiler: Eğitim

  • Özel mesaj gönder

22

27.11.2004, 16:31

EHL-ı BEYT-ı MANEVı

EHL-ı BEYT-ı MANEVı

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ev halkı. Ehl-i Beyt, bir evde yaşayan aile fertleri, aile demektir. ıslâm fıkıh terminolojisinde bir terim olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'in hısımlarından kendilerine zekât verilmesi yasaklanan aile fertlerinin tamamını ifade etmek için kullanılmıştır. Hadislerde; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ailesi, eşleri ve çocuklarıyla Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'dir Rasûlullah (s.a.s.) ile ehl-i beyt'e de salât ve selâm getirmek müslümanların bir görevidir.
Ehl-i beyt terimi Kur'ân-ı Kerîm'de yüce Allah Ehl-i Beyti şu âyette belirtmiştir: "Ey Peygamber hanımları, evlerinizde oturun; eski câhiliyedeki gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın, zekâtı verin; Allah'a ve Peygamber'e itâat edin. Ey Peygamber'in ev halkı, Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." Rasûlullah (s.a.s)'in eşlerinin, diğer bir deyimle mü'minlerin annelerinin ev halkından olduğu bu âyetten anlaşılmaktadır. Ayette, "Ey ev halkı" ifadesiyle onlar kastedilmektedir. Çünkü âyetin başında "Ey Peygamber'in hanımları" hitâbı vardır. Bu terim, bir adamın hanımlarını ve çocuklarını kapsamaktadır. Hz. Ali ve ailesi de ehl-i beyt'tendir. Enes b. Mâlik'in rivâyetine göre: Hz. Peygamber (s.a.s), altı ay boyunca Fâtıma'nın kapısının önünden geçtiğinde, sabah namazına giderken, "Ey ehl-i beyt namaz, namaz..." demiş ve Ahzâb suresinin otuz üçüncü âyetini okumuştur. Ebû Ammâr'ın ve başkalarının rivâyet ettiği hadis de şudur: ''Rasûlullah, (s.a.s.) beraberinde Ali, Hasan ve Hüseyin olduğu halde geldi. Her birinin elini kendi eli içine almıştı. ıçeri girdi ve Hz. Ali ile Fâtıma'yı önüne oturttu; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i de kucağına aldı; sonra elbisesini onların üzerine örterek şu âyet-i kerimeyi okudu: 'Ey ehl-i beyt, Allah sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.' Sonra devamla, 'Allah'ım, bunlar benim ehl-i beytimdir. Benim ev halkımın temizlenmeye en fazla hakları vardır' diye dua etti." Bu hadis, çeşitli muhaddisler tarafından birçok râvîden rivâyet edilen sahih bir hadistir.
Hâdislerde, Rasûlullah (s.a.s.)'in eşleri Ümmü Seleme veya Hz. Âişe'nin, Hz. Peygâmber'e kendilerinin de ehl-i beyt'ten olup olmadıklarını sorduğu, bunun üzerine Rasûlullah'ın ona: ''Sen benim için seçilmişsin" buyurduğu nakledilmiştir. Zeyd ibn Erkam, "Rasûlullah (s.a.s.)'in hanımları da ev halkındandır. Ancak onun ehli beyti kendisinden sonra onlara zekât verilmesi haram kılınmış olan Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbâs aileleridir" demiştir. Mevdûdî, Rasûlullah'ın bir örtü altına alarak ehl-i beyt'ine dua ettiğine dâir hadisler Müslim, Tirmizî, ıbn Hanbel, ıbn Cerir, Hâkim, Beyhâki gibi muhaddislerin ve Ebû Said el-Hudrî, Hz. Âişe, Hz. Enes, Hz. Ümmü Seleme ve başka birçok râviden bu hadisin nakledildiğine değinerek; Kur'ân'ın Hz. Peygamber'in hanımlarının ev halkından olduğunu açıklıkla beyân ettiğini, Hz. Peygamber'in buna ilâveten Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i de dahil ettiğini vurgulamaktadır.
Ehl-i beyt, kavram olarak ortaya çıkışından beri birtakım ihtilâflı konulara yol açmıştır. Hatta şiâ'nın doğuşuna ilişkin önemli bir yol ayrımıdır. Hem Sünnî hem şii kaynakları, Gâdir-i Hum hadisi ile Sekâleyn hadisi diye bilinen iki hadis kaydetmektedirler. Sekâleyn hadisi şiî literatüründe önemli bir yer tutmaktadır. Gâdir-i Hum'da Hz. Peygâmber'in ''Size iki ağır emanet bırakıyorum; onlara sımsıkı sarıldıkça hiçbir zaman sapıtmazsınız..." buyurduğu rivâyet edilmiştir. Nesaî, Gâdir-i Hum hadisi ile Sekaleyn hadisini bir arada vererek ikisinin de Gâdir-i Hûm'da söylendiğini yazmaktadır
Hadîsin Müslim'deki Zeyd b. Erkam (ö.68/687) rivâyeti şöyledir. "Mekke ile Medine arasında Hûm denilen bir su başında bulunurken Rasûlullah hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı; Allah'a hamd ve sena etti, vaaz ve hatırlatmalarda bulundu; sonra, 'Haberiniz olsun ki ey insanlar, ben ancak bir insanım; Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icâbet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum: Bunların birincisi, Allah'ın kitâbidir; onda mutlak hidâyet ve nur vardır. Bundan dolayı sizler Allah'ın kitâbına tutununuz ve ona sımsıkı sarılınız' buyurdu. Böylece Allah'ın kitâbına teşvik edip gönülleri ona rağbet ettirdi; sonra da şöyle dedi: 'Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben, ehl-i beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum” Alimler hadisin lâfzını, "Allah'ın Kitabı ve Râsûlullâh'ın sünneti" şeklinde açıklamaktadırlar. Zeyd b. Erkâm, ayrıca Hz. Peygamber'in eşlerinin de ehl-i beyt'ten olduğunu, asıl ehl-i beyt'ten kasdın Peygamber'den sonra sadaka almaları haram olanlar yani Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbâs aileleri olduğunu belirtmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir başka hadisi şöyle nâkledilmiştir: "Zekât, Muhammed 'e de Muhammed 'in akrabalarına yakışmaz; o insanların kiridir'' "Biz ehl-i beyt 'iz bize zekât helâl değildir." Ebû Hureyre'nin Buhârî'deki rivâyetinde de, "Hasan b. Ali-çocukken- zekât hurmalarından bir hurma aldı. Hz. Peygamber (s.a.s.) atması için 'kaka kaka' dedi. Sonra 'Sen bilmiyor musun ki biz zekât yemeyiz' buyurdu" ifadesi vardır.
Ehl-i Beyt'in Kerbelâ hadisesinden sonra siyasetle ilgisini kesip kendisini tamamen ilme vermesine rağmen Emevi ve Abbâsilerin onlar üzerindeki baskısı her zaman devam etmiştir. Ali Zeynelabidin, oğulları ımam Zeyd ve Muhammed Bâkır (v.114) Hz. Peygamber'den tevârüs ettikleri ilmi sürdürmüşlerdir, Muhammed Bâkır'ın oğlu ımam Câfer-i Sâdık (v.148) Ehl-i Beyt'in fikrî, fıkhî ve ilmî mirasını sistemleştirmiş, ımam Zeyd'in, Hz. Ali'nin torunlarından en-Nefs-üz-Zekiye'nin, ıbrahim'in, Abdullah b. el-Hasen'in şahâdetlerini görmüştür.
Hz. Ali yoluyla gelen ehl-i beyt; Hasan, Hüseyin, Muhammed ıbn el-Hanefiyye, Abbâs ve Ömer'den yayılmıştır. Hz. Ali şehid edildikten sonra (661) yerine Hz. Hasan halife seçilmiş ve halifeliğinde suikasta uğramış, iyileştikten sonra hutbesinde şöyle demiştir: "Ey Irak halkı bizim için Allah'tan korkun. Biz sizin emirleriniz ve misafirleriniziz. Biz ev halkıyız. Çünkü Allahu Teâlâ bizim hakkımızda, "Ey Ehlü'l-Beyt, Allah sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister" diye bahsetmiştir."
şiâ'ya göre mâsum olan ve ehl-i beyt'den gelen on iki ımam şunlardır: Hz. Ali, Hz. Hasan Hz. Hüseyin, Ali Zeyne'l-Abidin, Muhammed el-Bâkır, Câfer-i Sâdık, Musa el-Kâzım, Ali er-Rıza, Muhammed el-Cevad, Ali el-Hâdî, Hasan el-Askerî, Muhammed el-Mehdi. Ehl-i Beyt'in Hz. Ali'den gelen imamlarına tarih boyunca zulmedilmiş, bunların birçoğu şehid edilmiştir.
Hz. Peygamberin Ehl-i beytinden gelenler günümüzde ıslâm âleminin değişik yerlerinde yaşamaktadırlar. Hz. Hüseyin soyundan gelenlere Seyyid, Hz. Hasan soyundan gelenlere şerif denilmektedir. .
Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin işleriyle meşgul olan görevlilere tarihte “Nakîbü'l-Eşrâf” denilmiştir. Nakîbü'l-Eşrâf, Peygamber hânedânı efrâdının umûmî bir vâsisi hükmünde olup, gördüğü vazifenin şerefinden ötürü en yüksek mansıblardan sayılmış, ıslâm devletlerinde her zaman bunlara hürmet ve ta'zimde bulunulmuştur.

Manevî Ehl-i Beyt:
Fatiha suresinde yüce Allah’ın istikamet üzere olan hidayet ehlinden olmamız için yapmamızı istediği duada hidayet ve istikamet ehli olanları da “Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimseler” olarak açıklamıştır. Kur’an-ı Kerim kendilerine nimet verilenleri ise “nebiler, sıdıklar, şehitler ve salihler” olarak açıklanmıştır.
Kur’an “Sırat-ı müstakim ehli ve hakiki niam-ı ilahiyeye mahzar nev-i beşerdeki taife-i enbiya ve kafile-i sıddıkîn ve cemaat-ı şühedâ ve esnâf-ı salihin”in liderlerine vasıfları ile işaret etmektedir. Enbiya ile kast edilenin peygamberimiz (sav) olduğu açıktır. Sıddıkîn ile Ebu Bekir Sıddık (ra) a , şühedâ ile Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali oldukları ima edilmektedir. Hem üçünün de şehit olacaklarına ihbar-ı gayb vardır.
Peygamberimiz (sav) Ehl-i Beytin dünyaya dalmamalarını istemiş ve yüce Allah’a şöyle dua etmiştir. “Allah’ım ehl-i beytin rızkını dünyada ancak kendilerine yetecek kadar ver.” Yine peygamberimiz (sav) “Benden sonra ehl-i beytim katle ve sürgüne maruz kalacaklardır” buyurur.
“ımamlar Kureyş’tendir” Hadisi:
ımam önder ve rehber demektir. ımamlara emirler de denmektedir. Emirler ise iyiliği emreden ve kötülükten sakındıranlardır. Bir idareci iyi olanı değil de kötü olanı emretmeye, iyilikten nehyetmeye başlamışsa emir olmaktan çıkmış, kendi kendisini emirlikten azletmiş, zulme yönelmiş demektir. Zalim idareci emir vermeye yetkili değildir. ımam ümmete yol gösteren, ümmeti doğruya iyiye yönlendiren kimse anlamındadır.
ıki çeşit imam, önder vardır. Birincisi dünya ilerinde rehber ve önder olan idareciler. Diğeri de din işlerinde yönlendirici olan, kendisine müracaat edilen, hidayet rehberi alimlerdir. Kitap ve sünneti sırlarına göre taviz vermeden yorumlar, ihtilafları önler, şüpheleri giderir, imanları artırırlar. Bunlar mücedditlerdir. Peygamberimiz (sav) bunlar hakkında “Her yüz sene başında dini tecdit eden bir müceddit gelir” buyurmuşlardır. “On iki halife olduğu müddetçe ıslam aziz olacaktır. Onların hepsi de Kuryştendir. Bu on iki imamın ilki Ali sonuncusu Mehdidir.” buyurarak sayılarını belirlemiştir.
Hem dinde hem de dünya işlerinde önderliği kendilerinde toplayanlara ise “Halife” denilir. Bunun için Hulefa-i Raşidîne “Hâdiyen-Mehdiyyen” denilmiştir. Hulefa-i Râşidinden sonra ilk müceddit ve halife Ömer bin Abdülaziz’dir. ıkinci asırda ımam-ı şafii ve sonraki asırlarda ımam-ı Rabbanî, Mevlanâ Halid-i Bağdâdî ve Bediüzzaman Said Nursî hazretleri mücedditdirler ve hepsi de Ehl-i Beyte mensupturlar. Yani Kureyşîdirler. Peygamberimiz (sav) bunlar hakkında “ımamlar Kuryştendir.” “Ümmetim ihtilaftan ancak Kureyşi sevmekle kurtulabilir. Kureyş Ehlullah’tır. Kureyş Ehlullah’tır. Kureyş Ehlullah’tır. Arapta hangi kabile ona muhalif olursa şeytanın hizbinden olur” buyurarak Ehlullah’ın Kureyşî olduğunu ve olacağını belirtmişlerdir. Bunu teyit eden bir diğer hadis de şudur: “Zamanın imamını tanımayan cahiliye ölümü ile ölür.” Zamanın imamı iki şekilde anlaşılmalıdır. Birincisi devlet başkanına, idareciye isyan etmeyerek itaat içinde yaşamak, anarşi ve teröre bulaşmamak, isyana kalkışmamak ve toplumun huzurunu bozmamak. ıkincisi de zamanın din müceddidine muhalefet etmeyerek o hidayet rehberine uyarak hak yoldan ayrılmamaktır. Böylece küfür, bid’at ve dalalet yollarından kendini korumuş olur. Bunun için peygamberimiz (sav) : “Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisine benzer; ona binen kurtulur” buyurmuşlardır.
Peygamberimiz (sav) kendisinin vefatından sonra Müslümanların birliğinin “Kureyş’e tabi olmakla sağlanacağı” gerçeğini “ımamlar Kureyş’tendir” hadisi ile beliğane ifade etmiştir. "Yeryüzünde iki kişi de kalsa bu iş (Emirlik) Kureyş'ten ayrılmaz." Çünkü o günün şartlarında Arabistan’da en güçlü ve şerefli kabile Kureyş idi. Arapların birliği ancak Kureyş’e uymakla sağlanabilirdi. Diğer Arap kabileleri ancak Kureyş’in liderliğine razı olurlardı. Kuryş’ten olan Hulefa-i Raşidin o zaman hem Arapların hem de Müslümanların birliğini sağlamıştır. Daha sonra muhtelif milletlerin Müslüman olmaları ile ıslamiyet Arabistan’ın dışına taşması sonucu ve ayrı ayrı ıslamî devletler teşkil etmeleri ile bu hadisin manevi olarak yorumlanmasını netice vermiştir. Çünkü peygamberimiz (sav) Selmân-ı Fârisî (ra) için ıranlı olduğu halde “Selman bendendir, Ehl- Beytimdendir” buyurmuşlar, onun da Kureyşî ve Ehl-i Beytten olduğunu ifade etmişlerdir. Bu hadis gösteriyor ki Sünnet-i Seniyyeyi kendisine rehber edinen maddeten ehl-i beyt olmasa da manen ehl-i beytten sayılabilir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur: “Ey Peygamber! Müslümanlara de ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarımı, ehl-i beytimi sevmenizdir” demesini emrederken, gerçekte, ümmetin takip edeceği doğru yolu, inançlarını ve şeriatın hükümlerini öğrenmekte kime başvuracaklarını göstermektedir. Kur’an-ı Kerim, bu vesileyle ümmeti Ehl-i Beyt’in yoluna sevk etmek istemiştir. Bu ayetten ve Peygamberimiz (sav) in “Size iki şey bırakıyorum” hadisinden ıslam muhakkikleri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (ra) ın neslinden gelen sünnet-i Seniyyeyi envâr-ı hakaik-ı imaniye ve Kur’aniyeyi neşreden dinin ve sünnetin muhafızı olan müceddit ve müçtehitleri kast ettiğini ifade etmişlerdir.
Bediüzzaman “Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz necat bulur, kurtulursunuz. Biri Allah’ın kitabı, diğeri Âl-i Beytim” hadisini izah ederken “Âl-i Beytten vazifesi olan risaletçe muradı sünnet-i seniyesidir. Çünkü Sünnet-i seniyyenin membaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir. Sünnet-i Seniyyeye ittibaı terk eden hakiki Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl- Beyte hakiki dost da olamaz. Öyle ise sünnet-i Seniyyeye ittibaı meslek edinenler neslen Âl-i Beytten olmasalar da hizmet ve vazife cihetinden manen Al-i Beytten sayılırlar. Hakikat dersini üstadı Hz. Ali (ra) dan aldığını söyleyen Bediüzzaman “Nur mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır” diyerek Eh-l Beyt sevgisinin esas olduğunu belirtir.
Yine Bediüzzaman “Madem Risale-i Nur şakirtlerinin en büyük üstadı Hz. Peygamber (sav) den sonra “Celcelutiye”nin şehadetiyle ımam-ı Ali (ra) dır, onun muhabbetini esas alan şiiler ve Aleviler risale-i Nur’un derslerini Sünnilerden ziyade dinlemeseler, Âl-i Beyte muhabbet dâvâları yanlış olur” der.
Yine Peygamberimiz (sav) “Çocuklarınızı üç şeyle terbiye edin: Kur’an öğretmek, Peygamber sevgisi ve Ehl-i Beyt sevgisi vermekle” buyurur. Ayrıca, “Size paha biçilmez iki ağır emanet bırakıyorum; ki bunlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz. Bunlardan biri; gökten yere uzanan Allah’ın ipi ve Kitabullah olan Kur’an-ı Kerim; diğeri ise itretim yani Ehl-i Beytimdir. Bu ikisi havuz başında bana kavuşuncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Sizle bu ikisine sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz” buyurmuşlardır.
Bediüzzaman Said Nursi (ra) bu konuda çok net olarak şöyle der: “Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala âli seyyidina Muhammedin kema salleyte ala ıbrahime ve ala âl-i ıbrahime fil-âlemine inneke hamidun mecîd” duası -umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua - bil müşahede kabul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i ıbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu'u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüt ile bir fırka vaziyetini alsalar, ıslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! ışte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır ve Hazret-i Mehdi'nin en has ordusudur.
Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an'ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalpleri imanlı ve muhabbet-i nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i ılahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.
“Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i ılahî ile bilmiş ve ıslâmiyet za'fa düşeceğini anlamış. O halde gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-ı mütesanide lâzım ki, Âlem-i ıslâmın terakkiyat-ı maneviyesinde medar ve merkez olabilsin. ızn-i ılahî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş. Evet Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü ıslâmiyet’e fıtraten, neslen ve cibilliyeten tarafdardırlar. Cibillî tarafdarlık zaîf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatlı, gayet şanlı, bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikata tarafdarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zât, hiç tarafdarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî ıslâmiyet cihetiyle Din-i ıslâm lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir burhan gibi kabul eder. Çünki fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir burhan ile sonra iltizam eder.”
Bu ifadeler hem nesebî hem de manevi olarak Ehl-i Beyte yöneldiği zaman Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendilerine meslek edinen Risale-i Nur talebeleri Ehl-i Beytten sayılmaları ciheti ile elbette Mehdinin en has ordusudur.
ışte bu cihetle “Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisi Hz. Hasan (ra) ın altı aylık hilafetinin tamamlayıcısı ve devamıdır. Celcelutiye ve Cevşenu’l-Kebirden aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-ı imaniye noktasında Hazret-i Hasan (ra) ın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek, tam beşinci halife nazarı ile bakabiliriz. Çünkü adalet-i hakikiye ile bu asırda insanları mesut edebilir bir istidatta bulunan Risale-i Nur’dur, ve onun şahs-ı manevisi, Hz. Hasan (ra) ın bir muavini, bir mütemmimi, bir manevi veledi hükmündedir.”
Bediüzzaman’ın kendisi de neseben Âl-i Beytten olduğunu şu cümlelerle ifade etmektedir. “Hazret-i Ali (ra) ın ilm-i hakikat îtibarıyla şakirdi olduğumdan, manevi evladı olabilirim.” Ancak bu ismi Risale-i Nur’a veren Bediüzzaman müctehidlerden seyyid olmayan fakat ehl-i takvâ bulunanlar ‘ve alâ âlihî vesahbihî’ duasına dahil olduğunu” da delil getirerek güzel bir tevil ile neseben de Âl-i Beytten olduğunu ima etmektedir.

Sonuç:
13. asrın başında 12. imam olarak vazife-i imaniye ve ıslamiyeye başlayan, neşr-i hakaık- imaniye ile beraber, sünnet-i seniyeye harfien uyan ve sünnet-i Seniyyeyi ihya etmeyi meslek edinen Bediüzzaman ve eserleri olan Risale-i Nurlar ile muazzam bir şahs-ı manevi teşkil ederek günümüzde Ehl-i Beytin maddi ve manevi temsilciliğini bilfiil yapmaktadır. Hem Hz. Ali (ra)ın veled-i manevisi olup hakikat dersini ondan almakta, hem de Hz. Hasan (ra) ın hilafetini ikmal ederek tam hilafet görevini ifa etmektedir.

M. Ali KAYA

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

23

28.11.2004, 01:34

Ehl-i beyt ile ilgili Hadis-i serifler

Ehl-i beyt ile ilgili Hadis-i serifler


“ Ehl-i beyti seveni Hak teâlâ sever, bugz edene de bugz eder.” (I. Asakir)

” Islâmin esasi, bana ve Ehl-i beytime sevgidir.” [Ibni Asakir]

” Allahin kitabi ve Ehl-i beytime uyan, hidayette olur, uymayan sapitir.” [I. Hibban]

” Ehl-i beytim, Nuh'un gemisi gibidir. Tutunan kurtulur, tutunmayan, bogulur. “ (Taberânî)

” Ehl-i beytime bugzeden, yüzüstü cehenneme atilir.” [I. Ahmed]

” Ehli beytime, cehennemlikten baskasi bugzetmez.” [I. Ahmed]

” En iyiniz, Ehl-i beytime iyilik edendir. “[Hakim

“ Ehl-i beytimi sevmeyen, ihtilafa düser ve seytana yoldas olur. “[Hakim]

” Vallahi Ehl-i beytimi sevmeyenin kalbine iman girmez.” [I. Ahmed]

” Benim soyuma dil uzatarak, beni incitenlere, Allahü teâlâ çok azap yapar. “[Deylemî]

” Allahü teâlâ, oglum Hasan'la iki Müslüman ordunun arasini baristirir.” [Buhari]

” Ya Rabbi, Hasan'la Hüseyin'i seviyorum. Sen de sev. Bunlari sevenleri de sev!” [Tirmizi]

” Fatima benden bir parçadir. Onu inciten beni incitmis olur. “[Hakim]

” Fatima'yi Ali'den daha çok severim, Ali, bana, Fatima'dan daha çok kiymetlidir. “[Hakim]

” Allah, Fatima ve nesline Cehennemi haram kildi. “[Taberânî]

” Kizim Fatima'nin adi "Allah onu ve sevenlerini Cehennemden korur" manasindadir. [Deylemî]

” Ali'yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafik olan bugzeder. “[Nesâî]

” Ali'yi sevmek, atesin odunu yaktigi gibi, Müslümanlarin günahini yok eder “[I. Asakir]

” Ali'ye düsman olanin düsmani Allahtir. “[Ramuz]

” Ben ilmin sehriyim, Ali ise kapisidir. “[Deylemî]

” Ilim on kisim. Dokuzu Ali'de, biri diger halktadir. O, bu biri de onlardan iyi bilir.” [Ebu Nuaym]

” Ali'yi seven, beni sevmistir. Ona düsmanlik, bana düsmanliktir. Onu inciten beni “ incitmistir. Beni inciten de Allahi incitmis olur.” [Taberânî]

” Imanin birinci alameti Ali'yi sevmektir.” [M. Ç. Güzin]

” Islâma, Peygambere ve nesline hürmet edenin, dini ve dünyasi korunur.” [Taberânî]

” Ehl-i beytimi ve Eshabimi çok sevenin, Sirat köprüsünde ayagi kaymaz.” [Deylemi,I. Adiy]

” Eshabimi, ezvacimi ve Ehl-i beytimi seven, cennette benimle beraber olur.” [Ramuz]

” Allah, Fatima ve nesline Cehennemi haram kildi. “Hadis (Taberânî) .
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

24

28.11.2004, 01:38

Ne kadar kuvvetli?

Asagi yazdigim Hadis-i Serifler Sunni kaynakli ama ne derece kuvvetli bilmiyorum.... Eger bilen bir abimiz varsa lütfen bizi bilgilendirsin....


» Ibn Kani’el- Kadi Abdulbaki b. Merzuk, Ibni’l- Hamra’dan (Resulüllah’in kölesi, adi Bîlal bin Harîs’dir): Resulüllah (s.a.v.) buyurdular ki:
“Göge ciktigim gece, Ars’in üzerinde La ilahe illallah Muhammedurresulullah eyyatuhu bialiyyin (Allah’dan baska ilah yoktur. Muhammed Allah’in Resulüdür. Onu Ali ile güclendiridm) kelimesinin yazilmis oldugunu gördüm.” «
Ibn Kaani “Mu’cemü’s-Sahabe” adli eserinde. Taberani’de mu’cemin’de rivayeti tahric (taricin manasi Hadisin ilk ravisini ortaya cikartmaktir) etmisdir. Süyûtî; Menahil (Shf.30)

» Iki ciltlik “ Ramûzü’l- Ehadis “ isimli eserin ikinci cildi 394/5 de:“Yer gök yaratilmadan iki bin sene evvel, Cennetin kapisinda, “La ilahe illallah Muhammedün Resulüllah ve Ali’yi de ona yardimci verdim’ diye yazilmistir.” «

Semseddin Sivasî (Halveti tarikati seyhlerinden)‘nin yazdigi Dört Halifenin Menkibeleri adli eserde söyle geciyor:»Cabir bin Abdullah Hazretlerinin rivayet ettigi bir hadis-i serifte ise:
“Yüce Mevla yerleri ve gökleri halketmezden iki bin yil önce, cennetin kapisinin üzerine kelime-i tevhidi yazdi ve sonunda da Hz. Ali’nin bir rümuzunu oraya ekledi. Yani Hz. Ali Resulullahin yardimcisidir, kaydi konuldu.”
Cennetin kapisi üzerinde bulunan bu yazinin hadis metindeki ibaresi aynen söyledir: “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah Aliyyün nasiru Resulullah”.

Ayni eserde yine söyle geciyor: Hadis-i serif…
»Mi’rac Gecesinde Arsin kenarinda söyle yazili idi: „Ben birim, Benden baska ilah yoktur. Adn Cennetini Ben yarattim. Yarattiklarimdan Habibim Muhammed’i sectim. Onu, Ali ile kuvvetlendirip yardim ettim. «

Sahabesi ile birlikte Hacc farizasini bir bir yerine getiren Peygamber Efendimiz Zilhicce’nin 14, Carsamba günü Veda Tavafindan sonra, Mekke-i Mükerremeden Medine-i Münevvereye dogru yola cikti. Gadir-i Hum Vadisine konakladilar. Efendimiz orada ögle namazini kildirdi. Namaz bitince Ashabina, “Ey insanlar! Biliniz ki, ben de bir insanim! Cok sürmez yüce Rabbimin elcisi gelecek, beni ebedi aleme cagiracak. Ben de onun davetine icabet edecegim. Yakinda size veda edecegim” dedikten sonra sözlerine söyle devam etti:

“Eger sadakatle sarilirsaniz, size dogru yolda muhafaza edecek iki sey birakiyorum: Onlardan birincisi Allah’in Kitabi Kur’an’dir ki, icinde hidayet ve nur vardir. Ona sim siki sariliniz. Ikincisi de Ehl-i Beytim’dir.”

Bu sözlerinden sonra Hz. Ali’nin elinden tuttu. “Ben kimin mevlasi (sevgilisi) isem, Ali de onun mevlasidir (sevgilisidir)” buyurdu ve arkasindan, “Allah’im! Ona dost olana dost, düsman olana düsman ol !” diye niyazda bulundu.

hürmetler.....
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Mesajlar: 4

Konum: Turkiye

Meslek: Öğretmen

Hobiler: Eğitim

  • Özel mesaj gönder

25

29.11.2004, 09:51

Ehl-i Beyt ile ilgili hadisler nasıl anlaşılmalı

Bu hadislerin hepsi doğrudur. Ancak yoruma tabidir. Yorumu doğru yapılmazsa yanlış anlaşılmalara konu olur. Her şeyden önce dinin amacı uhrevi saadettir. Dünyanın değeri ahiretin tarlası olması yönü iledir. Yoksa dinsiz dünyada hayır yoktur. Ehl-i Beytin görevi dini korumak ve doğru anlaşılmasını sağlamak, dünyevi, ticari ve siyasi meselelere alet edilmesine engel olmaktır. Bunun için Bediüzzaman hazretlerinin ifadesi ile "Dünya saltanatı aldatıcıdır, ehl-i beyte yakışmaz." Onlar ahiretin, cennetin sultanlarıdır. Hal böyle olunca işin maneviyatı maddiyatın ötesindedir. Dine, ehl-i beyte, iman ve ahiret açısından bakılmalıdır. Nasıl ki Yahudiler dünya saltanatını kendilerine kazandıracak bir mesih beklentisi ile gerçekte Allah'ın Mesih diye adlandırdığı Hz. ısa (as) a iman etmediler. Dünya onları aldattı. Aynı şekilde peygamberimiz (sav) de dünyayı imar ve tamir etmek için değil, baki ve ebedi olan ahireti ve saadet-i ebediyeyi kazandıracak manevi hizmetleri yapmak için geldi. ınsanlara ruhlarının gıdası olan manevi iman dersini verdiler ve ahirete davet ettiler. Ehl-i Beytin görevi de bunları korumak, izah etmek ve imana halkı davet etmektir. Bunun için her musibet ve belaya sabretmek ile mükelleftirler. Bu hizmeti yapanların gerçek ehl-i beyt olduğu da yukarda ifade edilmiştir. Bediüzzaman'ın ıman ve ıslam ölçüleri içinde meseleye bakanlar doğruyu yakalarlar. Selamlar.

26

29.11.2004, 09:59

değerli bazul_eşheb kardeşim;

mesele aydınlandı.
üstelik çok güzel bir ilmi zemin de oluştu.

bu noktada iki husus konusunda açıklama yapmak gerekiyor.

birincisi:
Bizler Risale-i Nurun faziletlerinden bahsederken asla ki diğer hizmet gruplarını küçümsemiyoruz. Hangi grup ve cemaat ve tarikatten olursa olsun ehl-i iman ve müslüman olan bir kişi bizim kardeşimizdir.
Biz sadece kendi meseleğimizin muhabbeti ile hareket ediyoruz.


ikincisi:
son naklettiğiniz hadislerde Hz.Ali efendimizle ilgili yüksek övgüler var. Bu hadislerin kaynağı hakkında çok bilgim yok. ama bu konuda Üstad Hz.leri "Hz. Ali hakkında biraz daha fazla hadise nakledildiğini, bunun sebebinin de ileride meydana gelecek olan bazı tartışmalı hallerde Hz.Ali Efendimizi ümmet gözünde tebrie etmek maksadını taşıdığını" ifade eder. aslında Hz.Ömer, Hz. Ebubekir, Hz. Osman hakkında da çok övgü dolu hadis var.
Fakat Hz. Ali hakkında daha çok hadis nakledilmiş. ama bu noktada dikkatli olak lazım. Cenab-ı Hak dört halifeyi başta olmak üzere diğer sahabeleri de Peygamberimize yardımcı vermiş.

saygılar

27

29.11.2004, 21:15

Re: EHL-ı BEYT-ı MANEVı

şu ana kadar yazılmış yazıları okudum ve çok takdir ettim. sunni kardeşlerimizin Ehl-i Beyte aşık olmaları beni mutlu etti. Allah razı olsun kardeşlerim...
Bazul_Eşeb kardeşim de hadislerin güvenilir olup olmadığını tam bilmediğini belirtmiş. daha geniş açıklama yapan hadisler verildi diye biliyorum...
Yalnız M. Ali kardeşin yazısına cevap vermeyi uygun gördüm. yanlışlarım varsa düzeltiniz....

Alıntı sahibi ""M. Ali KAYA""

....Hadislerde; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ailesi, eşleri ve çocuklarıyla Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'dir...
Ehl-i beyt terimi Kur'ân-ı Kerîm'de yüce Allah Ehl-i Beyti şu âyette belirtmiştir: "Ey Peygamber hanımları, evlerinizde oturun; eski câhiliyedeki gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın, zekâtı verin; Allah'a ve Peygamber'e itâat edin. Ey Peygamber'in ev halkı, Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." Rasûlullah (s.a.s)'in eşlerinin, diğer bir deyimle mü'minlerin annelerinin ev halkından olduğu bu âyetten anlaşılmaktadır. Ayette, "Ey ev halkı" ifadesiyle onlar kastedilmektedir. Çünkü âyetin başında "Ey Peygamber'in hanımları" hitâbı vardır. Bu terim, bir adamın hanımlarını ve çocuklarını kapsamaktadır......


bu hadisleri alsam? Zira ben Resul-i Ekrem'in ailesinin tamamının dahil olmadığını ve eşi Ümmü Seleme validemizin dahi Aba altına alınmadığını ve onun ayrı bir hayır üzere olduğunu belirten hadisleri verdim. okuduysanız eğer?

dikkat ettiyseniz eğer Ayetin başında Peygamberin hanımlarına hitab edilmekte ama ayetin sonunda; yani tathir ile ilgili kısımda zamirler müennes değil, müzekkerdir: "...minkum ve yutahhirakum tathira". Arapçada Müzekker erkekleri ifade ederken bazen hanımları da içermektedir...


Alıntı sahibi ""M. Ali KAYA""

Hâdislerde, Rasûlullah (s.a.s.)'in eşleri Ümmü Seleme veya Hz. Âişe'nin, Hz. Peygâmber'e kendilerinin de ehl-i beyt'ten olup olmadıklarını sorduğu, bunun üzerine Rasûlullah'ın ona: ''Sen benim için seçilmişsin" buyurduğu nakledilmiştir.

Ümmü Seleme validemiz "Kesinlikle "EVET" demedi" demiştir. Resulullah (s.a.a) "Sen (ayrı bir) hayır üzeresin" buyuruyorlar...

...ve dikkatinizi çekeyim: 12 ımam Kureyşidirler...

Alıntı sahibi ""M. Ali KAYA""

“Zamanın imamını tanımayan cahiliye ölümü ile ölür.” Zamanın imamı iki şekilde anlaşılmalıdır. Birincisi devlet başkanına, idareciye isyan etmeyerek itaat içinde yaşamak, anarşi ve teröre bulaşmamak, isyana kalkışmamak ve toplumun huzurunu bozmamak. ıkincisi de zamanın din müceddidine muhalefet etmeyerek o hidayet rehberine uyarak hak yoldan ayrılmamaktır. Böylece küfür, bid’at ve dalalet yollarından kendini korumuş olur.


Kur'an'da bu itaat meselesi belirtilmiştir; "Ey iman edenler; Allah'a ve Resulüne ve SıZDEN OLAN ULUL-EMRE itaat edin.."
maalesef sahte din adamları Devlet başkanlarının zalimane tavırlarına ses çıkarılmamasına dair fetva vermişler... Yezidin yanındakilerin müslümanım dedikleri halde Resulün torunlarını şehid etmeleri ve en bedbaht kişiler arasında yer almalarında bunun payı büyüktür...
Maalesef şiada da aynı türden din adamları (?) çıkmış; "Mehdi gelmeden kıyam etmek haramdır" fetvaları vermiş, hatta bir kısım süfeha ımam Humeyni'yi tekfir etmişlerdir...
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

28

30.11.2004, 01:52

Re: Ne kadar kuvvetli?

Alıntı sahibi ""Muhammed_Ruhullah""



Bazul_Eşeb kardeşim de hadislerin güvenilir olup olmadığını tam bilmediğini belirtmiş. daha geniş açıklama yapan hadisler verildi diye biliyorum...


...



Muhterem Kardesim sizin yazdiginiz ve kaynak verdiginiz hadis-i seriflerin degil benim yazdigim hadis-i serifleri ne kadar kuvvetli oldugunu sormustum biliyorsun bir kac cesit hadis türü var...


Alıntı sahibi ""Bazul_Eşheb""



» Ibn Kani’el- Kadi Abdulbaki b. Merzuk, Ibni’l- Hamra’dan (Resulüllah’in kölesi, adi Bîlal bin Harîs’dir): Resulüllah (s.a.v.) buyurdular ki:
“Göge ciktigim gece, Ars’in üzerinde La ilahe illallah Muhammedurresulullah eyyatuhu bialiyyin (Allah’dan baska ilah yoktur. Muhammed Allah’in Resulüdür. Onu Ali ile güclendiridm) kelimesinin yazilmis oldugunu gördüm.” «
Ibn Kaani “Mu’cemü’s-Sahabe” adli eserinde. Taberani’de mu’cemin’de rivayeti tahric (taricin manasi Hadisin ilk ravisini ortaya cikartmaktir) etmisdir. Süyûtî; Menahil (Shf.30)

» Iki ciltlik “ Ramûzü’l- Ehadis “ isimli eserin ikinci cildi 394/5 de:“Yer gök yaratilmadan iki bin sene evvel, Cennetin kapisinda, “La ilahe illallah Muhammedün Resulüllah ve Ali’yi de ona yardimci verdim’ diye yazilmistir.” «

Semseddin Sivasî (Halveti tarikati seyhlerinden)‘nin yazdigi Dört Halifenin Menkibeleri adli eserde söyle geciyor:»Cabir bin Abdullah Hazretlerinin rivayet ettigi bir hadis-i serifte ise:
“Yüce Mevla yerleri ve gökleri halketmezden iki bin yil önce, cennetin kapisinin üzerine kelime-i tevhidi yazdi ve sonunda da Hz. Ali’nin bir rümuzunu oraya ekledi. Yani Hz. Ali Resulullahin yardimcisidir, kaydi konuldu.”
Cennetin kapisi üzerinde bulunan bu yazinin hadis metindeki ibaresi aynen söyledir: “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah Aliyyün nasiru Resulullah”.

Ayni eserde yine söyle geciyor: Hadis-i serif…
»Mi’rac Gecesinde Arsin kenarinda söyle yazili idi: „Ben birim, Benden baska ilah yoktur. Adn Cennetini Ben yarattim. Yarattiklarimdan Habibim Muhammed’i sectim. Onu, Ali ile kuvvetlendirip yardim ettim. «

..


yani burda medhi sena var Hz. Imam Ali icin ama Peygamber (s.a.v.) öyle medh olsun diye bunlari söylememistir miracta bizzat okuyup ona göre anlatmistir yani ""La ilahe illallah Muhammedün Resulullah Aliyyün nasiru Resulullah"" veya ""La ilahe illallah Muhammedurresulullah eyyatuhu bialiyyin "" yazili oldugnu görmese bunu hasa laf olsun diye söylemeistir... Tabiki diger üc halifeyi medh eden hadisler vardir ama bu türden degil, tabiki onlarda yardimci ama yukaridaki gibi hadis-i serif haklarinda yok sanirim hani efendimiz (s.a.v.) burda böyle yazili gördüm türünden yok sanirim??... Iste bu hadisler yani benim yazdigim hadisler ne kadar kuvvetli onu sordum sizin kaynaklarini verdiginiz hadislere amenna... Ehl-i Beyt Efendilerimize canimiz feda 12 Imam 14 Mahsum 17 Kemerbend 72 Süheda Efendilerimize canimiz feda.. 12 Imam hakkimda lütfen Imam Rabbani Hz. son mektubunu okuyun...

hürmetler...
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

29

30.11.2004, 03:00

ımam-ı Rabbani Mektûbatının üçüncü cildi.123.mektubunda buyuruyor ki:


''''Mektûbuma Besmele ile başlıyorum. Allah-u Teala’ya hamd olsun ve Onun seçtiği, sevdiği kullarına selam olsun! insanı Allah-u Teala’ya kavuşturan yollar ikidir.

Birincisi: Kurb-ü nübüvvettir.Peygamberlerin yakınlığı gibi olan, Nübüvvet yolu olup, insanı aslın aslına ulaştırır. Peygamberler (aleyhimüssalavatü vet-teslîmat) ve bunların sahabîleri bu yoldan kavuşmuşlardır. Ümmetlerinden sahabi olmayanlar arasında, dilediklerini de, bu yoldan kavuşmakla şereflendirirler. Fakat bunlar pek azdır. Bu yolda vasıta, aracı yoktur. Ya’nî vasıl olduktan sonra, doğrudan doğruya asıldan feyz alırlar. Hiç biri ötekine vasıta olmaz, perde olmaz.

ıkinci yol : Kurb-ü velayettir. Kutublar, evtad, büdela ve nüceba ve bütün evliya hep bu yoldan kavuşmuşlardır. Bu yol, sülük yolu’dur. Evliya’nın cezbeleri de, bu yolun cezbeleridir. Bu yoldan kavuşanlar, birbirine vasıta ve perde oluyor.Bu yoldan vasıl olanların önderi ve en üstünleri,ötekilere vasita olani, Hazret-i Ali Mürteza’dır (k.v.) Bu yolda gelen feyizlerin kaynağı odur. Resûlullah’dan (aleyhi ve ala alihissalatü ves-selam) gelen feyzler, ma’rifetler, hep Onun vasıtası ile gelir. Fatıma-tüz-Zehra, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin (radiyallahü teala anhüm), bu makamda, Hazret-i Ali ile ortaktırlar. Öyle sanıyorum ki, Hazret-i Ali,dünyaya gelmeden önce de,bu makamda idi. Vefat ettikten sonra da, bu yolda her velye gelen feyzler, hidayetler, yine onun vasıtası ile gelmektedir. Çünkü kendisi bu yolun en yüksek noktasinda bulunuyor. Bu makamın sahibi odur. Hazret-i Ali veft edince, ondan yayılan feyzler, Hazret-i Hasan ve sonra Hazret-i Hüseyin vasıtası ile geldi. Daha sonra Oniki ımam’dan, sağ olanları, kendi zamanlarında vasıta oldular. Bunlardan sonra gelen evliya’ya feyzler, bu Oniki ımam’ın vasıtası ile geldi. Ku- tublara, nücebaya da, hep bunlardan geldi.

Sonra Abdulkadir Geylanî( kuddisi sirruh) dünyaya gelip, veli oluncaya kadar böyle devam etti.Sonra o büyük vazîfe, bu büyük ve sevgili veliye verildi. Kendinden sonraki kutublara ve büdelaya ve bütün evliyaya, Oniki ımam’dan gelen feyizler ve bereketler, bunun vasıtası ile geldi. Başka hiçbir veli bu makama kavuşmadı. Bunun içindir ki: “Önceki velilerin güneşleri battı. Bizim güneşimiz ufuk üzerinde hep kalacak, hiç batmayacaktır” buyurmuştur. Hidayet, irşad feyzinin akmasını, güneş ışıklarının yayılmasıına benzetmiştir. Feyzin kesilmesine, güneşin batması demektir. Abdulkadir Geylanî hazretleri’ne Oniki ımam’ın vazîfeleri verilmiştir. Rüşd ve hidayete vasıta olmuştur. Kiyamete kadar her veliye feyzler, onun vasıtası ile gelecektir... Müceddid-i elf-i sani ( yani ımam-ı Rabbani ) bu vazîfeyi, Abdulkadir Geylanî’nin vekili olarak yapmaktadir. Ay güneşten aldığı ışıkları saçtığı gibi olmaktadir.............

diye devam ediyor'''''

hürmetlerimle
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

30

01.12.2004, 20:31

Re: Ne kadar kuvvetli?

Alıntı sahibi ""Bazul_Eşheb""

Muhterem Kardesim sizin yazdiginiz ve kaynak verdiginiz hadis-i seriflerin degil benim yazdigim hadis-i serifleri ne kadar kuvvetli oldugunu sormustum biliyorsun bir kac cesit hadis türü var...
.....

burda medhi sena var Hz. Imam Ali icin ama Peygamber (s.a.v.) öyle medh olsun diye bunlari söylememistir miracta bizzat okuyup ona göre anlatmistir yani ""La ilahe illallah Muhammedün Resulullah Aliyyün nasiru Resulullah"" veya ""La ilahe illallah Muhammedurresulullah eyyatuhu bialiyyin "" yazili oldugnu görmese bunu hasa laf olsun diye söylemeistir... Tabiki diger üc halifeyi medh eden hadisler vardir ama bu türden degil, tabiki onlarda yardimci ama yukaridaki gibi hadis-i serif haklarinda yok sanirim hani efendimiz (s.a.v.) burda böyle yazili gördüm türünden yok sanirim??... Iste bu hadisler yani benim yazdigim hadisler ne kadar kuvvetli onu sordum sizin kaynaklarini verdiginiz hadislere amenna... Ehl-i Beyt Efendilerimize canimiz feda 12 Imam 14 Mahsum 17 Kemerbend 72 Süheda Efendilerimize canimiz feda.. 12 Imam hakkimda lütfen Imam Rabbani Hz. son mektubunu okuyun...
hürmetler...



Hz Ebu Zerr (r.a) anlatıyor: “Bir gün Allah’ın Resulü ile beraber öğlen namazını kılıyordum. Derken bir dilenci (peyda oldu ve) mescide olanlardan bir şeyler istedi. Ama ona hiç kimse bir şey vermedi. Bunun üzerine dilenci elini göğe kaldırarak; “Allah’ım şahid ol. Ben, Resulullah’ın mescidinde bir şeyler istedim de, hiç kimse bana bir şey vermedi. ” dedi. Hz Ali de rüku halinde idi. Bunun üzerine o dilenciye serçe parmağını gösterdi. O parmağında bir yüzük vardı. Bunu üzerine dilenci Hz Ali’ye doğru yönelerek, Hz Peygamberin gözü önünde yüzüğü çıkarıp aldı. Bunun üzerine Hz Peygamber; “Allah’ım. Kardeşim Musa senden dilekte bulunarak; “Rabbim, yüreğime genişlik ver… Bana ehlimden bir de vezir (yardımcı) ver; kardeşim Harun’u!.. Onunla arkamı kuvvetlendir. Ve onu emrimde (işlerimde) bana ortak kıl…” (Ta-ha: 25-32)” demişti. Sen de “Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki..” (Kasas: 35) buyuran ayeti indirmiştin… Allah’ım! Senin Nebin Muhammed, diyorum ki; Benim göğsüme genişlik ver. ışimi kolaylaştır. Bana Ehlimden Ali’yi vezir yap, onunla sırtımı kuvvetlendir.” dedi. Ebu Zerr (r.a) devam etmektedir; “Allah’ın Resulü (s.a.v) sözünü henüz tamamlamıştı ki, Cibril (a.s) inerek “ınnema veliyyukumullahu ve Rasuluhu.. (Maide: 55) ayetini oku!” dedi.”
Mefatihul ğayb (terc.) 9/119-120

bu hadis de aynı şeyi belirtiyor

teşekkür ederim
s.a
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

31

02.12.2004, 10:01

değerli arkadaşlar
bu güzel sohbetlerinizden dolayı teşekkür ederim.


Hz.Ali efendimiz hakkında hoş ve güzel nakiller yapılmış.
evet, hz. Ali efendimiz şah-ı velayet ve mümmessil-i Ehl-i Beyt noktasında en ileridedir. Üstad Hz.leri mektubatta bu hususa dikkat çekiyor.

Yine aynı yerde, külli fazilet noktasında Hz.Ebubekir,Ömer,Osman(r.anhum) den sonra geldiğini ifade ediyor.
bu hususu da altın ve gümüş misali ile açıklıyor.

bu kısa hatırlatmamız dikkate alınırsa daha dengeli bir muhabbet noktasına ulaşabilriz.

saygılar

32

04.12.2004, 16:55

Alıntı sahibi ""ahmetsaid""

....Yine aynı yerde, külli fazilet noktasında Hz.Ebubekir,Ömer,Osman (r.anhum) den sonra geldiğini ifade ediyor.
bu hususu da altın ve gümüş misali ile açıklıyor.
bu kısa hatırlatmamız dikkate alınırsa daha dengeli bir muhabbet noktasına ulaşabilriz.
saygılar

s.a
Üstadın "Ehl-i Beyt'i temsil ettiği noktadan ımam Ali (a.s) karşılaştırılamaz" demesi bir Ehl-i Sünnet alimi için çok büyük bir olgudur.
ama Üstadın değişik şekilde beyan etmiş olduğu hilafet noktasında da (ımamet makamı hilafet makamını da kapsadığından dolayı) imam Ali'nin en ileride olduğunu biliyoruz..
zaten okumuş olduğunuz hadislerde bu beyan edilmektedir...
selamlar
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

33

04.12.2004, 17:18

Muhemmed_Ruhullah kardeş,

Üstad diyor ki,

"Hz.Peygamber a.s.m. Hz.Ali'yi hilafete geçirmek istedi ama anladı ki murad-ı ılahi öyle değil..."

Halifelerin dizilişindeki hikmetleri en iyi Allah bilir.Ama düşünsene, Hz.Ali k.v. gibi gözünü budaktan sakınmayan sahabeyle Hz.Ebu Bekir'in r.a. yufka yürekli yönetimi bir olur mu?
Ya da Hz.Osman r.a. zamanında Hz.Ömer geçseydi ne olurdu? Kaç kişinin kellesi giderdi?

Hz.Ebu Bekr r.a. hilafeti zamanında vezirleri diğer 3 halifeydi, ama Hz.Ali r.a. hilafeti yanında bir Hz.Ebu Bekr,bir Hz.Ömer var mıydı o şiddetli fitne zamanında,böyle mühim vezirleri yoktu,belki Hz.Ebu Bekr bu kadar dayanamazdı,o yüzden Hz.Ali'nin halife olması daha iyi oldu?

Bunları biz bilemiyoruz...Allahu a'lem bissavab diyip oturuyoruz...Olan olmuş artık, bundan sonra konuşmamız bir şey değiştirmeyecek.Hz.Ali'nin k.v. faziletlerini biliyoruz, onu seviyoruz, hele onun ehl-i beytini ve ehl-i beytinden olan Üstad ve onun gibi devrinin imamları olmuş alimleri seviyoruz.Artık bundan sonra Hz.Ali'nin faziletini konuşmanın onu anlamak açısından faydası olabilir,ama hilafet sırası hakkında konuşmak pek bir şey kazandırmaz.şu an aklıma bunlar geliyor,yanlış varsa tashih edin.


Hiç dikkatimizi çekmeyen bir nokta; Hz.Ali'nin k.v. son halife olmasıyla daha çok övünebiliriz.Zira ilk üç halifenin döneminde bir çok sahabe hayattaydı,o dönemin insanları daha faziletliydi, fitne oyunlarına kolay gelmezdi.Ama Hz.Ali k.v. dönemindeki fitnelere bakarsak Hz.Ali'yi k.v. daha çok takdir ederiz.

ış kader bahsine kayıyor...En iyi Allah bilir diyip, susmayı tercih ederim.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

34

05.12.2004, 09:02

Vefat-ı Nebevî'den sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan Sahabeler; eğer Hazret-i Ali başa geçseydi, Hazret-i Ali'nin hilafeti zamanında zuhura gelen hâdisatın şehadetiyle ve Hazret-i Ali'nin mümâşatsız, pervasız, zâhidane, kahramanane, müstağniyane tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaatı itibariyle, çok zâtlarda ve kabilelerde rekabet damarını harekete getirip, tefrikaya sebeb olmak kaviyyen muhtemeldi. Hem Hazret-i Ali'nin hilafetinin teehhür etmesinin bir sırrı da şudur ki: Gayet muhtelif akvamın birbirine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haber verdiği gibi, sonra inkişaf eden yetmişüç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvam içinde, fitne-engiz hâdisatın zuhuru zamanında, Hazret-i Ali gibi hârikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzım idi ki, dayanabilsin. Evet dayandı... Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haber verdiği gibi: "Ben Kur'anın tenzili için harbettim, sen de tevili için harbedeceksin!"......
Mucizat-ı Ahmediye

Hz Ali hilafete en layık kişi idi ama maalesef kendini çekemeyenler ve gençliğiyle halife olmasını istemeyenler vardı. Hz Ömer beni haşimin ımam Ali'yi halife olarak istemediklerini "onlar Nübüvvet ve Hilafetin aynı ailede birleşmesini istemiyorlar" diyerek açıklamıştır...
Üstadın da dediği gibi Hz Ali'nin hilafetinin ertelenmesinin birçok nedeni vardır...
düşünmemiz dileğiyle
selamlar
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

35

05.12.2004, 12:52

Alıntı yaptığın yeri ben de aktarmayı düşünüyordum lakin neresi olduğunu hatırlayamadım.Dediğim gibi geç halife olması Hz.Ali'nin k.v. faziletini etkilemez.Hatta daha geç ve fitne zamanında olması,yanında 3 Halife r.a. gibi vezirleri,ashab gibi yardımcıları olmaması (çok az sayıda olması) onun hilafetinin zorluğu nisbetinde değerli yapar.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

36

06.12.2004, 18:05

:)
zamanım olursa eğer Nehcül-Belağa'dan konu hakkında alıntı yapacağım
Bu arada şehid Dr Murtaza Mutahhari'nin "Bilinmeyen Simasıyla Hz Ali" adlı kitabını okursanız sevinirim
s.a
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

37

06.12.2004, 18:51

Alıntı sahibi ""Muhammed_Ruhullah""

:)
zamanım olursa eğer Nehcül-Belağa'dan konu hakkında alıntı yapacağım
Bu arada şehid Dr Murtaza Mutahhari'nin "Bilinmeyen Simasıyla Hz Ali" adlı kitabını okursanız sevinirim
s.a

v. a. s.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

38

07.12.2004, 00:26

kaynak : ebubekir sifil / www.ebubekirsifil.com / makaleler

Bismillâhirrahmânirrahîm

Zayıf hadisin amele konu olup olmayacağı, üzerinde ulemanın ihtilaf ettiği bir husustur. Bu konudaki ihtilaflar, hadisin durumuna ve amel edilecek konunun mahiyetine göre alabildiğine geniş bir çerçeve oluşturur.

Kaynaklarda bu konudaki görüşler genel olarak şu üç kategoride toplanmıştır:

1- Zayıf hadisle, –ahkâmda olsun fezailde olsun– amel edilebilir.

2- Bu türlü hadislerle hiçbir konuda amel edilemez.

3- Bu türlü hadislerle sadece fezail, menakıb, mevaiz, tergib-terhib ve kıssalar konusunda amel edilebilir.

Bu görüşlerden ilki Hadis imamlarından Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud'a, ikincisi Yahya b. Ma'în, el-Buhârî ve Müslim'e, üçüncüsü de Süfyân es-Sevrî, Abdurrahman b. Mehdî ve ıbn Ebî Hâtim'e nisbet edilir.[1]

Görebildiğimiz kadarıyla Usul-i Hadis kaynaklarında ımam el-Buhârî'nin ismi, zayıf hadis ile hiçbir konuda amel edilemeyeceğini söyleyenler arasında zikredilmektedir.

Ancak bizzat ımam el-Buhârî'nin eserlerinde –ki az sonra Sahîhu'l-Buhârî'den örnekleriyle zikredeceğiz– sergilediği tavır, onu bu kategoriye sokmanın tartışmaya açık bir husus olduğunu göstermektedir.

Konunun ayrıntısına girmeden önce, gerek Hadis, gerekse Fıkıh imamları tarafından genel bir kaide olarak görülen ve uygulanan şu noktanın altını çizmek gerekir: Bu imamlar eğer bir konuda sahih hadis bulamamış iseler, o konudaki zayıf hadisi kıyasa ve içtihada tercih etmiş ve hükme medar kılmışlardır.

Örnek olarak ımam Ebû Hanîfe'nin, kıyasa aykırı olan "kahkaha hadisi" ile amelini, ımam Mâlik'in mürsel, münkatı ve belâğât türündeki hadisleri ve sahabî kavlini kıyasa tercihini, ımam eş-şâfi'î'nin, kerahet vakitlerinde namaz kılmanın Mekke'ye mahsus olmak üzere caiz olduğunu bildiren hadisi –yine kıyasa muhalif olmasına rağmen– esas almasını ve ımam Ahmed b. Hanbel'in, kıyasa ancak sahih bir hadis veya sahabî kavli yahut zayıf bir hadis bulamadığı zaman başvurmasını zikredebiliriz.[2]


Fıkıh imamlarının bu tavrının yanısıra Hadis imamlarının tutumu da yukarıda söylediğimizi doğrular mahiyettedir. Nitekim en-Nevevî, es-Süyûtî, es-Sehâvî ve el-Heytemî gibi alimler, tergib-terhib, fezail ve mevaiz konularında sahih bir hadis bulunmadığı zaman zayıf hadisle amel edilebileceği konusunda Hadis ve Fıkıh ulemasının ittifak ettiğini belirtmişlerdir.[3]

ımam el-Buhârî'nin adının, zayıf hadis ile hiçbir surette amel edilemeyeceğini söyleyenler arasında zikredilmesine gelince, kanaatimize göre burada bir zühul söz konusudur.

Zira ımam el-Buhârî'nin Sahîh'inde, senedindeki muhtelif kusurlar sebebiyle zayıf bulunmuş hadisler mevcuttur.[4] Aşağıda bu eserden, senedlerindeki bazı ravilerin taz'if edilmiş kimseler olması sebebiyle ulema tarafından zayıf bulunmuş rivayetlere örnekler zikredeceğiz.

Söz konusu raviler hakkında –tıpkı başka pek çok ravi hakkında olduğu gibi–

"Hadis imamlarının bir ravi hakkındaki görüş ayrılığı Fıkıh imamlarının ahkâmda içtihattaki ihtilafına benzer. Dolayısıyla bu raviler hakkında başka Hadis imamlarının değerlendirmesi olumsuz olsa bile, El-Buhârî'nin değerlendirmesinin olumlu olması, o ravinin rivayet ettiği hadisin mutlak olarak zayıf olmasını gerektirmez; burada son tahlilde bir "içtihad ihtilafı"ndan söz edilebilir" şeklindeki bir itiraz ilk bakışta makul ise de, aşağıda zikredeceğimiz örnek rivayetler, durumun bu bağlamda değerlendirilemeyeceğini ortaya koymaktadır.

Zira bu rivayetlerin senedlerinde bulunan kimi raviler, bizzat ımam el-Buhârî tarafından taz'if edilmiş kimseler olarak dikkat çekmektedirler. Dolayısıyla onların naklettiği rivayetlerin –en azından senedleri itibariyle– ımam el-Buhârî nazarında da zayıf olarak değerlendirilmesi kaçınılmaz bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.


Ancak konuyla ilgili müsned rivayetlere geçmeden önce ımam el-Buhârî'nin –önceki alimler arasında da etrafında bir hayli münakaşa cereyan etmiş olan– muallak rivayetlerinin durumu hakkında –tezimizi destekleyen– kısa bir izahat yapalım:

Bilindiği gibi Sahîh'teki muallak rivayetler, senedli olarak verilmeyişleri sebebiyle Usul-i Hadis kitaplarındaki "sahih hadis" tanımına uymamaktadır.

Ancak Sahîh'teki bu türlü rivayetlerin kiminin ımam el-Buhârî tarafından yine Sahîh'in başka yerlerinde, kiminin başka musannıfların eserlerinde sahih-muttasıl senedlerle zikredilmiş olması onların sahih olarak kabul edilmesi için yeterlidir.

Bununla birlikte Sahîh'in bazı başka muallak rivayetleri (özellikle "temrîz sigası" ile verilmiş olanlar) de mevcuttur ki bunların Ümmet'in ameline konu olmaları (ma'mulun bih olmaları) dışında başka bir unsur tarafından desteklenmediğini görüyoruz. şu rivayeti örnek olarak zikredebiliriz:

ımam el-Buhârî, Sahîh'te[5] "Zikredildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vasiyetten önce borcun ödenmesiyle hükmetmiştir" diyerek Hz. Peygamber (s.a.v)'in bir kazasını muallak olarak vermiştir. Ahmed b. Hanbel, et-Tirmizî ve ıbn Mâce tarafından muttasıl olarak aktarılmış bulunan[6] bu rivayet sened itibariyle zayıftır.[7]

Ancak ıbn Hacer, bu rivayetin ittifakla ma'mulun bih olması sebebiyle makbul olduğunu söyler ve et-Tirmizî'nin bu yoldaki beyanını nakleder.[8]

Hatta bu muallak rivayetler içinde "cezm sigası" ile zikredildiği halde zayıf olanlar vardır. Mesela "Kitâbu'z-Zekât"ta Tâvus'un Mu'âz b. Cebel (r.a)'den naklettiği bir rivayet böyledir. Bu rivayet, başkaları tarafından Tâvus'a kadar muttasıl olarak aktarılmış olmakla birlikte Tâvus, Mu'âz b. Cebel (r.a)'den birşey işitmemiştir.[9] Dolayısıyla bu rivayetin sadece Tâvus'a kadar olan kısmı muttasıldır, ondan sonrası ise münkatıdır.

Keza bu türlü muallak hadisler arasında şazz ve muallel olanlar da mevcuttur.[10]

şu halde ımam el-Buhârî'nin muallak hadislerinin başka tariklerden mutlak olarak sahih olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

39

07.12.2004, 00:27

I. el-Buhârî'nin Sahîh'indeki zayıf rivayetlere örnekler.

1- el-Buhârî, Sahîh'inin "Kitâbu'r-Rikâk" bölümünde, senedinde Muhammed b. Abdirrahmân et-Tufâvî'nin bulunduğu bir hadis tahriç etmiştir.

ıbn Hacer şöyle der: "Bu zat hakkında Ebû Zür'a, "Münkeru'l-hadîs'tir" tabirini kullanmış (...), ıbn Adiy de bu zatın birçok hadisine (zayıf ravilere tahsis ettiği el-Kâmil adlı eserinde) yer vermiştir.

"Ben derim ki: Bu zatın el-Buhârî'de üç hadisi mevcuttur ki bunlar ıbn Adiy'in münker bulduğu rivayetlerden değildir. (...) Bu hadislerden üçüncüsü, "Kitâbu'r-Rikâk"ta yer alan "Dünyada bir garip gibi ol" hadisidir. Bu, et-Tufâvî'nin teferrüd ettiği bir hadistir ve Sahîh'in garib rivayetlerindendir. Tergib-terhib hadisleri cinsinden olduğu için el-Buhârî bu rivayet hakkında teşeddüt göstermemiş gibidir."[11]

2- Yine ımam el-Buhârî, Sahîh'inin "Kitâbu'l-Cihâd ve's-Siyer" bölümünde, senedinde Übeyy b. Abbâs'ın bulunduğu bir hadis rivayet etmiştir. ed-Dûlâbî'nin zikrettiğine göre bizzat ımam el-Buhârî bu zat hakkında "Leyse bi'l-kavî" ifadesini kullanmıştır.[12]

Her ne kadar ıbn Hacer, bu zata, kardeşi Abdülmüheymin b. Abbâs'ın mütâbaat ettiğini söylemiş ise de, yine ıbn Hacer, bizzat ımam el-Buhârî'nin, Abdülmüheymin hakkında da "Münkeru'l-hadîs" tabirini kullandığını nakletmiştir.[13]

3- Yine ımam el-Buhârî, Sahîh'inin birçok yerinde el-Leys b. Sa'd'ın kâtibi Ebû Sâlih Abdullah b. Sâlih el-Cühenî'den müteaddit bablarda rivayette bulunmuştur.

Bu zatın ımam el-Buhârî'nin -Sahîh'teki şartına uymadığını ıbn Hacer açıkça söylemektedir.[14]

Bu zatın Sahîh'teki rivayetleri genellikle başka tariklerden gelen rivayetlere tamamlayıcı veya açıklayıcı ziyadeler ihtiva eden rivayetler ise de, bu durum bizim tezimiz aleyhine delil teşkil etmez; tam aksine, ortaya koymaya çalıştığımız hususu destekler.

4- Bir diğer örnek, Ebû Ümeyye Abdülkerîm b. Ebi'l-Muhârık'tır. ımam el-Buhârî, "Kitâbu't-Teheccüd"de Hz. Peygamber (s.a.v)'in teheccüd namazında okuduğu bir duayı rivayet ettikten sonra şöyle der: "Süfyân şöyle demiştir: "Abdülkerîm Ebû Ümeyye bu duanın sonunda şöyle bir ziyade rivayet etti:..."

Bu zat hakkında cerh-ta'dil otoritelerinin kanaati genellikle menfidir. Bu sebeple ıbn Hacer onun hakkında "Zayıftır" ifadesini kullanmıştır.[15]

Yine ıbn Hacer, ımam el-Buhârî'nin bu zat hakkındaki tutumunu şöyle diyerek savunur: "el-Buhârî bu zatın rivayetine yer vermekte iki noktadan mazurdur. Birincisi: Bu zattan, amellerin faziletleriyle ilgili bir hadisin metnine ziyade ihtiva eden bir ifade nakletmiştir..."[16]

ıbn Hacer'in bu ifadelerinin bizim tezimizi destekler mahiyette olduğu açıktır.

5- ımam el-Buhârî Sahîh'te, Ebû Yahya Fuleyh b. Süleyman el-Huzâ'î (veya el-Eslemî)'nin birçok hadisine yer vermiştir.

el-Buhârî'nin, Yahya b. Ma'în, Ebû Dâvûd, en-Nesâî, Ebû Hâtim ıbn Ebî şeybe ve ıbnu'l-Medînî gibi otoriteler tarafından taz'if edilmiş olan[17] bu zatın hadisini tahrici konusunda ıbn Hacer şöyle der: "el-Buhârî'nin bu zata itimadı Mâlik, ıbn Uyeyne ve emsali kimselere itimadı gibi değildir. O, ancak bu zatın çoğu menakıb, bazısı da rikâk bahsine dair hadislerini tahriç etmiştir."[18]

ıbn Hacer'in bu ifadesi, ımam el-Buhârî'nin, menakıb ve rikâk konusundaki rivayetler hakkında, diğer bablardaki hadislere oranla daha toleranslı davrandığını açık biçimde göstermektedir.

6- ımam el-Buhârî tarafından Sahîh'te bir hadisi tahriç edilmiş bulunan Kehmes b. el-Minhâl es-Sedûsî, yine bizzat ımam el-Buhârî tarafından zayıf raviler arasında zikredilmiş bir kişidir.[19]

Her ne kadar Sahîh'te bu zat, Muhammed b. Sevâ es-Sedûsî'ye "makrunen"[20] zikredilmiş ise de, Sahîh'te üç hadisi bulunan Muhammed b. Sevâ es-Sedûsî'yi de aynı şekilde ımam el-Buhârî başkalarına –ki birisi de mezkûr Kehmes'tir– "makrunen" zikretmiştir.[21]

Bu durum, her iki ravinin bahse konu rivayetlerinin tek başlarına Sahîh'in şartlarına uymadığını gösterir.

7- Yine Sahîh'te hadisi tahriç edilmiş bir ravi olan Muhammed b. Talha b. Musarrıf, Hadis tenkitçilerinin beyanına göre babasından çok küçük yaşta hadis dinlemiş birisidir.[22]

Bu zatın Sahîh'teki üç hadisinden birisi de babasından rivayetidir ve bu rivayet hakkında ıbn Hacer şöyle der: "... Bu zatın Sahîh'teki hadislerinin üçüncüsü ise "Kitâbu'l-Cihâd"dadır ve (...) ferdir. Ancak bu hadis amellerin faziletleri ile ilgilidir."[23]

8- Ebu'l-Kasım Miksem b. Bücre (veya Necde), Sahîh'te tek hadisi tahriç edilmiş bir ravidir; rivayeti de Sahîh'in garib rivayetlerindendir.[24] Ancak b.u zatı ımam el-Buhârî'nin zayıf raviler arasında zikretmiş olması, konumuz açısından altı çizilmesi gereken örneklerden birisidir.[25]

Buraya kadar zikrettiğimiz örneklerin, şu noktayı açıklığa kavuşturmak bakımından yeterli olduğunu söyleyebiliriz:

1. ımam el-Buhârî'nin Sahîh'indeki bütün rivayetler sıhhat bakımından aynı derecede değildir.

2. Bu eserdeki –sayıları az da olsa– bazı rivayetler, senedlerindeki bazı raviler sebebiyle zayıftır.

3. Bu raviler ya bizzat ımam el-Buhârî tarafından zayıf raviler arasında zikredilmiş veya rivayetleri başka sebeplerle taz'if edilmiş kimselerdir. Ancak bu ravilerdeki zaaf, rivayetlerinin terk edilmesini gerektirecek ölçüde şiddetli değildir.

4. Söz konusu rivayetlerden bir kısmı başkalarına makrunen zikredilmiştir.

5. Bu rivayetlerin tamamı amellerin faziletleri, tergib-terhib... muhtevalıdır.

6. Bütün bu değerlendirmeler sonucunda ımam el-Buhârî'nin adının, zayıf hadislerle hiçbir konuda amel ve ihticac edilemeyeceği görüşünde olanların arasında zikredilmesinin tartışmaya açık olduğunu söyleyebiliriz.
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

40

07.12.2004, 00:28

II. Mütekaddimun Hadis ulemasının ıstılahında "zayıf hadis"

Konunun bütünlük arz edecek şekilde sunulmuş olması bakımından burada mütekaddimuun Hadis ulemasının ıstılahında "zayıf hadis" tabirinin ne ifade ettiği konusunun da açıklığa kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz.

ımam et-Tirmizî'nin kimi hadisler hakkında "hasen" tabirini kullanan ilk kişi olduğu konusunda ıbn Teymiyye'nin söyledikleri, daha sonra gelen ulema ve günümüz araştırmacıları tarafından genel kabul görmüştür.

Buna göre ımam et-Tirmizî'den önceki Hadis imamları hadisleri, sadece "sahih" ve "zayıf" diye iki ana kategoride ele almışlardır. Bu taksimdeki "zayıf hadis" tabiri, ımam et-Tirmizî ile kullanıma giren "hasen hadis" tabirini de içine almaktadır.

ıbn Teymiyye şöyle der: "Bizim, "Zayıf hadis re'yden daha hayırlıdır" şeklindeki sözümüzde geçen "zayıf hadis"ten maksat, "metruk zayıf" değil, "^hasen"dir. (...)

"et-Tirmizî'den öncekilerin ıstılahında hadis ya sahih veya zayıf olarak nitelendirilirdi. Zayıf ise iki çeşittir: Metruk olan zayıf ve metruk olmayan zayıf. Hadis imamları bu ıstılahları esas alarak (hdisler hakkında) konuşmuşlardır."[26]

Ancak aşağıda zikredeceğimiz örnekler, ımam et-Tirmizî'den önce de "hasen" tabirinin kullanıldığını, ondan öncekilerin bir kısmının da "zayıf hadis" tabiriyle büyük ölçüde müteahhiruh ulemanın ıstılahındaki "zayıf hadis"i kasdettiğini, dolayısıyla ıbn teymiyye'nin yukarıdaki tesbitinin ihtiyatla karşılanması gerektiğini göstermektedir:

1. ıbn Hacer, "hasen" tabirinin ımam eş-şâfi'î ve ımam Ahmed'den nakledilen bazı ifadelerde bir kısım hadisler hakkında kullanıldığını, ancak onların, bu ifadelerle ıstılahî "hasen"i kasdetmediklerini, keza Ebû Hâtim'den, oğlu ıbn Ebî Hâtim tarafından nakledilen bir ifadede geçen "hasen" kelimesinin, sözlük anlamında da ıstılah anlamında da kullanılmış olmaya ihtimalli bulunduğunu belirttikten sonra şöyle der:

"Ali b. el-Medînî'ye gelince, genek Müsned'inde, gereksee ılel'inde hadisleri "sıhhat" ve "hüsn" ile çokça tavsif eder. Onun bu meyanda kullandığı ifadelerin zahiri, ıstılahî manayı kasdettiğini göstermektedir. Bu durumda o, "hasen" ıstılahını kullanan ilk kişi gibidir. Ondan da bu tabiri el-Buhârî, Ya'kûb b. şeybe ve daha pek çok kimse almıştır. Et-Tirmizî de bu tabiri el-Buhârî'den almıştır."[27]

Daha sonar ıbn Hacer, bu tezini isbatlamak için birkaç misal daha zikreder. Konuyu fazla uzatmış olmamak için onları burada zikretmeyeceğiz.

2. ıbn Hacer'in ımam Ahmed'den naklettiği ve ıstılahî anlamda kullanılmadığını belirttiği "hasen" tabiri ile ilgili anekdotun, ımam Ahmed'in bu tabiri ıstılahî anlamda kullanmadığını göstermek için yeterli olmadığı kanaatindeyiz.

Zira ımam Ahmed'in "zayıf hadis" tabiriyle, "hasen"i de içine alan ve "sahih"in mukabili olan geniş bir çerçeveyi kasdettiğini ilk olarak söyleyen ıbn Teymiyye'nin bir tavrı meseleyi böyle anlamamızı güçleştirmektedir.

Bahsettiğimiz tavır, ıbn Teymiyye'nin, "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" hadisini et-Tirmizî ve ımam Ahmed'in "tahsin" ettiğini söylemiş olmasıdır.[28]

ıbn Teymiyye'yiy bu tavrı, söz konusu hadisin hasen olduğu hükmünde ımam Ahmed ve et-Tirmizî'nin görüş birliği halinde olduğunu anlatması kadar, "hasen" tabirinin kullanımının et-Tirmizî ile başladığı yolunda yukarıda aktardığımız sözlerinin yine kendisi tarafından geçersiz kılındığını göstermesi bakımından da önemlidir.


3. Yine et-Tirmizî'de önce bu kelimeyi ıstılahî anlamda kullananlar arasında ımam el-Buhârî, –et-Tirmizî'nin hocalarının hocası olan– Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ve –yukarıda ıbn Hacer'den naklen de geçtiği üzere– Ya'kûb b. şeybe es-Sedûsî de bulunmaktadır ki, Muhammed Avvâme, onların konuyla ilgili açık ifadelerini zikretmekte ve konu hakkında bol miktarda örnek zikretmektedir.[29]

Bu yazıyı gereksiz yere uzatmış olmamak için M. Avvâme'nin mezkûr çalışmasının, tezimizin isabetli olduğunu ortaya koymak bakımından yeterli sayıda örneği ihtiva ettiğini belirtmekle yetineceğiz.

Öte yandan ımam Ahmed'in –aşağıda zikredeceğimiz– sözünden ıbn Teymiyye'nin yaptığı çıkarsamanın da tartışmaya açık olduğunu düşünüyoruz.

Oğlu Abdullah, "Bir beldede, Ehl-i Hadis'ten olduğu halde hadislerin sahihini sakiminden ayıramayan birisi, bir de Ehl-i rey'den birisi bulunsa ve orada yeni bir mesele zuhur etse bunlardan hangisini başvurulmasını önerirsin?" diye sorduğunda ımam Ahmed şöyle demiştir: "Ehl-i rey'e değil, Ehl-i Hadis'e sorar. (Zira) zayıf hadis rey'den evladır." [30]

ımam Ahmed'in buradaki "Zayıf hadis rey'den evladır" ifadesiyle "hasen"i de içine alan geniş çerçeveyi kasdettiğini söylemek, aynı zamanda onun, "hasen hadisin rey'den evla olduğunu" söylediğini iddia etmek demektir. Oysa böyle bir çıkarsama, hasen hadis ile ihticacı tartışma alanına sokar ki, M. Avvâme'nin tabiriyle mütekaddimun ulemadan –Ebû Hâtim, Kadı ıbnu'l-Arabî ve hocası (?) dışında– herhangi bir alimden hasen hadis ile ihticac konusunda olumsuz bir tavır nakledilmiş değildir. Bir diğer ifadeyle hasen hadisin rey'den evla olduğu zaten müsellem ve mukarrerdir.

Bu söylediğimizi destekleyen bir diğer nokta da, ımam Ahmed'in oğlu Abdullah'ın sorusunun mahiyetidir. Soruda "hadislerin sahihini sakiminden ayıramayan kimse" ifadesi geçmektedir. Burada o kimsenin, farz olunan nev-zuhur olay hakkında, sıhhat durumunu bilmediği –ve muhtemelen zayıf olan– bir hadis ile karşılık verebileceği zımnen anlatılmakta ve soru esas olarak bu nokta üzerine bina edilmektedir.

ımam Ahmed gibi bir otoritenin böyle bir soruya, "hasen hadis rey'den evladır" anlamına gelecek bir cevap ile mukabelede bulunduğunu ileri sürmek bize doğru görünmemektedir. Zira bu, hem sorulan sorunun cevabı değildir, hem de malumun ilamından başka bir anlam taşımamaktadır. Dolayısıyla ımam Ahmed'in sözünde geçen "zayıf hadis" tabirinin günümüzde yerleşik anlamla örtüşen bir kasıtla kullanıldığını söylemek bize daha doğru görünmektedir.

Bir diğer söyleyişle, bize göre burada ımam Ahmed'in, zaafı şiddetli olmayan, bilakis hasen derecesine yakın olan zayıf hadisi kasdettiğini söylemenin daha doğru olduğunu düşünüyoruz.
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir