Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

10.02.2008, 07:55

Zübeyir Güzdüzalp - Hayatı-Mefkuresi (Kitap)



Zübeyir Güzdüzalp - Hayatı-Mefkuresi

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Kâinata değişmem” dediği sadık talebesi Zübeyir Gündüzalp’in hayatı kitaplaştı.

Araştırmacı-yazar ıbrahim Kaygusuz’un, yaşadığı mahalleri dolaşıp, çocukluğundan itibaren ebedî âleme göçene kadar bire bir Zübeyir Gündüzalp’le hayatı kesişenlerle görüşerek kaleme aldığı eser, geçtiğimiz günlerde “Nur’un Sadık Kahramanı: Zübeyir Gündüzalp” ismiyle piyasaya sunuldu.

“şahsiyetler vardır, dâvâsı ile bütünleşen; hayatını insanlara hizmete adayan, erdemlerin en mükemmellerini benliğinde yaşayarak çevresine yansıtan, baskılar karşısında yılmadan istikametini muhafaza eden.”
Zübeyir Gündüzalp’in istikamet üzere şekillenen hayat hikâyesini ve örnek hizmetlerini ele alan eserin takdiminde, ilk cümle böyle anlatıyor onu.
Yeni Asya Neşriyat tarafından yayınlanan eserde, Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’a sadakatle bağlanmış, hayatını dâvâsına adamış bir insanın bugünün gençlerine örnek olacak destansı hayat hikâyesi akıcı bir dille aktarılıyor. Bir solukta okunacak ve başucunuzda bulundurulacak bu eserin hayatınıza farklılık katacağına inanıyoruz.

Yazar: ıbrahim Kaygusuz
Yayınevi: Yeni Asya Neşriyat
Sayfa: 487 s.
ISBN: 975525403X
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

2

10.02.2008, 08:05


Gençlik Rehberi'ni ilk okuduğumda hissettiğim duygular

Para ve zevk. Bu iki nesnenin bitmez, tükenmez, zehirli, boş hülyaları. O erişemediğim ve eriştiğim takdirde dahi beni hayatta mesut edemeyeceğini sonradan anladığım o neticesiz hayaller, o kupkuru tasavvurlar. Ben neyim? Niçin yaşıyorum? Nereden geldim? Nereye gideceğim? Yoksa şu bir sürü başıboş mahlûklar gibi ipi boğazına atılmış bir yaratık mıyım? Hayır!

Bu izzetime dehşetli dokunuyordu. Ben hayvan olamazdım. Ben hayvan gibi yaşayamazdım. Fikriyatım işliyordu. Ben bir insandım. Öyle ise insan gibi yaşayacaktım. Ama bu başıboş yaşayışım, acaba bir insanca yaşayış mıydı? ınsan olan insan, böyle mi hayat geçiriyordu? Bilemiyorum, fakat bu düşüncelerin verdiği tereddütlü tutum içinde, âdeta çırpınıyordum diyebilirim.
Baba dostu muhterem bir ihtiyar vardı. Onu görünce merhum ve muhterem sevgili babamı hatırlarım. O da beni görünce, bir baba şefkati ile halimi hatırımı sorardı. Onun o şefkati, kederli günlerimi neşelendirirdi. Bir oğlu vardı. Sınıf arkadaşımdı. Onun namaz kıldığını, namaz vakti gelince okul penceresinde, bazen hademe odasında namaz kıldığını görüyordum. Ona ruhumda bir takdirkârlık, hatta bir gıpta hissi duyuyordum. “Acaba,” diyordum, “Benim hayatım mı, yoksa onun hayatı mı insanca bir hayattır?” ayırt edemiyordum.
Bu sınıf arkadaşım nihayet üniversiteyi kazandı. Anadolu’nun saf, temiz ve sakin havasından (Ermenek) kalabalık bir şehre (Konya) geldi. Birgün bu arkadaşımın yanında bir sima: O da tanıdık! Hatırlayacak gibi oluyorum. Arkadaşım, okuduğu kitaptan bir aralık başını kaldırdı. Göz göze geldik. O da beni tanıdı. Tanıştık, seviştik.
“Gençlik mevzuunda bir bahis okuyordum” dedi.
Dedim: “Ben de dinleyeyim, devam edin.”
Evvelâ kitaba baktım: Gençlik Rehberi.
Müellifi: Bediüzzaman Said Nursî.
Biraz durakladım. Çünkü gazetelerde bu isim hakkında menfî şeyler işitmiştim. Fakat dinlemeliydim. ışte tam fırsattı. Dinlediklerim ile duyduklarımı karşılaştırıp bir hükme varmalıydım. Yaratılış itibarı ile biraz tahkikçiydim, körü körüne, ezbere, şu veya bu dedikodulara kulak asmayı mertlik hissime lâyık görmüyordum. Arkadaşım okuyordu, dinliyordum.
Ben öyle kendimi okunan kitaba vermiştim ki, bir aralık kendime geldim; iki saat geçmiş. Bu müddet içinde ruhumda bir kıpırdanış, bir başkalık oldu. Allah Allah! Ne olmuştum? Bir sihre mi tutulmuştum? Yoksa bir mıknatisiyet beni kendine mi çekmişti?
Ayrıldım. Fakat benim aklıma fikrime şunlar yer etmişti, yoksa akıl fikir ve ruhî varlığımı istilâ mı etmişti? Yoksa kalp ve dimağıma, silinmez bir yazı ile mi yazılmıştı, ne olmuştu. Ne olmuşsa olmuştu. Evet, şu cümleler kulağımda çın çın çınlıyordu, aklımı dimağımı kaplıyordu:
“Gençlik muhakkak gidecek!”
Dedim, “Dönmeliyim. Eyvah, ya oradan ayrılmışsa! Niçin adresini almadım?”
Koştum, gün batıyor. Dolmuşa bindim. Ah! Kalbim ferahladı. Arkadaşım hâlâ kitapla meşgul.
“Geldim!” dedim.
“Bana bu eseri bir haftalığına veremez misiniz? Yahut nereden temin edebilirim? Bir tane muhakkak almak istiyorum.”
Aldım, o gece geç vakte kadar okudum. Okuyordum. Çok yerlerini tam anlayamıyordum. Bu nasıl kitaptı? Hem anlamıyordum, hem anlıyordum. Anlamıyordum; zira anladığımı ifade edemiyordum. ıfadeden aciz kalıyordum. Fakat içimde bir inkılâp, ruhumda bir sükûn, kalbimde bir sürur, derin tesir duyuyordum.
Sabahleyin uyandım. Güneş doğmuştu. ıçimde bir hüzün, hem acı bir hüzün vardı. Acaba neden öğle vaktiydi? Minareden ezan sesi, ılâhî davet sesi kulağıma geldi. O ses, acımın sebebini ihtar etti. Sabahtan beri niçin namaz kılmamıştım? Bu acıyı ilk defa duyuyordum. O günde, evet o bahtiyar günde namaza başladım.
ışte Risale-i Nur’dan bir Gençlik Rehberi, o da, başta sadece bir kısmını okumakla, beni nasıl böyle ılâhî bir inkılâp, böyle insanca, Müslümanca yaşayışa doğru götüren bir kuvvet meydana getirmiş ve beni nasıl değiştirmişti.

Nurun Sadık Kahramanı, Zübeyir Gündüzalp

Hayatı, Mefkuresi, Yeni Asya Neşriyat, s. 85
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

3

10.02.2008, 08:08

Kitaptan Bazı Bölümler

Cafer Çim anlatıyor:
Zübeyir Ağabey Urfa’ya geldiğinde, hiç unutmuyorum çok uzun saçları vardı. Saçları hemen hemen omuzlarına kadar imişti. Cenap Bey “Ziver Bey, biliyorsunuz böyle saça izin verilmiyoru, ne yapalım” diye hatırlattığı halde kesmedi. Bunun üzerine çok ısrar etti yine kesmedi. Üstadımızdan bunu gördüğü, sünnet-i Resulullah için saçlarını uzatmıştı. Nihayette Cenap Bey kendisini ikna etti ve kısalttı. (s. 166)

Mehmet Fırıncı anlatıyor:
Zübeyir Ağabey bunları mumlu kâğıda yeni yazı ile daktilo etti. Biz de basımını yaparak birlikte neşir ettik. Zübeyir Ağabey daktilo ile yazarken Üstad başında dururdu. (s. 188)

Mehmet Çalışkan anlatıyor:
“Beni eskiden komünistler ve masonlar mağlup edebilirlerdi. Zübeyir geldi, artık beni kimse mağlup edemez.” (s. 193)

şaban abi anlatıyor:
“Zübeyir’imi kâinata değişmem” (s. 207)

Zübeyir Gündüzalp anlatıyor:
Üstadımız bir lahika mektubunu yazdığı zaman veyahut talebelerinin yazdıkları mühim ve lahikaya girmeye değer olan bir yazıyı neşrederken; eğer teksir makinesinde bir risale dahi teksir ediliyorsa, onu durdurur ve o lahikayı neşrederdi. (s. 211)


Salih Özcan anlatıyor:
Bediüzzaman, “Bu Menderes çok münafıktır” diyen Salih Özcan’a hiddetle cevap vermiş ve şöyle demişti. “Sus keçeli! Menderes’e böyle deme. O çok hizmet etmek istiyor. Fakat mani olanlar var.” Bunun üzerine ben “bir parti kuralım, biz başa geçelim” dedim. Üstad, “Eğer bugün Bayar bana dese, ‘Said gel buraya otur’ ben şiddetle reddederim. Bir cemiyette % 70 dindar olmazsa ıslamiyet namına başa geçmek cinayet olur. Memuru, mebusu, senden olmadıktan sonra ıslamiyete büyük zarar olur. Bütün kuvvetimizle Menderes’i desteklememiz lazım ki, Halk Partisi iktidara gelmesin. Halk Partililerin % 95’i masumdur. Kabahat % 5’indir. (s. 231)

Halil Yürür anlatıyor:
Üstadımız Zübeyir Gündüzalp’i göstererek, heyecanla “Zübeyir’i ne için yanımda bulunduruyorum, biliyor musunuz?” diye sordu. Sonra, sorduğu soruya kendisi cevap verdi: “Zübeyir, imana ve Kur’ana ahiretini de feda etmiş, onun için yanımda taşıyorum.” (s. 240)

Ali Demirel anlatıyor:
Rahmetli Mustafa Nezihi Polat’ın vefat ettiği gündü. (bir gün önce veya sonra da olabilir.) Balıkesir’e gitmişti. Orada Hamidüddin Aşan diye bir öğretmen arkadaşım vardı. Kendisini ziyarete gitmişti. Ben arkadaşın yanına gitmeden önce, bir şeyler okumuş. O şeyin heyecanı ile beni karşıladı. Okuduğu şeyi benimle de paylaşmak istediğini söyledi. Memnuniyetle karşıladım. Geçmiş gün tam hatırımda değil. Hadis veya büyük evliyaullahın eserlerinden bir istihraç olabilir.
Okuduğu ifadeler beni de şok etmişti:
“Ahirzaman Mehdi’sinin çok yardımcıları olacak. Ama içlerinden birisi, tek başına ötekilerin kuvvetine olacak. Onun hizmetleri teraziye konulduğunda, tek başına hepsine muvazi gelecek.”
Bu ifadeleri birlikte okuduk. Gayr-ı ihtiyari ikimizin aklına, ilk anda Zübeyir Ağabey gelmişti. (s. 304–305)

Mehmet Emin Birinci anlatıyor:
Zübeyir Ağabey Risale-i Nur’u eline şöyle bir alırdı. Eline alacak takati yok. Kitap düşecek vaziyette:
“Kardeşim bari kitap elimde iken öleyim. Kardeşim bari öyle öleyim…” diye tekrar ederdi. (s. 342)

Tahiri Ağabey anlatıyor:
“Bütün sır ondadır. Ne sır varsa, neyi bilmek istiyorsanız ona soracaksınız. şimdi Üstad demek Zübeyir demek, Zübeyir demek Üstad demektir. Onun söylediklerini her zaman not alın, bir nüsha da bana verin.” (s. 354)

Dr. Akay ağabey anlatıyor:
“Üstadımız neden ‘Vasiyetname’yi yazarken, Zübeyir ismini zikretmiyor. Bana göre Zübeyir Ağabey Üstaddan kalan hizmetin aynen devamıdır. Sebebini Zübeyir Ağabeye sorduğumda, ‘Onu hizmetle tefsir ediyorum!’ dedi.
“Yani bu dava, vasiyetle değil hizmet yapmakla tevarüs eder. Önemli olan hizmettir. Bir insanın isminin varisler arasında geçmesi delil değildir!” (s. 354)

Fırıncı Ağabey anlatıyor:
Üstadımız Fırıncı Ağabey’e diyor ki:
“Kardeşim Fırıncı, seni hakem tutuyorum. Ben diyorum ki, bu hizmet Risale-i Nur’un neşri ve medrese-i Nuriyeler ile olacak. Bunlar başka tarzlar arıyorlar. Sen ne dersin?”
Fırıncı Ağabey de, “Üstadım, medrese ve Risale-i Nur’un neşri tarzında olacak” diyor. (s. 360)

Zübeyir Ağabey derdi ki:
“Üstadımızın hizmetinin kendisi bir nimettir. Nimete bir nimet lazım gelir mi?” (s. 361)

Ahmet Tanyel anlatıyor:
Zübeyir Ağabeyde dört-beş tane hastalık vardı. Bu hastalıklardan dolayı çok muzdaripti. Bir yeri ağrıdığında –mesela dişi ağrıdığında- “Dişim zikre başladı” derdi. (s. 375)

Ahmet Tanyel anlatıyor:
Okullar tatil olmadan bir gün önce, Kirazlı Mescit’e Zübeyir Ağabeyin yanına geldim.
“Ağabey, liseler tatil oluyor, program yapalım mı?” diye sordum.
“Kardeşim bizde tatil olmaz. Yaz dönemlerinde zaten soba, ısınma gibi dertler yok. En güzel hizmetler o zaman olur. ‘Veda Çayı’ adı altında bir ders yapın. Planınızı, programınızı ona göre ayarlayın. Dersin muhtevasını Gençlik Rehberi’nden çıkarın. Başkasının yazdığı hizmetlerle ilgili lahika mektuplarını birbirinize okuyun. Sonra da derse gelen herkesin tek tek adresini alın, tatilde onlarla mektuplaşın” diye cevapladı. (s. 376–377)

Mustafa Ekmekçi anlatıyor:
Biz geceleri sağa sola hizmete giderdik. Derslere giderdik. Bundan dolayı, çoğu zaman geç yatardık ve haliyle sabah namazına kalkmakta zorlanırdık. Zübeyir Ağabey, sabah namazlarından önce aşağıya iner usulca ışığımızı yakardı. Işık yanınca biz namaz vaktinin girdiğini anlardık. Ben Zübeyir Ağabeyin, “Haydi kardeşler! Sabah namazının vakti geldi” dediğini duymadım. Bu hali beni çok etkilerdi. Kendisi hakikaten çok farklı bir insandı. Işığımızı sessizce yakar ve geri giderdi. (s. 378)

Ömer Çiçek anlatıyor:
Zübeyir Ağabey Risale-i Nur hizmetlerinde kendi tabiri ile “hemenci” idi. Derdi ki: “Kardeşim ya başlamamalı, ya da bitirmeliyiz!” (s. 381)

Zübeyir Ağabeyin bir özelliği de heyecanların önüne geçmemesi idi. Doludizgin geldiğimiz zaman, hızımızı kesmezdi. Heyecanımıza katılır, bizi kırmadan istikamet verirdi. (s. 382)

Zübeyir Ağabey son yıllarında bazı yabancı ve hakperest ilim adamlarının eserlerini okurdu. Notlar alırdı. Dikkatli bir insandı. Okuduğu şeylerin altını çizerdi. Mesela, “Nikbin olunuz!” bir kitabın adıdır. Bu kitap bir ruhiyat (psikoloji) kitabıdır. Zübeyir Ağabeyin okuduğu, altını çizdiği ve not aldığı bir kitaptır, kitabın bir parçası bende hala mevcut. Bu kitabın üzerindeki notlar ve çizgiler tamamen Zübeyir Ağabeye ait. Mesela Zübeyir Ağabeyin tuttuğu notlara bakarsanız, bu kitaptan da alıntıların olduğunu görürsünüz. Zübeyir Ağabey bu kitaplardan aldığı doğru şeyleri, Risale-i Nur’daki hakikatlerle mezcettirirdi. Böylece hiç beklemediğiniz orijinal ve hakikaten enfes şeyler ortaya çıkardı. (s. 383)

Kamil Yürür anlatıyor:
“Kardaşım siyasiler, bazı Nur talebelerini kız gibi kaçırıyorlar”
“Her gün Hizbü’l Hakaik’ten bir parça okumak lazım; ta ki ehl-i küfre galebe çalınsın, onların sihirlerinin ufuneti kırılsın” derdi.
“Kardaşım, hizmet için çarşıya çıktığınızda vitrinlere bakmayın” derdi. Vitrin deyince taksi olur, kadın olur, elbise olur… Bir sürü vitrin var. (s. 385)

Selahattin Akyıl anlatıyor:
“Kardeşim eğer benim Üstada ve Risale-i Nur’a olan muhabbetim yüzden doksan dokuza inerse bu büyük bir cinayettir.” (s. 393)

Halil Uslu anlatıyor:
“Mustafa Özsoy’a selam söyle. Tembellik yok, hizmet kılıçlarını bilesin.” (s. 401)

ısmail Anbarlı anlatıyor:
Zübeyir Ağabey Üstad hakkındaki hitaplarında hep çok saygılı konuşuyordu. Hiçbir zaman sadece “Üstad” demezdi. Hep “Aziz Üstadım, Mübarek Üstadım, şanlı Üstadım ” diyerek saygı ve hürmetle yâd ederdi. (s. 406)
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

4

10.02.2008, 09:39

Alıntı

Cafer Çim anlatıyor:
Zübeyir Ağabey Urfa’ya geldiğinde, hiç unutmuyorum çok uzun saçları vardı. Saçları hemen hemen omuzlarına kadar imişti. Cenap Bey “Ziver Bey, biliyorsunuz böyle saça izin verilmiyoru, ne yapalım” diye hatırlattığı halde kesmedi. Bunun üzerine çok ısrar etti yine kesmedi. Üstadımızdan bunu gördüğü, sünnet-i Resulullah için saçlarını uzatmıştı. Nihayette Cenap Bey kendisini ikna etti ve kısalttı. (s. 166)


Her halinde timsal-i nurani bir fedai..Teşekkürler..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir