Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

02.08.2007, 10:48

Geçmişe Dogru

Sıkıntılar, zaaflar, boynu bükük imkânlar


Sıkıntıların temelinde "seçilmiş siyasî iktidar"a güven duymamak var. Hem de öyle "bilgi, beceri, düşünce" ile ilgili güvensizlik falan değil, "iyi niyet güvensizliği" söz konusudur. Başından beri böyledir. Demokrat Parti 1950'de iktidara geldikten sonra, birkaç yıl geçmeden, CHP irticâ ithamlarını seslendirmeye başladı. "Bunlar rejimi değiştirebilirler, laikliğe aykırı işler yapabilirler" vs., vs... Koskoca bir parti... Milletin içinden çıkmış, belli kademelerden süzülerek ve çeşitli hizmet-liyakat testlerinden geçmiş koskoca bir kadrosu var; ayrıca milletin çoğunluğu tarafından seçilmiş... Böyle bir suç "örgütü" olur mu?! Böyle bir kötü niyet organizasyonu tasavvur edilebilir mi? Milyonlarca insan, çeşitli derecelerde ve kesimlerde bunları, bunların hayatını, yakınlarını tanıyor, biliyor. "Müteselsilen" tanıyor. Her birini tek tek tanıması zaten gerekmez... Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü... Bu partinin kimliği; milletin hayatı içinde çizgi çizgi, nakış nakış teşekkül etmiş... Millet bunlardan ne istiyor? Moda tâbirle "özgürlük ve zenginlik" yönünde hizmet vermesini, değişimler getirmesini istiyor ve bekliyor. "Demokratik ve ekonomik" gelişmeler sağlamasını istiyor... Başka bir isteği ve bekleyişi yok. ınançlarıma, vatandaşlığıma saygılı olsun; çoluk çocuğumun rahat yaşamasını mümkün kılacak sosyo-ekonomik gelişmelerin ortamını oluştursun. Bu! Böyle bir iktidar, laiklikle niye uğraşsın? DP'ye % 50'nin üstünde oy veren seçmenin böyle bir isteği ve bekleyişi yoktu ki, ona yaranmak için bazı aykırılıklar yapmanın tecrübelerine girişsin. Ama milletin çoğunluğunu; özüyle, eviyle, iç dünyasıyla, ruhuyla tanımıyorlar. Gezip tozmakla, tanıyıp bilmenin hiçbir ilgisi yoktur. 1961 Anayasası, tam bir "seçilmişlere güvenmeme" anayasasıdır. Cumhurbaşkanlığı'nda Gürsel var, ıcrâ'nın karşısında Danıştay var, Parlamento'nun karşısında Anayasa Mahkemesi var... "Bunlar kıpırdayamazlar" arzusu ve rahatlığı! Ne hukukun üstünlüğüyle ilgisi var, ne de parlamenter sistemle. şu satırları yazarken TV'de Prof. Süheyl Batum konuşuyor: "Cumhurbaşkanının yetkileri azaltılmamalı. Bazı atamaları siyasi iktidar değil, cumhurbaşkanı yapmalı."

Niye cumhurbaşkanı? Cumhurbaşkanı; yanılmaz, hata yapmaz, sonsuz ilim sahibi, mutlak adalet erdemleriyle mücehhez olduğu müsellem bir süper insan mıdır? Ne mantıktır bu? Parlamento ve siyasi iktidar yanılır, haksızlık yapar; cumhurbaşkanı yanılmaz ve haksızlık yapmaz! 550 kişilik parlamentoya güvenilmez, ama mesela Anayasa Mahkemesi'ne "mutlak" surette güvenilir... Bu mantık, insanlığın hangi "bilgi-düşünce" değerleriyle bağdaşır? Böyle bir mantıkla, sadece demokrasi değil; hiçbir yönetim biçimi yürümez. Anayasa hukuku bir ilim dalıdır, ilmî bir disiplindir. Parlamenter sistemde; cumhurbaşkanının siyasî iktidarın, parlamentonun, yargının yerleri ve pozisyonları, iki kere ikinin dört etmesi kadar sarih bir biçimde bellidir. Bu alanda yazılmış yüzlerce ortak-kabul'lü (tartışmasız) eser vardır. Bunların bize cevap vermemesi, bizim aydınlarımızın vehimlerinden sübjektif takıntılarından dolayıdır. 27 Mayıs'ın ufku, CHP'ye iktidar yolunu açmaktı. 12 Mart'ın ufku, yeni CHP'yi eski (sol'uz) haline döndürmek ve Demirel'siz bir merkez-sağ oluşturmaktı.
12 Eylül'ün ufku, bir depolitizasyon uygulamasıyla sağ'ı da sol'u da merkezde harmanlayıp birbirine çok yakın duruşlarla hizaya getirmekti. Hiçbiri tutmadı. Ve her defasında beklentiler daha ağır huzursuzluklara dönüştü. "Doğru olan, asgari yeterlilik seviyesinde "mâkul ve âdil olma" doğallığına kavuşmaktır. Atatürk ilkeleri'nden bahis açan anayasa değişikliği lâkırdılarını, hayret verici bir anormallik tezahürü sayıyorum. Değişim adına mantık dışı ölçüsüzlükler yapmak, pozitif değişim imkânlarını zaafa uğratıcı tersten statükocu bir tavırdır. Çok yanlış oldu, ayrıca da böyle bir zamanda böyle bir yanlışa düşülmesi ciddi bir talihsizlik teşkil etti. Oysa, itidalli ve ölçülü bir yaklaşımla çok önemli ve yararlı değişimleri gerçekleştirmenin uzlaşmasını sağlamak mümkündü. Teşhis hataları, öncelik hataları, üslup ve metot hataları, tepkisellik psikolojisiyle ilgili hatalar; güvensizlik temelindeki ciddî meselelerin gündeme getirilmesini de, çok mümkün çözümlerin gerçekleşmesini de zorlaştırıyor.


02 Ağustos 2007, Perşembe
AHMET SELıM,Zaman

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir